18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

>> tarafa gitmiş ve 3. Avlu da onun arkasında. Çünkü o sayfa orada bitiyor, daha ileriye götüremiyor onu. n G.İ.: Minyatürde daima böye bir yaklaşım var, değil mi? n N.A.: Tabii ve sanatçı yön döndürüyor. Bu tutum bana onun dilini çözdürdü. Batılı bir ressam bir noktadan bakar ve tasvir eder. Matrakçı ise kendini hür hissediyor ve göstermek istediklerini seçip yan yana getiriyor. n T.G.: Bir tür kolaj gibi diyebiliriz belki. n G.İ.: Ya da bir tür anlatımcılık. n N.A.: Evet bunların hepsi doğru. O zaman tekrar İbrahim Paşa Sarayı’na gidip baktığımda anladım çünkü nakkaş orada Divanhane’yi resmederken Divanhane’nin avluya bakan cephesini de açılmış olarak, yan yana gösteriyor. Ben İbrahim Paşa Sarayı’nı hem kaynaklardan, belgelerden çalıştım hem de yapısını Matrakçı’nın tasvirine göre anladım ve o sırada restorasyon yapan mimar arkadaşa resimde kırmızı direkler bulunan yeri kazmasını söyledim, oradan sarayın kulesinin kalıntıları çıktı sahiden! n G.İ.: Bunu keşfettiğiniz zamanı hatırlıyorum, çocuktum ve evde büyük heyecan olmuştu. Günlerce bundan bahsetmiştiniz, o zamandan İbrahim Paşa ve Matrakçı isimleri zihnimdedir. n T.G.: Peki, Hocam Gül Hanım’ın çocukluğundan bu yana epey zaman geçmiş, neden bu kadar beklediniz bu kitabı yazmak için? n N.A.: Ben o sırada İbrahim Paşa Sarayı kitabını yazdım. Matrakçı’nın Menazilnâme’sinin tüm incelemesini yaparak yayımlamak ise bugüne kaldı, zamanı şimdi imiş! Bu kitap o kadar kolay değildi ama ilkini çözdükten sonra birçok başka çalışmamda Matrakçı’ya güvendim. n G.İ.: Minyatürleri belge olarak kullanma düşüncesi sizden çıktı ve sanat tarihinde kabul görerek yaygınlaştı, hepimiz bu fikrin peşinden gittik. Bütün bunların kaynağı bu eser olduğu için de ayrı bir önemi var. n N.A.: Evet, bu metot yepyeni bir yol açtı. “BU ESERİ EVLİYÂ ÇELEBİ’NİN YAZDIKLARIYLA DA KARŞILAŞTIRDIM” n T.G.: Hüseyin Yurdaydın Hoca’nın hazırladığı menzilnâmeyi sormak istiyorum size. Anladığım kadarıyla Hoca da kitabı hazırlarken kitapta yer alan menzilleri dolaşmış. Orada menzil hataları var sanki. n N.A.: Hüseyin Yurdaydın metnini de yayımlamıştı ama onu okuyup anlayamıyordum. Bu çalışmada Seyit Ali Kahraman’a metni tekrar okuttum, o günümüz Türkçesiyle tekrar yazdı, anlaşılır kıldı. İlerde çalışacaklar için kolaylık olsun dedim. Matrakçı’nın İstanbulu’na dönersek, mesela surları Bizans derslerinde okuduk, inanın ben buraya baktıktan sonra daha iyi anladım. İstanbul resmindeki şu Kadırga Limanı’na bakın, Langa Bostanı’na bakın. Matrakçı’nın bir de özetleme özelliği var; bir bostan kuyusuyla, bir ağaçla anlatıveriyor her şeyi, burada bir bahçe var demek o. Bunu sıklıkla baka baka anlıyor insan, dilini çözmek derken bundan bahsediyorum. Sonra burada çarşılar var. Mesela çarşılar üzerinde çalışanlar muhakkak bakmalı. Hamamlar... Valens Kemerleri’nin içini maviye boyamış... Burada daha o kadar çok çözülecek şey var ki. Galata da inanılmaz, bir Bizansçı, Galata’nın içindeki kiliseleri çalışmalı. Eyüp’ü de tek başına alıp ayrıca yayımlamak gerek. Böyle yapılmış çalışmalar var ama sınırlı. Bu eserden Osmanlı mimarlık tarihçileri, şehirciler yararlanmalı, botanikçiler, sanat tarihinin çeşitli alanları... n G.