Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Sinema ile İstanbul: İç içe iki büyü... Kentlerin büyüsü, doğal güzelliğiyle tarihsel değerlerinden kaynaklanmıyor yalnız. Sanat mekânları, buralarda işlenip geliştirilen kentsel yaşam, birey soluklanırken evrilen kentlilik, sanata yönelik çeşitli adımlar, farklı deneyler de bir kentin kazandığı büyüde en az doğatarih kadar önem, değer taşıyor… Ç ocukluğumun en güzel saatlerini onun odasında geçirdiğimi hatırlıyorum. Mabedimdi orası benim./ Beni en çok çeken, sonradan Cahiers de Cinéma olduklarını öğreneceğim sinema dergileriydi./ Bazı akşamlar, belki de her akşam, boyumun zor eriştiği masasında bir bilet görürdüm./ Üzerindeki 21.15 yazıyordu./ Dayım sinemaya gidiyordu geceleri. Beş yaşındaydım, okuyabiliyordum ve bu bir keşifti benim için.” Bu satırları, “Salâh Birsel’in Odasında…” başlığı altında Mehmet Güreli yazıyor. “1950’lerde Sinema” alt başlığıyla yayımlanan Salâh Birsel’in Beyoğlu’nda Büyülü Geceler (Agora, 2016) adlı yapıtında. Salâh Birsel’in, yuvarlamayla altmış yıl önce Vatan ve Yeni Sabah’ta kaleme getirip Beyoğlu’nda Büyülü Geceler’de toplanan tanıtım yazıları, bir yanıyla sinema sanatına yönelik büyünün kapısını aralarken öte yandan İstanbul’un sinemalı gecelerine de uçuruyor insanı. “BEYOĞLU’NDA BÜYÜLÜ GECELER”… Kentin sinemayla kurduğu katmerli büyüye, Salâh Birsel’in arka kapaktan alıntıladığım sözleriyle girelim: “Samim Kocagöz lise son sınıftan arkadaşımdı. O da Beyoğlu’ndaki evlerden birindeydi. O, ben, Sait Faik, Sabahattin Kudret, bir ara Serveti Fünun dergisini yönetmiş olan Cavit Yamaç, hemen hemen her akşam buluşurduk. Haftanın ilk dört gecesi bu beş kalemşör sinemaları dolaşırdı. Pazartesi gecesi İpek’te olurduk. Çünkü onun filmleri pazartesileri değişirdi. Salı’ları, sonradan Küçük Emek adını alacak olar Sümer’deydik. Çarşamba’ları Melek’te, Perşembe gecesi de Lale’deydik, ya da Saray’da…” Birsel’in andığı sinemalardan kaçı ayakta bugün? Emek Sineması nerede? Hayalleri süsleyen sinemalı günlere kitap sayfalarında ya da film karelerinde mi ulaşabileceğiz yalnızca? Büyük çoğunluğu dışarıdan olmakla birlikte bizden de örneklerin yer aldığı iki yüze yakın film hakkında kısa ama yoğun örgülü, bir yanıyla eleştirel öte yanıyla ansiklopedik yazılardan oluşan kitap, doğrusu ya, yalnız okuma kolaylığı sunmuyor, yanı sıra okuma tadı da bırakıyor bellekte. Bu çerçevede yazar, İtalyan yeni gerçekçiliğinden kısa filmin sanatsal işlevine, sinemamızdaki arayışlardan, roman uyarlamalarına, yönetmenlerin dünyasıyla yaklaşımlarına, hatta kamera arkasına dek genişleyen pek çok ayrıntıyla buluşturuyor okuru. Nitekim Hitchcock’tan De Sica’ya, Fellini’ye, Tati’ye, Lütfi Akat’tan Atıf Yılmaz’a derinlemesine giriş yapabiliyor insan… Bu okumalarda, sanat kılavuzluğu ile