Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
>> DOSTLAR, GEZİLER VE MİTİNGLER... 1978’de Yedinci Adam’ın Türkçe çevirisi yayımlandığında, mutlu bir rastlantıyla Berger’ı tanıyan ve İstanbul’da Kalenderhane’deki Bizans mozaikleriyle ilgili araştırmalar yapan bir arkadaşıyla tanıştık. Daha önce Berger’ın Sanat ve Devrim kitabını 1974’te yayımlayan Yankı Yayınları sahibi Kemal Demirel’le Berger’ı İstanbul’a davet ettik. Kararlaştırdığımız tarihte verdiğimiz ev adresine, John Berger, eşi Beverly ve iki buçuk yaşındaki oğulları Yves’le geldi. Hazırladığımız sofrada onları bekleyenler arasında Cihat Burak, Can Yücel ve Mehmet Ulusoy gibi arkadaşlar da vardı. Konuklarımız Alplerdeki Quincey köyünden küçük Citroen arabalarıyla kazasız belasız gelmişlerdi. Sofrada hemen aileden birileri gibi bize katıldılar ve kırk yıllık dostmuşuz gibi sohbet başlamış oldu. Bergerlar Türkiye’de kaldığı bir aya yakın süre içinde İstanbul’un görülecek yerlerini gördü, sanat dünyasından birçok insanla tanıştı, bir arkadaşın evinde Ruhi Su’yu dinledi, bir başka arkadaşın evinde Beklan Algan’ın sahneye koyduğu Cesaret Ana ve Çocukları oyununu televizyondan izledi. Kumkapı’da Kör Agop’un meyhanesinde Yaşar Kemal’le türküler üzerine sohbet ettiler. Bir ara İstanbul dışına çıkmak için gazeteci bir arkadaşın kılavuzluğunda önce Adapazarı’na, oradan Bolu ve Mudurnu’ya da gittiler. Adapazarı’nda Çark Gazinosu’nda onları ağırlayan Belediye Başkanı, Berger’ı Sait Faik’in amcaoğluyla da tanıştırmış. O da Berger’a Sait Faik’in Fransızcaya çevrilen öykü kitabını getirmiş, “Sabaha kadar Sait Faik okudum” demişti Berger döndüğünde. Bu kısa yolculuğun başka ilginç bir rastlantısı da Mudurnu’ya vardıklarında, Bülent Ecevit’in ünlü “KöyKent” mitingini izleme fırsatını bulmaları. İstanbul’dan ayrılmadan önce Resim ve Heykel Müzesini gezen Berger orada Şeker Ahmet Paşa’nın “Orman” tablosu önünde durup o resmin ilginç perspektif özellikleri üzerine daha sonra yazacağı bir deneme için notlar aldı. Gitmeden önceki son akşam da arp sanatçısı Uğurtan Aksel’in evinde Niyazi Sayın’dan, Necdet Yaşar’dan ve Reşat Uca’dan ney, tambur ve kemençe dinledi. Ertesi sabah Edirne’den geçip Alplerdeki köyüne dönerken Selimiye’ye de uğrayan dostumuz yazdığı ilk mektubunda, “O sesler hâlâ kulaklarımda, Selimiye’nin kubbesi altındaki o düzen hâlâ gözlerimin önünde” diyordu. KIŞIN ÜRETİCİ, YAZIN IRGAT Daha sonraki yıllarda John Berger, Beverly’yle iki kez daha geldi İstanbul’a. Önce Uluslararası İstanbul Film Festivallerinden birine jüri üyesi, daha sonra da İstanbul Kitap Fuarı’nın davetlisi olarak. Bu gelişlerinde de Latife Tekin, Tomris Uyar ve daha birçok başka yazarla tanıştı, panellere katıldı, Görme Biçimleri konusunda konuşmalar yaptı, Hakkari’de Bir Mevsim filmini seyretti. İstanbul’da ziyaret ettiği bir gecekonduda raflardaki az sayıda kitap arasında Yedinci Adam’ı görünce kitabın yeni baskısına yazdığı önsözde bu kitabın kimlere seslendiği konusuna yeniden değinme ihtiyacı duydu. Bu önsözde, kitabın bazı yanlarının eskimiş olabileceğini ama burada insanın daha çok bir aile albümünde rastlayacağı hayat hikâyelerini, bir dizi yaşanmış anları bulabileceğini söylüyordu. Avrupa’nın az gelişmiş ülkelerinden, daha doğrusu bu ülkelerin yoksul bölgelerinden yurt dışına giden insanlar arasında bir aile bağlantısı vardı. Bu bağlantıyı sağlayan da “o gün olduğu gibi bugün de göç olgusuydu.” Göç çoğu köy kökenli bu insanları yerlerinden yurtlarından ediyor, dillerini, törelerini bilmedikleri yaban ellerde onları yabancılaştırıyordu. Organik hayatı daha iyi anlamak için Berger, G’den sonra deneysel yenilikçi anlatımı bırakıp köylülerin yaşayışını yerinde görüp anlamak için Alplerde küçük bir köye yerleşti. Mevsimine göre onların üretim işlerine karışıp yazın bir ırgat gibi çalışarak o topluluğun bir parçası oldu. Kışın da yazar kimliğiyle bu insanların gerçeklerini daha geleneksel bir anlatımla yazmayı denedi. Böylece Domuz Toprak; Bir Zamanlar Europa’da; Leylak ve Bayrak gibi romanlarla; Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü; Fotokopiler; Keeping A Rendevous; Kıymetini Bil Her Şeyin; Bento’nun Eskiz Defteri ve sık sık gene resim, heykel, fotoğraf, genel politika ve kültür konularını da içeren benzer deneme kitaplarıyla bilge bir anlatıcı olmayı sürdürdü. Bu anlatıcılık rolünü senaryosunu filmin yönetmeni Timothy Neat ile yazdığı Play Me Something (Bana Bir Şey Çal) filminde oyuncu olarak canlandırdı. Bu filmde de görüldüğü gibi Berger’in anlattığı öyküler dinleyenlere hemen hemen her zaman umut verir nitelikteydi. Bana öyle geliyor ki umut onun yoksulluk, yoksunluk ve her türlü acı karşısında direnmenin nasıl gerçekleşeceğini gösteren şiirsel yoğunluktaki anlatımından kaynaklanıyor. “ŞİİRİN YAŞANTIYA DUYDUĞU İLGİDEN DAHA DAYANIKLI BİR ŞEY YOK” John Berger şiirlerini “Sözcükler”, “Tarih”, “Göç”, “Yerler” ve “Sevgilim” gibi başlıklar altında bölümlere ayırırken insanların hayatlarında kimlerle ve nelerle ilişki kurduğunu, nelerden ve kimlerden yoksun kaldığını, onları birbirlerinden ayıran ve birleştiren yaşantıların neler olduğunu değişik açılardan açıklamaya çalışır. Onun roman, deneme, senaryo vb. türlerde yazdıkları gibi, şiirleri de daha çok ezilenlerin, yenik düşenlerin, ölümcül hastalıklarla boğuşanların çektiklerini ele alsa da, doğanın kendini yenileyen gücüne ve insanın dayanıklılığına duyduğu inanç aynı zamanda daha insanca bir dünyanın yaratılabileceğinin umudunu aşılar okurlarına. Kendisi şiirin bu gücünü şu sözlerle açıklıyor: “Şiir her şey arasında yakınlık kurarak dilin yaşantıya ilgi duymasını sağlar. Bu yakınlık şiirin çabasının bir sonucu, şiirin yöneldiği her eylem, ad, olay ve bakış açısını bunlar arasında kurduğu yakınlıkla bir araya getirmesinin bir sonucudur. Çoğu zaman dünyanın acımasızlığına ve umursamazlığına karşı çıkarılabilecek şiirin yaşantıya duyduğu bu ilgiden daha dayanıklı bir şey yoktur.” Berger’ın toplu şiirlerini bir araya getiren Gökyüzü Mavi Siyah, tıpkı öbür kitapları gibi yurtsuzluğa, sömürüye, ezilmişliğe karşı bizi bu durumdaki insanlarla özdeşleşmeye, onlarla dayanışma içinde olmaya çağırıyor. n Gökyüzü Mavi Siyah/ John Berger/ Çeviren: Cevat Çapan/ Ayrıntı Yayınları/ 250 s. KItap 2317 Kasım 2016