İ.: İstanbul resmi pek çok açıdan önemli elbette, öte yandan kitabın tamamında da tüm menziller harikulade biçimde betimlenmiş. Şimdi her birinin üzerinde duramayız ama bunlarda Anadolu, İran, Irak’taki şehirler; şehircilik ve yapılar var ve kent betimlemelerinin yanı sıra bir başka önemli özellik de var, ki bu çok zengin doğa, bitki örtüsü. Heyecan verici. Bunların da her birini belge olarak değerlendirebilir miyiz? n N.A.: Tabii, mesela Galata’da gördüğünüz ağaçları ilk anda ayırt edemezsiniz ama büyüteçle baktığınızda meyveleri henüz patlamış nar ağaçları, kiraz ağaçları, türlü türlü çiçekler... Karanfil ve lale tanınabilir biçimde, o zamana kadar çiçekler böylesine tanınabilir şekilde görülmüyor. Nakkaş Karamemi’nin hemen sonra ortaya koyacağı çiçek üslubunun ilk adımları var burada. Tüm menzillerde o arazide hangi bitki örtüsü varsa onu gösterir. Mesela hurmaların her bir aşamasını ayrı koymuş, yarı açık ve açılmış halde mesela ve toprağın rengiyle. Bu resimleri coğrafyacıların da incelemesi gerek. Sultaniye inanılmaz mesela, mimarisi de öyle. Tabii orantılar tam olarak doğru değil ama nerede ne var belli. Ben bu eseri bir de Evliyâ Çelebi’nin yazdıklarıyla karşılaştırdım. n G.İ.: Arada bir yüzyıl var yalnızca, Evliya Çelebi Matrakçı’dan bir yüzyıl sonra. n N.A.: Evet. O zamanlar yollar fazla değişikliğe uğramıyor ya, ben de aynı yollardan Evliyâ da gitmiştir dedim. Çok az şeyin değişmiş olduğunu gördüm. İkisinin de çok iyi gözlemci olduğunu söyleyebilirim. Evliyâ Çelebi diyor ki, Sultaniye için, surları beyaz taştan örülüdür, yer yer yıkıktır, ya da evlerin damları kırmızı kiremit örtülüdür, yahut iki katlı evler vardır. Bakıyoruz Matrakçı da aynı şeyi resimlemiş, öylesine iyi örtüşüyor. Matrakçı’nın ne kadar doğru çizdigini, Evliyâ’nın ne kadar doğru anlattığını görüyoruz. n G.İ.: Peki, burada hiç insan figürü yok ama hayvan figürü var. Matrakçı arazide yetişen bitkileri, dağları, taşları, nehirleri, köprüleri nasıl gösteriyorsa oradaki av hayvanları da aynı titizlikle belirleyip aktarıyor. Yani toprağın tüm varlığını, bereketini yansıtıyor. n N.A.: Öyle, bereket ve onun da ötesinde tüm özellikler... Bir de bazı köşelere çadırlar çiziyor, ordunun konakladığı yerler olduğunu belirtiyor. Ordu mensuplarını gösterse bütün sayfayı kaplar, böylece sembolik olarak çadırları koyuyor. Bir de mesela Erciyes’i gösterirken tepesinde kar Gül İrepoğlu ve Turhan Günay, Nurhan Atasoy Hoca’nın sevinç ve heyecanına sorularıyla ortak olmaya çalışıyorlar. Nurhan Atasoy Hoca, Menazilnâme’nin başında yer alan İstanbul resminin özelliklerini anlatıyor. Altta ise Merci Dabıktaki Makamı Davud ve Akpınardaki Akçagöz Tepesi görülüyor. bulunduğunu görüyoruz. n G.İ.: Matrakçı iklimi, havayı da yan sıtmayı ihmal etmiyor yani. n T.G.: Bazı sayfalarda yer yer boya bozulması var hocam, neden olmuş bu durum? n N.A.: Evet, kimi yerde az da olsa dökülmeler var. Boyada bir miktar üstübeç bulunduğunu sanıyorum, kaba, kalın bir boya. Bu inceleme vesilesiyle üniversitede bir kâğıt konservasyon laboratuvarı kurduk; Nihat Gökyiğit el verdi bize, tabii üniversitenin katkısı da çok büyük. “MATRAKÇI’NIN ESERİ ÇOK YÖNLÜ BİR KAYNAK” n T.G.: Hocam, hazır menzili başlatmışken şöyle diyeyim: Ordu sefere Kadıköy yakasından başlıyor, doğal olarak da bir yoldan gidiyor. Biraz önce bahsettiğiniz o değişmeyen yollar. Yakın zamana kadar Bağdat Yolu dediğimiz yol, bugünün Bağdat Caddesi değil mi? n N.A.: Evet, aynen öyle. n T.G.: Hüseyin Yurdaydın’ın bu konudaki kitabından yıllar sonra Nurhan Atasoy yeni bir edisyonla karşımızda. Neden gerek duydunuz buna? Bu kitabın diğerinden farkı ne? n N.A.: Hocanın çalışması çok kapsamlı ve hepimize kaynağı o verdi ancak o zamanın imkânlarıyla çıkmış bir kitap. Ben yeni bir tıpkıbasımının çıkmasını istiyordum, hem eserin korunması hem de çok sayıda araştırmacının rahatça görebilmesi açısından. Çünkü kütüphaneci haklı olarak bu kitabı ancak çok ciddi birkaç araştırmacıya çıkarabilir, her isteyene çıkaramaz, zarar gelmesin diye. Ama bu ne demek? Bir genç araştırmacı belki çok güzel sonuçlara varacakken esere ulaşması imkânsızlaşır. Tıpkıbasım eseri ulaşılabilir kılıyor, ki bu mükemmel bir baskı oldu, her şeyi aynen veriyor. Ben bu konuda yeni bir çalışma yapacak olsam bundan çalışırım çünkü daha rahat çalışılıyor. Matrakçı’nın eseri o kadar çok yönlü bir kaynaktır ki her sayfası bir görsel belge niteliğinde ve şimdi bu görseller bu kitapla elimizde. n G.İ.: Kendi deneyimlerimizden aşinayızdır, böyle bol görselle donatılmış kitaplarda bazen metnin çok uzaması istenmez, yoksa kitap aşırı kalın olabilir, kullanılması güçleşebilir. Siz gönlünüzden geçen her satırı koyabildiniz mi kitaba? Yoksa yer olsaydı daha neler neler yazardım diyor musunuz? n N.A.: Bana kimse daha kısa yaz, daha az ayrıntı koy demedi çok şükür, karşımda anlayışlı bir ekip vardı. Belki daha geniş yazabilirdim fakat ben başkalarının da bunu çalışmasını istiyorum, son sözü söylemek gibi bir iddiam yok. Ben bir yol açmak istiyorum, çünkü ben hocayım. Mesela buradaki Ahdamar Kilisesi’ni Bizansçılar, mesela Hereke’nin yapısını coğrafyacılar, birçok sayfada yer alan kuş türlerini zoologlar çalışsın, böyle ayrıntılar verdim burada. Büyütünce görülüyor ki Matrakçı sanki bir kuş ressamı gibi bütün özellikleri vermiş. Yahut İstanbul tasvirindeki gemi tipleri... Sonuçta gençler bu kitaptan çok bilgi çıkarabilir, ki benim göstermek istediğim de bu. n T.G.: Elinize sağlık Hocam. n G.İ.: Evet, Matrakçı’nın bize söyleyecek daha çok sözü var anlaşılan Hocam. Son bir soru: Kitabın yazılma sürecinde Matrakçı Nasuh ile yatıp Matrakçı Nasuh ile kalktığınızı biliyoruz. Kendi deneyimlerimden de çok iyi bilirim, biz sanat tarihçileri üzerinde çalıştığımız tarihî kişiliklere yürekten bağlanırız, çalışma süresince aklımızda hep o olur. Hatta hatırlarsanız sevgili Metin And söylerdi; “Nakkaş Osman Nurhan’ın, Levni Gül’ün sevgilisidir” diye! Ama bu sevgililer artıp duruyor tabii. Şimdi Matrakçı’ya veda edip başka aşklara düşmeye hazır mısınız? n N.A.: Evet, bunu hemen Karamemi diye cevaplayabilirim. Kanuni’nin baş nakkaşı. Bundan sonra Karamemi için görüşeceğiz efendim, yakında. n T.G.: İnşallah. Bir dileğimiz de bu kitabın herkesin ulaşabileceği fiyatta baskılarının yapılması. n G.İ.: Katılıyorum. Teşekkür ederiz. n Matrakçı Nasuh ve Menazilname‘si/ Nurhan Atasoy/ Masa Yayınları/ 250 s. (İletişim için:0212 294 10 00) KITAP 7 Nisan 2016 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle