Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
tSüamvadşüanlaynaıdır Edebiyat tarihini başlatan “İlyada” destanı üzerine, iki bin yılı aşkın süredir filozoflar ve yazarlar çok şeyler yazdı; her okuyan nesil kendine başka bir Homeros buldu destanın içinde. W illiam Shakespeare, Size Nasıl Geliyorsa komedisinde bütün dünyanın sahneden ibaret olduğunu söyler: “Tümüyle bir sahnedir yaşam / Erkeklerle kadınlarsa, hepsi birer oyuncu.” Shakespeare’in dünya görüşünü herhalde en iyi yansıtan sözleri bunlardır. Bu sözleri Homeros’a uyarlarsak, koca ozan büyük bir olasılıkla “Tüm dünya bir savaş alanıdır / kadınlarla erkekler de savaşçı” derdi. Edebiyat tarihini başlatan İlyada (Homeros, Can Yay., Çev. Azra Erhat, A. Kadir 622 s.) destanı üzerine, iki bin yılı aşkın süredir filozoflar ve yazarlar çok şeyler yazdı; her okuyan nesil kendine başka bir Homeros buldu destanın içinde. Bugün savaşın, göçlerin, adaletsizliğin ortasında biz de kendi destanımızı buluyoruz Homeros’ta. Homeros İlyada’da kendi çağından yaklaşık beş yüz yıl önce yaşanmış Truva Savaşı’nı anlatır ama satırlara yansıyan aslında kendi çağıdır. Tunç çağında bilinmeyen demir silahlarla kuşanmıştır savaşçıları; savaş gemileri de Minoen uygarlığından çok sonralarına ait olabilecek yapıdadır. Savaşlar neden çıkar karmaşık bir sorudur her zaman. Troya Savaşı’nda da savaşların çıkış nedeni ardında gizlenen ikiyüzlülüğü çok iyi anlatır Homeros. Savaşın ilk başta nedeni Akha kralı Meneleos’us güzel karısı Helene’nin Troyalı Prens Paris tarafından kaçırılmasıdır. Bunun üzerine Akhalılar Helene’yi geri almak üzere büyük bir ordu toparlayıp Girit, Trakya ve Anadolu’ya saldırır. Bir kraliçenin kaçırılması olayı, her çağda olacağı gibi, savaşa yol açacak güçte bir nedendir fakat İlyada’da, savaşın gerçek nedenleri de dile getirilir: bunlar, değerli maden yatakları, kendilerininkinden daha gelişmiş bir uygarlığın ürünleri, köle olarak kazanılacak kadınlar ve hazinelerdir. Aslında Meneleos’un onurunu kurtarmaktan çok öte amaçları olduğu hiç gizlenmez. KAHRAMANIN TRAJEDİSİ Azra Erhat, İlyada’nın iki katlı bir sahne olarak okunması gerektiğini söyler. Bir bakıma aşağıdakiler ile yukardakiler olarak görmemizi ister insanlarla tanrıları; aşağıdakilerin kahramanı Akhilleus’tur, yukarıda ise tanrıların babası Zeus olayların merkezindedir. Homeros kurgu ustalığının muhteşemliğini bu iki kahramanıyla gösterir en iyi. Destanın hemen başında iki kahraman bir olaydan farklı şekilde etkilenirler. Akhilleus destanın birinci bölümünde Agamemnon’a öfkelenir ve Akhalarla savaşmaktan vazgeçer. Tanrıça Thetis oğlunun öfkesini görünce ona hak verir ve Akhaların kazanmaması için (en azından oğlu olmadan kazanmamaları için) uçarak gider ve Zeus’a yalvarır. Zeus de Thetis’in ricasını kabul eder. Bu durumda daha dev destanın başında iki kahramanı etkisiz hale getirir Homeros. Akhilleus, her şeyden çok savaşmak isteyen, kandan beslenen bir savaşçı olmasına rağmen savaştan uzak duracaktır. Zeus ise Akhaların savaşı kazanması için kullanacağı muazzam gücünü kontrol altında tutacaktır. Homeros böyle yaparak bir pathos yaratır. Kahramanın trajedisi, kendi olamamaktır. Özü kavga etmek olan bir savaşçı dövüşemeyecek, özü güç olan bir tanrı da gücünü