Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Tiyatroyu kurtarmak mı, ondan kurtulmak mı? Sancılı yeni bir tiyatro mevsimi başlıyor. Bir yanda çeşitli baskı, yasak, kapatma, sansür, ceza, engel öte yanda yüz yaşını, altmışını devirmiş ödenekli tiyatrolarımız, elli yaşını aşmış, kırklarını geçmiş, otuzlarını görmüş, yirmilerini tamamlayıp olgunlaşmış, onuncu yaşta kendilerini artık kanıtlamış profesyonel, amatör özel topluluklarımız… iyatronun kuruluşu veya kurtuluşu yani bağımsız sanat alanı olarak kendisini somutlayışı, sınırlarını çizerek yasalar koyuşu, kuramsal, kavramsal açılımla kurallar getirişi üzerinden kaç bin yıl geçmiştir dersiniz? Yine de bu aşamaya varana dek çok daha uzun bir süre aşılmış olmalı. Öyle ya, canlı, cansız tüm varlıklar arasında gözlenen en temel dinamiklerden biri de oyun değil mi? Önce oyun vardı elbette. Oyuncu sonradan geldi. İnsan kadar hayvan, bitki oyunla kucaklaştı. Bu dünya konukluğunda insanoğlu böyle rol aldı, daha doğrusu kendine yol bulup bir rol kaptı hayatta tutunabilmek için. O halde hem oyuncuyuz hem de her şeyi oyuncağa dönüştüren kafa yapısına sahibiz. Salkım SelviBener’in Antikçağda Oyun ve Oyuncaklar (Kitap, 2013) adlı özgün olduğu denli ilginç çalışması örnekçe bağlamında alınabilir… Yazar, emek ürünü yapıtının “Giriş”inde “Türkiye’de arkeoloji literatüründe bulunduğunu düşündüğü(.) bir boşluğu doldurmayı amaçladı(ğını)” vurguluyor. (11, 12) Kaldı ki Anadolu, oyuna, oyuncuya, oyun gereçlerine yönelik verilerin dizgelendiği, kavramsallaşmaya yöneldiği, bu bağlamda farklı açılımların gözler önüne serildiği önemli bir laboratuvar aynı zamanda… Söylenden, mimden, maskeden, danstan, tapınımdan vb. geçerek bunları, kuruluş, kurtuluş odağında yerine oturtmak üzere Roland Barthes’ın elli yıl önce kaleme aldığı denemeye uzanalım… Görüntünün Retoriği, Sanat ve Müzik (Çev.: Ayşenaz KoçÖmer Albayrak, YKY, 2014) başlıklı deneme kitabından alıntılarla sürdürüyorum… KURULUŞTAN KURTULUŞA TİYATRO SANATI… “Sorgulamanın ta kendisi olan antik Yunan tiyatrosu, diğer iki sorgulama arasında yerini alır; bu sorgulamalardan biri dinseldir: mitolojidir; diğeri ise laiktir: Felsefedir (İÖ 4.yüzyıl). Bu tiyatronun, zamanla, sanatın laikleşmesinde bir yol açtığı doğrudur… Sorgulama gitgide entelektüel biçimlere geçtikçe… tragedya da… evrildi ve bu tür, (artık) kaderlerin çatışması değil ama karakterlerin çatışC U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I T ması üzerine kurul(du). (…) Aynı evrilme komedyada da gerçekleşti… (…) Tragedya ve komedyanın konusu artık insan ‘gerçekliği’ydi…” “Dinsel tiyatro mu yoksa kentli tiyatro mu? Tabii ki her ikisi de; laiklik fikrinin bilinmediği bir toplumda başka türlü olamazdı zaten. (…) Yine de ona anlam katan şey kenttir…” (64) “…[A]ntik Yunan tiyatrosunun, özellikle de tragedyayla ilintili kısmının (…) özünü kent vermiştir.” “(Bu), zenginler tarafından fakirlere kanunen sunulmuş bir tiyatroydu.” (68); “Antik Yunan tiyatrosu esasen şenlikvari bir tiyatrodur. Bu tiyatroyu ortaya çıkaran şenlik yılda bir yapılır ve günler sürerdi.” (71); “[A]çılış töreni alayında hazır bulunmak için takılan maskeden gösterinin kendisinin mimesisine kadar, kent adeta tiyatro oynuyormuş gibi yaşardı.” (72); “[T]iyatroda halkın gerçek bir ‘kurgu’su söz konusuydu…” (74) Barthes, şu saptamayı da paylaşıyor: “…[N]e olursa olsun, bir sanatın gerçekçiliği, seyircilerinin inanma derecesinin dışında tanımlanamaz; bu gerçekçilik, onu kabul eden zihinsel çerçevelere kaçınılmaz biçimde gönderme yapar.” (79) Demek ki adına tiyatro diyeceğimiz sanattan, kuruluşundan söz edeceksek eğer, kendi saltık değeri üzerine oturuşunu, bu bağlamda ayağa kalkışını, “kendi kendisi”nin varlığını bağımsız biçimde ortaya koyuşunu bekleyeceğiz demektir. Antikçağda büyük atak sergileyen tiyatro sanatı, Murat Tuncay’ın Ortaçağ Tiyatrosu (MitosBoyut, 2014) adlı çalışmasında belirttiği üzere, koskoca bir bin yılı “atlanan evre”(6) olarak yaşadı. ORTAÇAĞDAN MODERN ÇAĞLARA UZANAN TİYATRO… Murat Tuncay, “Önsöz”ünde şöyle diyor: “yaklaşık bin yıllık süreç içinde tiyatro, ilkin yok denecek kadar önemsiz bir kurum, bir eğlence modeli; daha sonra Kilise’nin öğretilerini cahil halka açıklayabilmesi için bir araç; daha sonraları da özellikle Renaissance’a yaklaşırken kutsal yortularda geniş halk kitlelerinin aktif olarak katıldı(ğı) büyük organizasyonlar(da) kendisini göster(iyor).” Yaşanan gerçekliğe daha yakından bakalım şimdi… Tuncay’dan özetliyorum: “…Roma egemenliğinin sürüp gittiği çağlarda, eğlendirme, eğitme ve eleştirme 1 2 8 5 Ancak Kilise’nin (tiyatronun) belli bir türüne değil tümüne karşı çıkmakta olduğu da unutulmamalıdır. Latince ve Yunanca asılları manastır kitaplıklarındaki el yazmalarında saklanan; Latince eğitimi adına kullanılan bu kitaplarda Tiyatronun ne olup ne olmadığı; neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğini açıklayan örnekler yeterince bulunmakta iken Kilise’nin böylesi bir düşmanca tavır içine girmesi ilginç bir boyut daha ortaya çıkarmaktadır.” Çünkü, “[y]aklaşık on bir yüzyıl süren Ortaçağ’ın feodal yapısı ve toplumsal sınıfların statik konumu; soru sormayan, kurcalamayan, direnmeyen başı eğik bir insanlar topluluğu gerektiriyordu(r).” (26, 27, 28) Sonrasında, “[e]ski Romalı oyuncular Avrupa’nın pek çok yerine dağılırlar. Zenginlerin evlerinde, şatolarda, kırlarda, sokaklarda, panayırlarda, kendilerine seyirci bulabildikleri her fırsatta; masallar anlatarak, soytarılıklar yaparak seyredenleri eğlendirmeye, geçimlerini sağlamaya çalışırlar.” Böylece oyuncular ilk ustaları Thespis’le buluşmuş olur… SANATSAL YETİNMESİZLİĞİN SİMGESİ: OYUNCU… Roland Barthes, “lirik şair” Thespis’in, “İÖ.550 yıllarında, Attika’da, köy köy gezerek gösteriler yap(tığını) ve malzemelerini at arabasıyla taşıyıp korosunu köy ahalisinden oluştur(duğunu)” (59); “’karakterler’in… zamanla, belirleyici özellikleri olmayan bir kitleden, yani korodan çıktıkları(nı)” söyleyip, “ezberden okumayı taklit etmeye dönüştürerek ilk oyuncuyu yarattı(ğını)” belirtiyor. (76) Demek ki tiyatroyu sırtlayan oyuncu oldu hep. Ortaçağı aşıp modern çağ tiyatrosunun çağdaş dervişlerine geçebiliriz buradan. Bu bağlamda, tiyatro sanatının omurgası “oyuncu”yla, yani “oynayan insan”la nokta koyayım istiyorum yazıya: Yoshi Oida; Görünmez Oyuncu (Ek metinler: Lorna Marshall, Çev.: Özlem Turhal de Chiara, Boğaziçi Üniversitesi, 2013)… Doğuyla Batının bileşkesinde, bir gösterge oyuncu olarak Yoshi Oida, “Giriş” bölümünde düşüncesini paylaşıyor bizimle: “Benim için oyunculuk, varlığımı göstermek ya da tekniğimi sergilemek anlamına gelmiyor. Daha çok oyunculuk aracılığıyla ‘başka bir şeyi’ ortaya çıkartmak, seyircinin günlük hayatında çok karşılaşmadığı ‘o şeyi’ açığa çıkartmak anlamına geliyor.” “Oyuncu olarak sizin göreviniz ne kadar iyi gösteri yapabildiğinizi göstermek değil, sahneyi canlı kılmaktır. Bu gerçekleştiğinde seyirci size kapılır ve sahnenin yarattığı dünyaya girer.” (17, 18) Sancılı yeni bir tiyatro mevsimi başlıyor. Bir yanda çeşitli baskı, yasak, kapatma, sansür, ceza, engel öte yanda yüz yaşını, altmışını devirmiş ödenekli tiyatrolarımız, elli yaşını aşmış, kırklarını geçmiş, otuzlarını görmüş, yirmilerini tamamlayıp olgunlaşmış, onuncu yaşta kendilerini artık kanıtlamış profesyonel, amatör özel topluluklarımız… Tümü de Kurtuluş Savaşından Kuruluşa geçercesine binlerce, on binlerce yıl sonra perde açmaya hazırlanıyor… Ama madem oyun bu; oyuncuya dokunan yanar, oyunbozan olur, oyun dışında kalır… Ya oyunun içindesiniz ya da dışında! Hadi oyuncu, sıra sende, çık ortaya! n 2 0 1 4 n S A Y F A 1 9 Roland Barthes işlevlerinden daha çok eğlendirme ile ilgilenilmiş olması sonucu Tiyatro, Dramatik öz açısından büyük ölçüde zayıflayan; giderek yozlaşan bir seyir türü olup çıkar. İ.S.2. yüzyıldan başlayarak yozlaşmanın dozu giderek artar. Düşünce öğesi zayıflar ve ortadan kalkar. Ele alınan konular ve temsillerde ahlaka aykırı temalar işlenmektedir. Seyircilerin şehvet duygularını uyarmak başlıca amaç durumuna gelir./ Marcus Aurelius gibi imparatorlar, artık tiyatro denilemeyecek bu gösterilerin ahlaki açıdan tehlikesini görmüşlerse de, halkı boş vakitlerinde meşgul ederek siyasi konularla uğraşmaktan uzak tuttuğu için herhangi bir yasaklamaya da gitmemişlerdir.” “Ne var ki… Hıristiyanlık, (…)/ [d]ördüncü yüzyılın sonlarına yaklaşıldığında… imparatorluk yönetimini… daha da sıkıştırmaya başlar… (…) İmparatorlar, gösterilere can atan, Hıristiyan olmayan halk ile bunların yasaklanmasını isteyen dini makamlar arasında kalırlar. (…) …Pagan kökenli bir kurum olarak değerlendirilen tiyatro gösterileri tümüyle yasaklanır. “Bu dönemde Katolik kilisesi, tiyatro sanatına karşı tümüyle düşmanca bir tutum içindedir.” Kilise, “insanların kul olduklarını akıllarından çıkarmamaları”, “Bir sınav yeri olarak gösterilen bu dünyada bağışlanmayı hak edebilmek için, kişi(nin) yaşantısını kilisenin buyruklarına göre düzenleme(si)” gerektiğini söyler. “Aslında tüm bu yasaklamaların nihayet yozlaşmış, içeriğini yitirmiş birtakım kaba saba güldürüler olduğu ileri sürülüp kiliseye bir bakıma hak da vermek olasıdır. 2 E K İ M