19 Nisan 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

olduğu bu kültürel iklimden payını alıyor. Ama esas zorluk burada başlıyor. Türk toplumunun geleneksel yapısıyla çatışan her yenilik, kadının canını erkeğe göre daha çok acıtıyor. Romanım, Türk kadınının bu örtük mücadelesine tali bir yerden giriş yapıyor. Yani anlattığım gayet kişisel bir hikâye ancak romanın kahramanı Zehra, 80’lerin kadın kuşağının bugüne kadar ertelenmiş kimlik sancılarını yaşamayı olanaklı kılıyor bir biçimde. Okurun; çocuk, genç kız ve kadın olmak rollerini Zehra’nın psikolojik maratonunda ona eşlik ederek yeniden deneyimlemesi ve yorumlaması mümkün. Bu roman bir retro tümüyle; geçmişe bir çekidüzen verme edimi. Zehra, hayatına ruhsal açıdan bir prenses olarak başlayan ancak büyüdükçe üzerine yapışan bu elbisenin hiç de rahat olmadığını geç de olsa algılayan bütün kadınları temsil ediyor. Babalarının dizlerinde oturan o güzel prensesler, büyüdüklerinde heveslerinin ve tutkularının peşinden koşmak istediklerinde onları kör bir yalnızlığın içine atıyoruz. “BİÇEMDE BİR RÜYA ALT DİLİ DE VAR” Korkut da ilginç bir tipleme, türdeşlerinden bile ayrıksı bir ıssız! Romanın duygusal atmosferindeki belirleyiciliği bir yana, kendini dayatan da bir kişilik. Sonra küfürbaz ve hiç tekin değil. Bu noktada değer verdiği erkeklere en çok da yalnızlık hissiyle tutulan Zehra’ya ve kadınlara verili elbet aslan payı. Kahramanların bu yer yer patolojik ilişkisini sert bir iklimde gerilimi aşama aşama artırarak yazıyorsunuz. Korkut karakterinin, söylediğiniz gibi romanın duygusal atmosferinde özel bir yeri var. Dahası, Zehra’nın zihinsel ve bedensel çelişkilerini ancak onunla olan ilişkisinde yakalamak mümkün. Bu ıssız adamın ortaya çıkışı, Zehra’nın kendi gölgeli yanını fark etmesine neden oluyor. Korkut, Zehra’nın aynası bir nevi. Kadının iç yolculuğunu tetikleyen ilk ayna diyebiliriz ona. Sonra başkaları çıkıyor Zehra’nın karşısına: Çıkıp giderken arkasında açık bıraktığı kapılar olduğunu ancak bu kadınlar ve erkekler sayesinde anlıyor. Bu geri dönüşler, retrolar, elbette romanın biçemini de etkiliyor. Kimi yerlerde benöyküsel kimindeyse elöyküsel anlatıcıya başvurdum. “Ben” diyemeyen bir yüzleşme eksik olurdu. Ancak bazen de Zehra’nın yüzleşme anlarında okuru özgür bırakmak istedim. Bir tarafsızlık konumu dayattı kendini, takip ettim. Bu arada romanın biçemi içinde bir rüya alt dili de var. Bilinç dışının yüzeye çıkışları ve çelişkilerin görünür olması rüyalar sayesinde. Aslına bakarsanız, rüya da bir mekândır ve roman içindeki “ev kızı” da birçok “Bir kadının aşk yolculuğu, erkeğin onu götürebildiği yere kadardır” diyor H. Zeynep Altan. göndermeyi yani metinlerarası yolculuğu yapabilmemi sağlayan bir diğer mekân oldu. Okur, bu romanda klasik bir zaman ve mekân anlayışının yerine ileri, geri ve yeniden ileri giden, neredeyse film izlemeye benzeyen bir kurgu içinde bulabilir kendini. Biçemi farklı kılan bir ayrıntıyı da dile getirmek istiyorum: Romanda bir ‘Pınar’ karakteri var ki, diğer roman kişileriyle kesinlikle yan yana bile gelmiyor. Özellikle cinselliği üzerinden ötekileştirilen kadının ‘toplumsal vicdanı’nı temsilen keyifle ahkâm kesiyor. Metne muzipçe sızan bir dış ses gibi. Yazdıktan sonra Pınar’ın özgürlüğüne ve özgüvenine bakıp ona gıptayla karışan bir hayranlık besledim. Bu da çok tuhaf bir şey. “AŞK, KİTAPLARDA VE FİLMLERDE YAŞIYOR” Sadece bu ilişki çerçevesinde değil geniş perdede pek çok kadını kıskaca alan günümüz ortamına da sıkı bir yakın plan da romanınız. Romanım, günümüzde geçiyor ve bugünün ilişkilerini sorgulayabilmemizi sağlayan bir zemin sunuyor. Hem bir yazar hem de bir kadın olarak kadınların kamusal alandaki yükselişinin, iş hayatındaki görece güçlü konumunun birçok erkek tarafından yanlış okunduğunu düşünüyorum. İş hayatında başarılı olmak, fikirleri gerektiğinde cesur biçimde savunuyor olmak, anne olup olmamaya karar verme özgürlüğü; kadının anlamlı ilişkiler kurma, sevilme ihtiyacını ortadan kaldırmıyor. Kadınlığın toplumsal hayatta bir takas nesnesi gibi görülmesi ve işlevselleştirilmesi; aşkı, ilişkilerin dışına yani ütopyaya sürükledi. Aşk, kitaplarda ve filmlerde yaşıyor. Zehra’ya dönersek, Frida Kahlo’nun bir resmine atıfta bulunarak anlatmayı tercih ettiğim bölümde; Zehra hem âşık olur hem de aşkı seçmez. Çünkü Korkut’un bu yolculuğa çıkmayacağını bilir. Bir kadının aşk yolculuğu, erkeğin onu götürebildiği yere kadardır. Bu yüzden gönlümüz razı gelmese de yalnızlık bir seçenektir. “KADINLIK BİR ELBİSE DEĞİL” Keşfedişleri, iç kazıları her yaşında nasıl büyütüyor Zehra’yı? İç kazıları sonunda büyütüyor Zehra’yı. Ancak yaşı pek de bir şey ifade etmiyor. Çünkü deneyimleriyle yaşı arasında bir uçurum var. Zaten ötekileştirilmesinin nedenlerinden biri de bu. Ortaokuldan itibaren şık ve zarif biçimde üzerine giydiği kadınlığın nimetlerinden habersizdir. Ona kalan, daha çok külfetleridir. Oysa kadınlık, bir elbise değildir; içeriden gelir, döngüler halinde yükselir ve serpilişini destekleyen bir kültürel iklim içinde kadının özgür iradesinin merkezi olur. Son soruda metaforlarla (özellikle doğadan biçilen) hukuku nasıl romanın? Doğa, kültürün biricik kaynağı. Çoğu imgeyi oradan devşiriyoruz. Deniz, kum ve yağmur benim bu romanda kullandığım güçlü metaforlar. Ama romana asıl karakterini veren, adını da oluşturan “prenses” metaforu. n [email protected] Prenses Eteğindeki Taşları Döküyor/ Hayriyem Zeynep Altan/ Pupa Yayınları/ 166 s. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1300 1 5 O C A K 2 0 1 5 n S A Y F A 1 7
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle