25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

“KAVGAM” VE “NAPOLİ ROMANLARI” ÜZERİNE BİR KARŞILAŞTIRMA Knausgaard mı Ferrante mi? Knausgaard bize öte dünya ait ipuçları sunarken Ferrante paylaştığımız dünyanın onurunu ve somutluğunu verir. Yalnızlık ya da arkadaşlık; ruhanilik ya da maddesellik; görünmez olan yahut gözlerinin önündeki; bilinmez dünya veya yaşadığımız dünya – bunlar Knausgaard yahut Ferrante’yi tercih etmemizin ardındaki vaatlerin bir kısmıdır. Her iki yapıt üzerine bir karşılaştırma... JOSHUA ROTHMAN (New Yorker, 25 Mart 2015) 1959’da İngiliz eleştirmen Geroge Steiner’ın, Tolstoy mu Dostoyevski mi? adlı bir kitabı yayımlanmıştı. Kitapta hangisinin daha iyi yazar olduğu sorusu değil “ikisi de dev,” diye yazıyordu Steiner kişinin hangi nedenlerle birini diğerine tercih ettiği sorusu soruluyordu. Okurun hangi Rus yazarı neden tercih ettiğini keşfederseniz, diye iddia ediyordu Steiner, “o zaman onun kendi doğasının derinlerini görmüş olursunuz diye düşünüyorum,” çünkü Tolstoy yahut Dostoyevski’ye yakınlık duymak “imgelemin, insanın kaderi hakkındaki temelde karşıt iki görüşten birini benimsemesiyle sonuçlanır.” Elena Ferrante ve Karl Ove Knausgaard günümüz edebiyatının dev romancıları ve ikisini karşılaştırmanın cazibesine kapılmamak imkânsız. Tolstoy ve Dostoyevski gibi Knausgaard ve Ferrante de eserleri karşıt değerleri somutlaştıran eşit düzeyde dâhiler. Kavgam’la birlikte Napoli Romanları’nı okuduğunuzda, ikisinden birine meyletmekten, Napoli’ye nazaran Norveç’te kendinizi daha evinizde hissetmekten yahut Karl Ove’a nazaran Elena’ya (ya da Lenu’ya) daha yakın hissetmekten kurtulamazsınız. Peki ama karı güneşe, öfkeyi beceriksizliğe, ringa balığını jambona, kadınları erkeklere, kuzeyi güneye, 1955’i 1985’e tercih ettiğimizde mevzubahis olan nedir? Knausgaard ya da Ferrante’yi tercih etmemiz bizim hakkımızda ne söyler? ORTAK DENEYİMLER Rekabet, benzerlikle ilintilidir ve dikkate alınması gereken ilk husus Knausgaard ve Ferrante’nin şaşırtıcı benzerliğidir. Mesele ikisinin de Ame rikalı okurların Avrupalı hayatları tahayyül etmelerini sağlayan müptela edici çokciltli kronikler yazmasından ibaret değildir. Romanlarının benzer temaları ele alması ve hatta benzer hikâyeler anlatmasıdır. Karl Ove ve Elena’nın, özünde ortak bir dizi deneyimleri vardır. Şüphem o ki sadece Elena bu terimleri kullanmayı tercih ederdi ama ikisinin de ortak deneyimlerinden biri ataerki; özellikle de bunun eril şiddette ve yarattığı tepkilerdeki yansımasıdır. “Çocukluğumuzu özlemiyorum: şiddet doluydu,” der Elena, Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’da. “Öfkesi dalga gibi vurdu, odalara çarptı, bana çarptı, bana, bana, bana çarptı,” der Kral Ove, babası hakkında, Kavgam’ın ikinci kitabında. Birleşik Devletler’de önümüzdeki ay yayımlanacak dördüncü kitabında, Karl Ove ve ağabeyi Yngve, bir gün çocukluklarını konuşmaya başlayıp, “O hadise senin bu hadise benim birbiri ardına” anlatırlar. Bunlardan birinde, Yngve bir miktar bozuk para kaybeder ve babası onu bodrum katına götürüp döver. Bisikletinin lastiği indiğinde, babası onu “pataklamıştır”. Bu hikâyelerin hepsinin meselesi aynıdır, öfkeyi basit bir detay, tam manasıyla bir saçmalık tetikler, öyle ki bu bahaneler düpedüz komiktir. “Her şartta bu hikâyeleri anlatırken gülmeden edemedik,” diye yazar Karl Ove. “Tam manasıyla absürttü: ondan korkarak yaşadım dedim. Yngve ise babamızın onu ve düşüncelerini şimdi bile kontrol ettiğini söyledi.” Sıklıkla “Kavgam”ın banallik, ev hayatı ve gündelik hayat hakkında bir kitap olduğu söylendi ancak asıl konusu kesinlikle bunlar değil. Özünde korku hakkında bir kitaptır bu en beter haliyle, Yngve’nin, babasının onu ve düşüncelerini şimdi bile kontrol ettiğini söylemekle canlandırdığı korku hakkında. Karl Ove babasının, onu terörize ederek aynı zamanda onu şekillendirmiş olmasından korkar. Elbette şekillenmiştir –hangi çocuk ebeveyni tarafından şekillenmez ki? ve Karl Ove babasının öfkesini ve bu öfkeyi tetikleyen basit olayları betimlediğinde, aynı zamanda da onu binlerce sayfa tanıyageldiğimiz şekilde kendisini betimlemektedir. Karl Ove için babasının duyduğu öfkeyi duymak bir dehşet ama ondan öte bir utanç kaynağıdır. GEÇMİŞİN KENDİ GÜNDEMİ Elena (ya da Lenu) ve Lila’nın yaşadıkları dünya ise daha açık bir şekilde kaprislidir ve aynı zamanda da şiddet uygulayan erkekler tarafından şekillendirilmiştir (bir yanlış yap da adam “yüzünü dağıtsın”) ve o şiddettin ardında gelen hayattaki deneyimleri son derece tedirgin edicidir. Mahallenin dayısı Don Achille’nin oğlu Stefano, babasının şiddete yatkınlığından kurtulmuş olduğuna içten bir şekilde inanır, ama yanılmaktadır “Don Achille’nin gölgesi” diye yazar Elena, “gerçekten onun boynundaki damarları şişirebiliyor, alnındaki mavi damarları ortaya çıkartabiliyordu.” (“Anne ve babalar yoksa hiç ölmüyor muydu, her çocuk ister istemez onları içinde yaşatmayı sürdürüyor muydu?” diye sorar.) Sonra anlaşılır ki şiddet sadece bedende tecrübe ve ifade edilmekle kalmaz. Lila’nın kişiliği, “sana korku salmak isteyenlere korku salacaksın,” fikri etrafında örgütlenir. Elena’nın evlendiği Profesör Pietro, gücünü pasifagresif bir şekilde kullanır: Karısının düşüncelerini, kendi düşüncelerini yansıtmadığı müddetçe asla ilginç bulmaz. “Düşünce yapını erkeksi yapmayı, böylece erkek kültürü tarafından kabul görmeyi benden iyi bileni yoktur,” diye yazar Elena. Kavgam ve Napoli Romanları, sadece bu zor geçen çocukluk yıllarını anlatmakla kalmıyorlar elbette. Yüzeylerinin görece düz olmasına rağmen üstkurmaca metinler bunlar Karl Ove da Elena da yazar (ve yazar alteregoları) ve Elena ve Karl Ove’un yazdıklarını bizlerin okuduğu bugüne kadar geliyorlar. Onlar için geçmiş, durağan bir şekilde durup betimlenmeyi beklemiyor: Geçmişin kendi gündemi var ve onlar bunu açık seçik görmek, dürüstçe betimlemek ve anlamak için bir mücadele vermeliler. Bu kitaplardaki dramın büyük bir kısmı bu şimdikizaman mücadelesinden kaynaklanıyor. ‘Napoli Romanları’nda, Elena’nın arkadaşı Lila geçmişi temsil eder: çocukluklarının mahallesindeki enerji onda yoğunlaşmıştır ve o Elena’nın esin perisidir. Buna karşın Lila hakkında yazılmasına direnç gösterir: “herşeyibilen ahlakçılardan biri mi olmak istiyorsun?” diye sorar Elena’ya. “Bizim hakkımızda mı yazmak istiyorsun? Benim hakkımda mı yazmak istiyorsun?.. Gelip bilgisayarına bakacağım, dosyalarını okuyacağım, onları sileceğim.” ‘Kavgam’da kutuplar tersine çevrilmiştir: Utanç kaynağı, sorunlu ve yüz kızartıcı geçmiş önü alınmaz bir şekilde yaşanan âna akmaktadır. Dördüncü kitapta, Karl Ove’un babası ondan özür dilemeye çalışırken (“Çok hata yaptım”), Karl Ove ona hepsini unutmayı teklif eder: “Olan oldu, artık bunun bir önemi yok.” “HAYIR, VAR!” diye haykırır babası. Knausgaard’da da Ferrante’de de yazarlara has bu geçmişle yüzleşme mücadelesi, gençliğe özgü baskı ve direniş mücadelesiyle üst üste biner. Bunlar, >>genç insanların aldıkları miras tan özgürleşme mücadelesini an 14 31 Mart 2016 KITAP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle