Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
YAVUZ EKİNCİ’NİN YENİ ROMANI: “GÜNÜN BİRİNDE” ‘Hikâye anlatarak dünyaya bakıyorum’ CAN EROK Yavuz Ekinci, yazarlığının on ikinci yılında yedinci kitabı “Günün Birinde” ile bu kez çok farklı dil ve anlatım yapısıyla okurlarıyla buluştu. Romanında felaket çağından bir hikâye anlatan Ekinci ile “Günün Birinde”yi merkeze alarak içinde yaşadığımız çağı ve masalları konuştuk. SİBEL ORAL sibeloral@gmail.com Ş imdiye dek yayımladığın tüm kitapların kapakları da değişerek yeni baskı yaptı. Bir arada görünce ne kadar uzun zaman olmuş diye düşündüm. Sen ne durumdasın peki? n Ben de aynen senin durumundayım. Şaşkınım ve çok mutluyum. Bunca zaman ne çabuk geçti diye düşünüyorum. Bu duyguyu, yani zamanın ne çabuk geçtiğini daha önce oğlumu okula kayıt yaptırdığım gün yaşamıştım. Oğlumun okul kayıt belgelerini doldururken veli yerine adımı yazacağıma babamın adını yazıyordum ha bire. Sanki bu kadar zamanın geçtiğini, yaşlandığımı kabullenmek istemiyordum. Sibel, dediğimiz uzun zaman oldu, çok uzun bir zaman oldu. Yazamaya 1998 gibi başladım. 2001’de Yaşar Nabi Nayır Dikkate Değer Öykü Ödülü aldım ama öykü kitabımı çıkaramadım. İlk kitabım 2004’te çıktı. Günün Birinde yedinci kitabım oluyor. Yedi, özel bir sayı. Yedinin sırrına hep inandım. Bu güzel kapakları, arkadaşım Geray Gençer hazırladı. Kapakların yenilenmesi, kitapların baskıya hazırlanması için yayınevindeki arkadaşlarla uzun uzun çalıştık. Bu özenli ve güzel kapaklar için Geray’a ve yayınevindeki tüm arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. n İlk kitaptan bugüne yazarlığında, dilinde, hayatın içindeki duruşundan neler oldu, neler değişti? n Ben bir hikâye anlatıcısıyım. Hikâye anlatarak hayata bakıyorum. Hayat alabildiğine hoyrat. Gökyüzü kahır dolu. Çocukluğum, kırsaldaki çatışmalar içinde geçti. Evimin karşısındaki yüksek dağlarda çatışmalar hiç eksik olmazdı. Yakın köyler, dağlar günlerce yandı. İlkgençliğim ise faili meçhuller kenti Batman’da geçti. Ölümü uzak sanırsın. Ta ki önünde yanında birileri vurulup düşünceye dek. Birinin çırpınıp sonra öldüğünü gördüysen artık ölümden kurtulamazsın. Ölüm peşini bir daha bırakmaz. Şimdi de şehirler yerle bir ediliyor. İnsanlar patlamalarla havaya uçuyor. Diyeceğim; kapkara günlerde serpildi ömrü hayatım. Doksanlarda birçok arkadaşım gibi ölmediğim için hep suçluluk hissettim. Bugün ise hiçbir ölümü durduramadığım için çaresizlik içindeyim ve bu çaresizlik beni kahrediyor. Hayatım, edebiyatım, eserlerim bu ortamda şekillendi. Sadece dille uğraşan bir yazar olacak lüksüm hiç olmadı ve olmayacak da... n Aslında ne demek istediğini çok iyi anlıyorum ama bir yandan da Günün Birinde’nin diline ve anlatım akışına baktığımda burada da bir dil uğraşı ya da doğumu olduğunu görüyorum... n Dil uğraşım hep oldu ancak bu uğraş, hikâye anlatmamın önüne tabii ki geçmedi. Benim için hep hikâyeydi çekici olan. Hikâyelerin büyüsüne kapıldım. Derdi olan metinleri okumayı seviyorum. Ben de derdi olan metinler yazmak istiyorum. Bir metin rahatsız etmeli, insanın uykusunu kaçırmalı. “Bir gün bir kitap okudum hayatım değişti” diyebilmeli. Çünkü benim bu hayatla, bu dünyayla, bu ülkeyle ve kendimle bir derdim var. Ben eski bir hikâye anlatıcısıyım. Hikâye anlatarak dünyaya bakıyorum. “EN İYİ ROMANIM” n Günün Birinde... Uzun zamandır bu roman üzerine çalışıp titizlendiğini biliyorum. Bu roman Yavuz Ekinci edebiyatının bir eşiği yahut kırılma noktası diyebilir miyiz? n Bu roman hayatımda bir dönüm, bir eşik, bir kırılma noktası. Bu duyguyu her zerremde hissediyorum ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Günün Birinde için uzun zaman notlar aldım. Çok sayıda insanla görüşmeler yaptım. Yakılmış, yıkılmış köylere gittim. Terk edilmiş köylerde çaresizce bekledim. Ansızın evini barkını bırakıp kaçtıklarını hayal ettim. Çığlıklarını duydum, tedirginliklerini yaşadım, korkularını göğsümde hissettim. Sesleri kulaklarımda, görüntüleri gözümde büyüyünce karanlığa yatıp yazdım. Defalarca yazdım, karaladım, yırtım, attım ve bir daha, bir daha yazdım. Eyüp’ü, Cemşit’i, Havva’yı görebiliyordum ama her şeye rağmen bir şeyler eksik kalıyordu ya da okuyunca bir eksiklik duygusunu hissediyordum. Derken romanı öylece bekletmeye bıraktım ve sonunda Cevizler Vadisi’nin masalını yazmaya karar verdim. Çünkü masalı, efsanesi, tarihi olmayan bir yerin duygusu da derin olmuyordu. Bir yerin masalı, efsanesi orayla bir bağ kurmamızı sağlar. Cevizler Vadisi’nin masalını yazınca metin rahatladı ve nihayet akışını buldu. Bu bir aşk masalı. Amar ve Sara’nın aşkı. Cevizler Vadisi’ne sığınan Amar ve Sara, burayı aşkla kuruyorlar. Aşktan, ölümden kaçtıkları için Cevizler Vadisi’ne sığınıyorlar. Masalı yazdıktan sonra da bu sefer romanı bekletmeye bıraktım. Eskiler, “İyi bir hançer yedi suda dövülür” derlerdi. Bu sözden yola çıkarak bu metni yedi kez okuyup tekrar tekrar yazdım. Ta ki evet artık bitti deyinceye dek. Günün Birinde, şu an, bu yaşta yazabileceğim en iyi romanım. Benden bu kadar diyebilirim. n Peki, senin çıkış noktan, içindeki ateşi harlandıran neydi? n Bekleme... Bekleme duygusu. Kavafis’in “Barbaları Beklerken” şiiri romanı yazarken kulağımda hep çınlayıp durdu. “BEN FELAKET ÇAĞI’NIN YAZARIYIM” n Altı çizilen bir “Felaket Çağı” var... Aslında elbette romanın içine girdiğinde okur pekâlâ görüyor her şeyi ama felaket çağını bir de senden dinleyelim... n Bugün Felaket Çağı’nı yaşıyoruz. Her yer tekinsiz. Korku ete kemiğe bürünmüş ve aramızda dolaşıyor. İnsanın, insana ve ötekiye olan öfkesi hiçbir çağda bu kadar hortlamamıştı. Tahammülsüzlük, hiçbir çağda insanın kalbinde bu kadar yer edinip kök salmamıştı. Eskiden karanlık gecede, kuytu yerlerde, mağaraların derinliklerinde, ceviz >>ağaçlarının gölgesinde, vadilerin ıssızlığında saklanırdı. Şimdiy 12 31 Mart 2016 KITAP