kent rehberliği de buluşuyor bir biçimde… SANATIN KILAVUZLUĞUNDAN KENTLİLİĞİN REHBERLİĞİNE… Sözgelimi Salâh Birsel, altmış yıl önce Peter Pan’ın Maceraları’nı izledikten sonra şu satırlarla bir sanatsal öngörü getiriyor: “Kamerasız sinema diye anılan karton filmler, denilebilir ki, aktörleri canlı varlıklar olan filmleri gölgede bırakacak bir hızla ilerlemektedirler” (11). İtalyan sinemasının yaşattığı o hava da anılabilir: “Dünya sinemacılığı yenigerçekçilikle bir üslup değişikliğine uğramıştır. Sinema adamları yenigerçekçilik akımıyla odalardan, stüdyolardan dışarı fırlamışlar, birtakım yapma dünyalar, kostümlü veya beyaz telefonlu filmler yerine günlük olaylara, toplumsal gerçeklere yönelen açık hava filmleri yapmaya çalışmışlardır” (51). Jacques Tati için söylediklerine de göz atmakta yarar var Birsel’in: “…Tati, filmlerinin komedi olması, başrolleri kendisinin oynamasıyla Şarlo’ya daha yakındır. Nedir ki, bu yakınlık daha çok dışa ait bir yakınlıktır. Gerçekte Tati’nin komedi anlayışı Şarlo’nun komedi anlayışından çok ayrılmaktadır. Tati’ye göre güldürme unsuru her yerde, her şeyde, her insanda vardır. (…)/ Tati’nin komedi filmlerindeki yeni görüşü bir de komik olanın sınırla rının zorlanmamasından gelmektedir” (130). Hitchcock için getirdiği, “az şeyden çok şey çıkarmakta herkesle boy ölçüşebilecek bir rejisör” (16) değerlendirmesinin yanına, “önemli olan filmin konusu değil, rejisörün anlatma gücüdür” (211) deyişi de eklenebilir. Hintli sinemacı Satyajit Ray’ın Pater Pançali filmi için söyledikleri de ilginç yazarın: “… “[Filmde] bütün bir Hint dünyasını, yoksul insanların sevinç ve acılarını, hayat içindeki davranışlarını, doğum ve ölüm karşısındaki tavırlarını, eğlence ve hırslarını bulmak mümkündür” (158, 159). Sonra bizim sinemamıza değgin kimi değerlendirmeler, Birsel’in kendine özgü deyişleri eşliğinde. İşte bir iki örnek… “İyi bir aktör sayılabilecek olan Cahit (Irgat), Sami Ayanoğlu gibi hiçbir şeye aklı ermeyen bir rejisör elinde bir kukla oluvermiştir.” “…Yaşar Kemal senaryo yazacak adam değildir” (31). Atıf Yılmaz’ın Kumpanya’sı, Memduh Ün’ün Üç Arkadaş’ı, Lütfi Akat’ın Yalnızlar Rıhtımı için söyledikleri de ilginç Birsel’in: “Filmin jeneriğinde senaryonun Orhan Hançerlioğlu’nun eserine dayandığı bildiriliyor. Hançerlioğlu’nun yayınlanmış böyle bir eseri olmadığına göre, insan ister istemez Sait Faik Abasıyanık’ın Kumpanya adlı eserini düşünüyor. Gerçi bu filmin Sait’in eseriyle bir ilgisi olduğu söylenemez; fakat bazı karakterleriyle senaryonun Sait’in eserinden mülhem olduğu düşünülebilir. Ama bu, belki de tesadüften başka bir şey değildir. Nedir ki, Öldüren Şehir filminin senaryosunun da Samim Kocagöz’ün Sırmalı Çıkmazı hikâyesini hatırlattığı gözönünde tutulacak olursa, bu tesadüflerin biraz çokça tekrarlandığı anlaşılabilir.” (150); “Üç Arkadaş senaryo bakımından gerçekten çok başarılı bir eser. Gerçi bu senaryoya kimlerin eli değdiği jenerik yazılarında pek açıklanmamış ama…” “Memduh Ün, şimdiye kadar Muharrem Gürses janrında birtakım melodramlar çevirirken, birden yeni yola atılmış görünüyor. Bu yolun kendisine uğurlu olmasını dileriz.” (161); “…Yalnızlar Rıhtımı Türk filmciliğine yeni bir şeyler getirmiyor, fakat öteki yerli filmlerle karşılaştırınca, iyiden iyiye değer kazanıyor” (230). MANAKİ KARDEŞLERLE İSTANBUL’A BAKIŞ… Yorgo BozisSula Bozis ikilisi, Paris’ten Pera’ya Sinema ve Rum Sinemacılar (YKY, 2014) adlı yapıtlarında, “Paris’te 28 Aralık 1895 tarihinde, sinemanın doğuşu olarak tanımlanan ve Lumière Kardeşler’in Grand Cafe’de bilet karşılığında gerçekleştirdikleri ilk film gösterimleri(nin benzerinin…), 18961897 kış başlarında İstanbul’a, Pera’ya ulaş(tığını)” not edip artık olmayan bu salonları anlatıyor. Projeksiyon makinesi için ilk başvuranlardan birinin de yine kentlimiz olduğunu öğreniyoruz kitaptan. ESR Film Yapım Tanıtım’ın, 2014’te Yasin Türkeri editörlüğünde yayımladığı Igor Stardelov’un kaleme aldığı Erol Mahmud’un çevirdiği Balkanların Işık Kardeşleri/ Manaki Kardeşler adlı yapıt da İstanbul’a değgin ilginç belgeler, veriler sunuyor okura… İstanbul’u kulaklarımızda çınlatan, yüzyıl öncesinin görüntüleriyle bir Osmanlı belgeseli sunan, “Balkan sinemasının kurucuları olarak adlandırılan (Yanaki ile Milton) Manaki Kardeşler, sinemanın dünya kültür merkezlerinde doğuşunun sadece 10 yıl sonrasında, kameralarını Balkanlara getirip ilk görüntülerini kaydettiler.” Bu arada, “Jön Türklerin II. Meşrutiyet Kutlamaları, Sultan V.Mehmet Reşat’ın Selanik ve Manastır Ziyaretleri gibi filmleriyle bir dönemin görsel hafızasını oluştur(dular).” Erguvanlar süslerken şu günlerde her yeri, Salâh Birsel’den mülhem deyişle bir açık hava kenti olarak da öne çıkıyor İstanbul… İstanbul büyüsüyle sinema büyüsünün birlikte yaşanacağı 35.İstanbul Film Festivali (717 Nisan) etkinlikleri, insanı böylesi bir dünyaya taşırken, işte okunabilecek birkaç kitap! Hadi öyleyse, kentiniz açık, büyünüz bol olsun! INGRID İREN’İ YİTİRMENİN ANLAMI… Ingrid İren’i (19302016) bir Datça uğrağımda tanımıştım. Bu gidişimde, 10 Mart’ta yitirdik onu, 17 Mart’ta da Datça toprağına yatırdık, bademler çağladayken. Ingrid, İkinci Dünya Savaşı’nın olanca dramını yaşamış, Türkiye’yi de yakından izleyen, artık Türkiyeli olan bir aydındı… Edebiyatımızı Almancada âdeta yeniden var etmiş, pek çok yazarımızı bu dile çevirmişti. Son olarak da Yaşar Üniversitesinde çeviri sorunları sempozyumuna katılmıştı. Ürünlerini çevirdiği yazarların haberi oldu mu dersiniz Ingrid’i yitirdiğimizden? Gelin Yunusumuzla uğurlayalım onu: “Bir garip ölmüş diyeler…” n 18 31 Mart 2016 KITAP