gösteremeyecektir. Edebiyatta süründürme denilen etkiyi bununla yapar. Akhilleus’un eline kılıç yerine çalgı verir ve dere kenarında bu sinirli adamı şarkı söylerken anlatır. Destan, ve dolayısıyla savaş, böylece yeni bir akışa doğru gider. Elleri bağlı iki adamın güçlerini yitirişlerinin öyküsü olur destan. Savaş meydanından uzakta olsalar da hemen her satırda varlardır; herkesi Akhilleus ile karşılaştırır, onu unutmamıza izin vermez. Yirmi dört bölümden oluşan destanın on sekiz bölümünde savaşmaz Akhilleus, ta ki en sevgili dostu Patroklos öldürülür, işte o zaman daha fazla dayanamaz ve kendisi için yeni yapılan silahlarla savaşa döner. AHLAK Homeros’un anlattığı savaş, erlerin sadece kendilerini dövüşte gösterdikleri alan değildir, daha önemlisi soylu ve ahlaklı savaşma alanıdır. Bir yiğit düşmanla karşılaştığında önce kendini tanıtır, soyunu, kimlerden geldiğini söyler. Karşısında dövüşeceği düşmanını da tanımak ister. Bunu en iyi Glaukos ile Diomedes’in karşılaşmasında görürüz. “Arkadaş ölümlü insanlardan kimsin ki?” diye sorar Diomedes. Glaukos bunun üzerine anlatır tüm soyunu ve sonunda “Övünürüm işte, bu soydan, bu kandan olmakla” diye bitirir sözlerini. Bu konuşmalar üzerine anlaşılır, iki savaşçının babalarının dost olduğu, “Değişelim gel silahlarımızı, bellesin Akhalarla Troyalılar atalarımızın konuk kardeşi olmasıyla övündüğümüzü” derler. Homeros’un ahlakında sadece denkler dövüşür. Kendinden güçsüz olana saldırmak, arkadan vurmak, hileyle ya da kandırarak yenmek elbette vardır savaşta fakat bunlar hep kınanır destanda. Bir düello gibidir dövüşler, denkler karşı karşıya geldiğinde tüm güçlerini gösterir düşmana ama ona saygı göstererek ve onurlu şekilde yenilmesine izin vererek. Homeros savaş meydanında iki karşıt duyguyu birlikte işler. Bir yandan insanın savaştan tiksinmesi ve barışa duyduğu özlem, diğer yandan da savaş alanının cazibesi. İnsanın doğal olarak vahşet karşısında heyecan duyması. Destanın özünde yatan ikircikliğe örnek olur bu durum ve tüm karakterler bu ikilemin farkındadır. Hem öldürmenin çirkinliği hem de zaferin güzelliği. Destan boyunca vahşet hayatın bir parçası olarak anlatılır, duygusallaşmadan kabul ederek. Bununla birlikte savaşın içindeki güzelliği de yadsımaz, üç bin yıllık tarihinde savaştan kaçamamasında insanın bulduğu çekicilik. Buradan da anlaşılacağı gibi hiçbir olay tek boyutlu değildir İlyada’da, ne de destanın karakterleri tek boyutludur. Örneğin Hektor’un sevgili eşi Andromakhe savaşa gitmeye hazırlanan kocasına (VI bölüm) uzun uzun dil döker, savaşmaması, kendisini dul bırakmaması için yalvarır: “Sen bana bir babasın, Hektor, ulu anamsın benim, kardaşımsın, arkadaşısın sıcak döşeğimin. Burda, kalede kal, acı bana, yetim koma yavrumuzu, karını dul koma.” Böylesine yalvaran bir kadındır Andromakhe ama onu edilgen bir kadın olarak görmemizi engeller Homeros çünkü bir satır sonra eşine savaş taktiği öğreten bir kadına dönüşür: “Şu incir ağacı önünce tut orduyu, kente ordan kolay girer düşman, kolay çıkılır ordan duvarlara.” Her on beş günde bir klasikleri ele aldığımız bu köşede Homeros’u ağırlamamak olmazdı. Yüzyıllar ötesinden bilge ozanın sesini duymaya her nesil gibi biz de gereksinim duyuyoruz. n 6 17 Kasım 2016 KItap