23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

‘Bir et parçası gibi yığılmış kalmışım bu şehirde’ JOHN BERGER / ŞİİRLER/ ÇEVİREN: CEVAT ÇAPAN UMUTSUZLUĞUN YEDİ YÜZEYİ Bir gün daha sağ kalabilmek için her sabah gerekli kırıntıları aramak ve bulmak. Uyandığında bu yasal sahrada hak hukuk diye bir şey olmadığını bilmek. Geçen yıllar boyunca hiçbir şeyin iyiye gitmeyip tersine kötüleştiğini bizzat yaşayarak anlamak. Nerdeyse hiçbir şeyi değiştirememenin utancını duymak ve bunun seni başka bir çıkmaza sürüklemesi. Seni ve yakınlarını umursamazca hiçe sayan binlerce vaadi dinlemek. Altında kaldıkları toz dumana boyun eğmeyenlerin örneği. Öldürülen yakınlarının üzerine çöken ağırlığı ve sayıları o kadar çok ki onların masumiyetin sonsuza kadar yok olması bu yüzden. 2001 Orlando Letelier 19321976 Bir ara, dağlarında seni görmeye geleceğim demişti bugün öldürüldü paramparça havaya uçuruldu kalmaya geldi birçok yerde yaşamıştı her yerde öldü bu odada açık bırakılmış kitapların sayfa aralarına geldi bu yıl meyve yüklü ağaçlarda onun saymadığı tek elma yok birer armağan renkli elmalar bir daha ölümle karşılaşmayacak cesedinin üzerinden fırlatılmadığı hiçbir uçurum yok sesinin sessizliği bir kayın yaprağı kadar yalın ve tatlı güvende olacak ormanda anadiliyle konuşurken rastlamadım hiç ona kendi yurttaşlarının adlarını andığı zaman dışında çayırlardaki koyunlardan daha hızlı koşuyor bulutlar hiç kaybolmadı her zaman kalbinin hiç şaşmayan pusulasına baktı ibresi Şili’yi gösteren gözünü şimdi içinden geçtiği Santiago’dan ayırmadan. Adaletsizlik Sarayı önünde birçok insanı bir araya getirdi aklın inceliğiyle ne yapılması gerektiğini anlattı orada kayalar arasında devlerle değil kadınlar ve erkeklerle birlikte onu havaya uçurdular çünkü açık seçik konuşuyordu bombaya başvurmalarının nedeni zor beğenen biri olmasıydı katillerinin birbirlerinin kulağına fısıldadıklarını onun sesinden asla duyamazdınız onun tarihe olan inancından korkuyorlardı ve öldürülmesine karar verdiler. Mevsimin değişiminde geldi kan kırmızı üvezler olgunlaştığında işkencecilerin tekelindeki mevsimde değil mevsimsiz zamana dayandı baharda da burada olacak her bahar ta ki değişen mevsimler Santiago’da patlayıncaya değin LA NAN M.’NİN ÖLÜMÜ Lauren Malgrand’ın anısına Artık ne tavuklara lapa hazırlayabilir ne de çorba için patates soyabilir duruma gelince ne ekmek yeme iştahı kaldı ne de bir lokma yemek yemek Kocası artık yükseklerde değil de yere yakın uçan kargaları seyretmek için kendini siyaha boyuyordu dalların üstünde Kendisi sobadan daha küçük pencerenin yanına oturuyor dışardaki pırasalara bakıyordu Çalılık tepelerden toplayıp sırtında getirdiği odun yığınının yanına çömeliyor adeta üzerinde onları parçaladığı kütük oluyordu Gelini tavukları besliyor sobaya odun atıyordu Gece kocası yatağının iki yanındaki siyah ateşin yanına uzanmıştı bunun karşıtının ne olduğunu sordu kocası süt dedi iştahla. Mutfakta aile ve komşular sıralanmış onun nefes alma savaşını izliyorlardı Ta dağ başında kocası John Berger donmuş dereyi eritmek için kara ve buza işiyordu Kendisine başını sandalyenin koluna dayamak daha kolay geliyordu Kocasının çişi buz saçağı gibiydi ve renksizdi Silmek gerektiğinde elindeki mendille ağzını siliyordu Kocasının siyah aynasında hiç buğulanma olmuyordu Konuklar evden çıkarken onu alnından öptüler onları seslerinden tanıyordu Kocasının götürüp donmuş gübre yığınının üzerinde ters çevirdiği el arabasının iki ayağı hâlâ sıcak Evliliklerinin yetmiş üçüncü yıldönümünü mutfakta öte beriyi toplamakla geçirdi arada terlikleriyle bir ayı gibi dolaşan oğluna soyadını söyleyerek çağırdı Bir şeyi yanlış yaptın Ölüm sarhoş değil ki şakası olsun İhtiyarlamayacaktın Hırsız değildim ki diye karşılık verdi Öldüğünde yatağında uzanmış hayattaykenki kadar boyluydu giysileri ayakkabılarıyla gelin olduğu günkü gibi ama sağ omuzu soldakinden düşüktü bütün taşıdıkları yüzünden Cenazesinde köylüler mezarcılardan önce onu yağan ince karın gömdüğünü gördüler GÖKYÜZÜ MAVİ SİYAH Gökyüzü mavi siyah sığırcıklar kanatlarını açıyorlar mektup yazmak için tüneklerinden ayrılıp dönüyorlar. Batan gün dişleri altın gibi parlatıyor. Bir et parçası gibi yığılmış kalmışım bu şehirde. ORMAN Her çam gün batarken kendi sesinin kuşunu barındırır orman dikey ve sessiz tarihe aldırmadan taş gibi gözyaşı dökmeden titrek bir heyecanla güneşin batışının o eski hikâyesini tekrar eder durur n 34 17 Kasım 2016 KItap
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle