25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER celaluster@cumhuriyet.com.tr 87 yaşında hayata veda eden Arjantinli şair Juan Gelman’ın ardından ‘Bir mendil gibi sallayarak kalbini...’ 974’te Batı Almanya’da düzenlenen Dünya Kupası’nı, televizyondan da olsa, izleyememiş; o yılın temmuz ortalarında Mamak Askeri Cezaevi’nden salıverildikten sonra, yeniden yayımlanan bazı maçları bölük pörçük izleme olanağı bulmuştum. Ama Arjantin’de düzenlenen 1978 Dünya Kupası’nı, Batı AlmanyaPolonya arasındaki açılış maçından ArjantinHollanda arasındaki final maçına, baştan sona izlemiştim. General Jorgé Videla’nın iki yıl önce gerçekleştirdiği askeri darbe olanca vahşetiyle sürüyordu. Arjantinliler yoksulluktan kırıladursun, daha o günlerde en az altı bin kişinin “ortadan kaybolduğu” biliniyordu. Videla, baş konuğu ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın yanı başında yaptığı açılış konuşmasında “tüm Arjantin halkını ulusal bayrağın altında birleşmeye” çağrırken, River Plate Anıtsal Stadyumu’na yalnızca bir buçuk kilometre uzaklıktaki toplama kampında işkenceden geçirilen ve ölüme gönderilmeyi bekleyen tutuklular stadyumdan gelen gösteri seslerini duyabiliyorlardı… Arjantin’in final maçında Hollanda’yı yenerek kazanacağı kupa, milyonlarca insanın tarifsiz acıları, işkence gören on binlerce insanın çığlıkları, faili meçhul cinayetlere kurban gidenlerin anıları üstünde yükselen bir “zafer” olacaktı. 1978 Dünya Kupası’nın bambaşka bir yaklaşımla kaleme alınmış öyküsünü, Jon Spurling’in “Death or Glory: The Dark History of the World Cup” (Ya Ölüm Ya Zafer: Dünya Kupası’nın Karanlık Tarihi) adlı kitabını bulup okuyabilirsiniz. Bu kitabın dilimize de çevrilmesi ise futbolun yalnızca futbol olmadığı gibi, hayatın da yalnızca futbol olmadığını bir kez daha göstermesi bakımından yararlı olur kanısındayım… Evet, Dünya Kupası’ndan yalnızca iki yıl önce, Arjantin’in en saygın şairlerinden Juan Gelman, daha pek çok devrimci gibi, kendini sürgüne atmak zorunda kalacak ama belki de hayatının sonuna dek ruhunu tutsak alacak o kara günü yaşamaktan kurtulamayacaktı. Videla’nın askerleri, 1976 darbesinin hemen ardından, Juan Gelman’ın evine baskın düzenleyecekler, kızı Nora ve yirmi yaşındaki oğlu Marcelo Ariel German ile on dokuz yaşındaki gelini Maria Claudia’yı kaçıracaklardı. Kızı Nora bir S A Y F A 6 n 23 O C A K 1 arasında Türkiye’den Tuğrul Tanyol ve Adnan Özer, Kıbrıs’tan Neşe Yaşın gibi şair ve yazarlar da yer alacaktı. Maria Claudia bir “mezartaşı”na bir türlü kavuşamayacak, ama Juan Gelman 2000 yılında torununa kavuşacaktı hiç değilse… Juan Gelman’ın, 14 Ocak 2014 günü seksen yedi yaşında hayata veda ettiğini duyduğumda, onun çağdaş Latin Amerika edebiyatına damgasını vuran şiirlerinden önce, ne yazık ki, başından geçen bu tüyler ürpertici olayları anımsadım. Ama hemen ardından, hayatı coşkuyla kucaklarken umutla umarsızlığı ikiz kardeş gibi harmanlayan, ülkesinin toplumsal ve siyasal yaşamındaki acılı deneyimleri siyasal tutumundan ödün vermeksizin incelikli, usta işi dizelerle döken Gelman’ın şiirleri düştü aklıma. GELMAN’IN ÇAĞRISI Sonra, bizde tek bir kitabının bile Juan Gelman’ın, 1999’da, Maria yayımlanmadığını fark ettim. Neyse ki Claudia’nın “bir mezartaşına sahip olma antolojilerde, dergilerde rastlamak mümhakkı” için, Uruguay’ın seçimle işbaşına kündü şiirlerine. Bunlardan beşini Cevat gelmiş yöneticilerine yaptığı çağrıya, Çapan’ın “Şiir Çevir Denize At” (Cumaralarında Günter Grass, Gabriel Garcia huriyet Kitapları) kitabında buldum. Marquez, Imre Kertész, José Saramago, “Mendiller” adını taşıyanını “denizden Eduardo Galeano, Arthur Miller, Alaçıkarıp” size sunayım dedim: “elvedain Touraine’in de bulunduğu altı yüz elveda’ dedi/ bir mendil gibi sallayarak kadar yazar ve düşünür imza atacak, kalbini/ ‘elvedaelveda’ diyordu/ akGelman’ın çağrısına destek verenler şamın iyiliğinde/ bir ağaç gibi/ yavaşça dökerek yapraklarını/ sokağın karşı kaldırımından bir şeyler geliyordu ona/ özlemler/ yıkımlar/ sesler zamanla değişen/ güneşler ve aylar da vardır bir seste/ ve bir ses de inebilir gece nasıl inerse/ uzanıp yatar/ titreyerek ölür yıldızlarla/ güneşle dopdolu kalkar/ ve karşı kaldırımdan çocuklar ki akşamla doluydu sesleri/ herkese ‘elvedaelveda’ dediği andaki akşam/ gelen trenlere ve giden trenlere/ elveda uçan kalbe ve kalbin uçuşuna/ elveda akşam ağacına/ yaprakları büsbütün dökülmüş Videla’nın askerleri, 1976 darbesinin hemen ardından, Juan zamana/ karşı kaldırımdaki Gelman’ın evine baskın düzenleyerek, kızı Nora ve yirmi iyiliğe elveda/” yaşındaki oğlu Marcelo Ariel German ile on dokuz yaşındaki Bir de geçen akşam, telegelini Maria Claudia’yı kaçırdılar. 2014 süre sonra serbest bırakılacak ama Marcelo ile Maria Claudia, 1981’e kadar sürecek askeri diktatörlük boyunca ardında tek bir iz bırakmadan “ortadan kaybolacak” otuz bin “desaparecido”dan yalnızca ikisi olacaktı. Yıllarca oğluyla gelininin izini süren Juan Gelman, ensesine bir kurşun sıkılarak öldürüldükten sonra çimento dolu bir varile konan oğlunun “kalıntıları”nı 1990’da teşhis edecek; on yıl kadar sonra da gelininin yaşamış olduğu facianın sırrını çözecekti. Yakalandığı sırada hamile olan Maria Claudia, 1973’te Uruguay’da darbeyle iktidara el koyduktan sonra her türlü baskıyla tüm muhalefeti sindiren, Uruguay’ı dünyada nüfusa göre siyasal tutuklu sayısının en yüksek olduğu ülke durumuna getiren “komşu” askeri diktatörlüğün adamlarına teslim edilmiş; Montevideo Askeri Hastanesi’nde doğum yaptıktan sonra ardında hiçbir iz kalmayacak biçimde öldürülmüş; dünyaya gelen bebek ise diktatörlük yanlısı bir ailenin yanına verilmişti. fonda, şair Adnan Özer’le, Gelman’ın ölümü karşısında duyumsadıklarımızı paylaşıyorduk. İspanyol dili edebiyatının bizde tanınmasına onca katkıda bulunmuş olan Adnan Özer, beni kırmadı, Gelman’ın “Sınırlar” adlı şiirini çevirip gönderdi: “Kim demişti bir vakitte: Susuzluk buraya kadar, / burdan ötesi sudur diye? // Kim demişti bir vakitte: Hava buraya kadar, / burdan ötesi ateştir diye? // Kim demişti bir vakitte: Aşk buraya kadar, / burdan ötesi nefrettir diye? // Kim demişti bir vakitte: İnsan buraya kadar, / burdan ötesi başka bir şeydir diye? // Beresiz dizler bir tek umutta var. / Kanayıp dururlar.” Bu dizeler, babası, Rusya’daki 1905 Devrimi’ne katılmış Ukraynalı bir Yahudi olan bir şairin kaleminden dökülüyor. Sosyalist bir devrimci olan baba Gelman, 1905 Devrimi’nin kanlı bir biçimde bastırılmasının ardından Arjantin’e göç etmiş. 1917 Bolşevik Devrimi’nin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra büyük umutlarla ülkesine geri dönmüş ama çok geçmeden, büyük olasılıkla Troçkist olduğu için düş kırılığına uğrayarak ülkeden ayrılmış, hepten Arjantin’e yerleşmiş. Juan Gelman’ın çocukluğu okuyarak ve futbol oynayarak geçmiş. Ağabeyi Boris’in ona okuduğu Rusça şiirlerle çok küçük yaşlarda şiire yönelmiş. Daha sekiz yaşındayken okuduğu, Dostoyevski’nin “Ezilenler” adlı romanı onu derinden etkilemiş. GAZETECİLİK YILLARI... Yirmi kadar şiir kitabı yayımlanan Juan Gelman, aynı zamanda Arjantin’in önde gelen gazetecilerinden biriydi. Uzun yıllar, Buenos Aires’te yayımlanan ve yazarları arasında Eduardo Galeano’nun da bulunduğu Pagina 12 gazetesinde köşe yazıları ve denemeler yazmıştı. Uzun süre politik eylemci olarak etkinliklerde bulunmuş, 1976 askeri darbesinden sonra sürgüne gitmek zorunda kalmış, 1988’e kadar Avrupa’da yaşadıktan sonra Meksika’ya yerleşmişti. Yıllar sonra Arjantin’de sivil yönetimlerin işbaşına gelmesiyle 1997’de ülkesinin Ulusal Şiir Ödülü’ne değer görülen Gelman, 2000’de Meksika edebiyatının büyük ustası Juan Rulfo adına verilen ödülü, 2005’te Pablo Neruda Ödülü’nü, 2007’de de İspanyol dili edebiyatının en saygın ödülü Cervantes Ödülü’nü almıştı. Juan Gelman’ın yaşadıklarına bakarken Türkiye’de Nâzım Hikmet’ten Metin Altıok’a, Behçet Aysan’a uzanan süreçte şairlerin başına gelenleri anımsamamak olanaksız. Arjantin’deki askeri diktatörlük yıllarında ortadan kaybolan binlerce gencin ve onları bulmak için görülmemiş bir savaşım veren Perşembe Anneleri’nin yaşadıklarına bakarken, bizim ülkemizdeki “faili meçhul” cinayetleri, Cumartesi Anneleri’ni akla getirmemek olanaksız. Ama bütün o işkenceler ve cinayetlerin sorumlusu Videla’nın, sonradan ülkesinde yargılanmış ve hapiste ölmüş olmasına bakarak Türkiye’de gerçekleşmiş darbelerin hiçbirinin sorumlularının gerçek anlamda yargılanmamış olmalarına tepki duymamak da olanaksız. n K İ T A P S A Y I 1249 C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle