07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

direnişçilere katılıyor ve Paris’in savunmasında görev alıyor. Sonunda Paris düşüyor, komüncülerin çoğu kurşuna diziliyor ve bizim üç gencimiz de orada perişan oluyor. Artık gelirleri de kalmamış. Ellerinde ne var ne yok satıp bir süre geçinmeye çalışıyor, sonunda onlar da bin bir yokluk içinde İstanbul’a dönmek zorunda kalıyorlar. Namık Kemal İstanbul’da İbret Gazetesi’ni çıkartıyor. Reşat Bey de ona katılıyor ve Paris Komünü’nü savunan yazılar yazıyor. “ÇÖKEN OSMANLI’NIN İÇİNDEKİ BURJUVAZİNİN BAYRAKTARI” Namık Kemal sosyalizme hangi sebeple karşıydı? Namık Kemal sosyalizmin ne olduğunu anlayamamış. Onun döneminde Şemsettin Sami Bey Tercüman’ı Şark’da sosyalizmle ilgili bir yazı yazmış ve Namık Kemal o konuda şöyle demişti: “Şemsettin Sami Bey’in dediği gibi sosyalizm hafif bir şey değildir. Sami Bey yalnız Enternasyonal Fırkası üzerinde duruyor. Sosyalizm Türkçede “İslahı Hali Cemiyet” yani toplumu iyileştirmek isteyenlerin işidir. Bazıları sosyalizmi mülkiyet hakkını inkâr etmeye ve herkesin her türlü mülkiyete katılmasına kadar götürüyorlar. Bana kalırsa sosyalizm kazanacak olursa Avrupa darmadağın olur. Çünkü sosyalistler nerede evrime kalkmışlarsa oraya bin türlü felaket getirmişlerdir.” Nâzım Hikmet’in dedesi Nazım Paşa’nın gençlik yıllarında Namık Kemal’in arkadaşı olduğunu anlatıyorsunuz. Nâzım Hikmet ise tam tersi.. Evet, sempatiyle baktığını söyleyemem. 1935’te Peyami Safa’ya karşı yazdığı bir şiirde Namık Kemal’e değinerek şöyle demiştir:“O takma aslan yeleli/ Namık Kemal üstadın senin/ Abanoz ellerinden/ Zenci kölelerin/ Som altın taslarla şarap içerek/ Ve didarı hürriyetin dizinde/ Kendi kendinden geçerek/ Yüksel ki yerin bu yer değildir/ Dünyaya geliş/ Hüner değildir…” Nâzım yine o yıllarda Kemal Tahir’in yaptığı bir ankette yanıt vererek de şöyle demiştir: “Namık Kemal çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde kendine yol açmak isteyen burjuvazinin bayraktarıdır.” “BU NASIL DEVRİMCİLİK? YAZIKLAR OLSUN” 48 yıllık ömrünün 18 yılı sürgünlerde geçti. Ama Midilli’de sürgünde bulunduğu dönemde Saray’la arasını düzeltti ve Mutasarrıflığa atandı. “Devrimci şair, oyun yazarı, gazeteci” kimliğine eleştiriler yöneltildi. Bunları yansıtıyorsunuz. Namık Kemal’in adada tanıdığını kurguladığınız bir Mülazım Turgut Bey var sonra. Namık Kemal, Mutasarrıflığa atandıktan sonra Mülazım Turgut ve arkadaşları kendisine cephe alıyor. Evet, Namık Kemal’in iktidarda görev almasına adadaki gençler büyük tepki göstererek şöyle diyor: “Bu nasıl devrimcilik? Yıllarca Abdülaziz’e kafa tutacaksın, sonra o delirince Sultan Murad’a yanaşacaksın, o çıldırınca Sultan Hamit’e karşı olacaksın, o seni sürgünlere gönderecek ama orada gül gibi yaşayacaksın. Ne gazeteye yazı yazacaksın ne tiyatro oyunu, sus pus oturacaksın, yalakalığa soyunacaksın. Yahu siz C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I hiç utanmaz mısınız? Yıllar boyu halk sizi alkışladı, sırtında taşıdı, sonunda kavuk sallaya sallaya Mutasarrıf oldunuz. Kardeşim, biz ne zaman adam olacağız? Bunlardan bize hayır gelmez, bunlar mı devrim yapacaklar, eski hamam eski tas. Bu muydu bizim bel bağladığımız Yeni Osmanlılar? Yazıklar olsun!” Kurguladığım karakterlere gelince iki tane; biri evet Mülazım Turgut ki o benim. Bir de İtalyan Sinyor Dandolo. “YAŞASAYDI AKP’NİN DÜŞÜNCE BABASI OLURDU” Nerede kırılıyor, dönüşüyor iyiden iyiye? Midilli sürgünündeyken kızını evlendirmek istiyor. Padişahtan izin alıyor. Ondan sonra yanaşıyor, yandaş oluyor. Abdülhamit’e mektuplar da var tabii.. Hünkara bağlılığını, sevgisini, muhabbetini bildiren anlatımlarla bezeli on üç mektup yazıyor Abdülhamit’e. Methiyeler düzüyor. Bir cümle okuyayım, son mektupta mesela şöyle diyor, şimdi anlaşılmaz ama olsun: “Cenâbıı Hak, sâyei ma’delet ve ‘inâyetii pâdişâhilerinde ‘ahdi celîli humâyunlarını, envâ ‘ı fuyuzât ile kemâlât ile ma ‘bud u âşâr eylesin!” Namık Kemal’in Batı kültürüne olduğu gibi çağdaş medeni hukuka, Tanzimat’a ve Latin harflerine karşı olduğunu da ortaya koyuyorsunuz. Namık Kemal şeriattan ve fıkıhtan yanaydı. Avrupa’da gelişmiş olan çağdaş hukuka karşıydı. Namık Kemal bugün yaşasaydı AKP’nin düşünce babası olurdu. Şöyle diyordu: “Yabancı ülkelerden aşırılan yasalar şeriatın kaynağı olan fıkıhın bütünlüğünü bozmuştur. İslam Uygarlığı’nın en büyük abidesi yüzyılların ürünü olan fıkıhtır. Bu muazzam bir okyanustur. Avrupa Hukuku şeriat ve fıkıh gibi dinsel bir destekten yoksundur. Sırf Avrupa devletlerinin baskıları yüzünden devleti bu dinsel destekten yoksunlaştırarak Avrupa yasalarını almak hiç de gerekli değildi.” Namık Kemal Latin harflerine de karşıydı. Tasvir, İbret ve Hürriyet Gazetelerinde bu konuda görüşlerini açıklamıştı ve şöyle diyordu: “Yazının düzeltilmesi için Latin harflerini kabul etmek ülkenin kalkınması için Frenk giysileri giymeye benzer biz Latin harfleriyle kendi sözlerimizi nasıl yazarız? Biz Müslümanlığı kaldırmadıkça Arap harflerini kaldıramayız. Avrupalılar bizi terbiye etmek istiyor. Bunu bütün İslam âlemi biliyor. Ama milletin tabiatı bunu kabul edemez.” İşte Namık Kemal’in biz bu yanlarını bilmiyoruz. Bu yanlarını ve batılılaşmaya karşı olan tutumunu bilmiyoruz. Kitapta bunları anlatmaya çalıştım. Geçtiğimiz haftalarda Kongo’da Lubumbashi Üniversitesi’nde size fahri doktora verildi. Bunu anlatmanızı rica ederek bitirelim söyleşimizi. Tabii, öncelikle soruların için sonsuz teşekkürler. 1962’de gazetecilik eğitiminin temellerini atmak göreviyle bir yıl için Kongo’ya gönderilmiştim. O tarihte Belçikalılar Kongo’dan ayrılmışlardı ve hiç yerli gazeteci yoktu. Radyolar da aynı durumdaydı. Amacımız medyada 1249 Topuz’a göre “Namık Kemal, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde kendine yol açmak isteyen burjuvazinin bayraktarıdır.” çalışacak gazetecileri yetiştirmekti. Toplam süresi altı ay olan iki seminer düzenledim. Bunlara 75 öğrenci katıldı. Bazılarına dışarıda burslar sağladık, yetişip görev başına geçtiler. Üniversitede ve Enformasyon Bakanlığı’nda da gazetecilik eğitimini için projeler hazırlamıştım. Uzun süre sonra bunlar uygulamaya konuldu. Kongo’daki iç savaşlar ve karışıklar sonrasında bütün belgelerin yok olduğu anlaşılıyor. Altı ay önce bana Ankara’daki Kongo Büyükelçiliği’nden ve sonra da Kinshasa’dan telefonlar geldi. Bu işleri benim başlattığımı ve hayatta olduğumu öğrenmişler, fahri doktora vermek için beni yanıma alacağım seçkin arkadaşlarımla Kongo’ya davet etmek istediklerini belirttiler. Çok mutlu oldum. Altı kişilik bir delegasyonla Kongo’ya gittik. Cumhuriyet’in eski yazı işleri müdürlerinden değerli dostum Füsun Özbilgen de bizimle beraberdi. Lubumbashi’de düzenlenen diploma töreninde o da basının bugünkü durumunu belirten güzel bir konuşma yaptı. O gün hayatımın en övüneceğim gününü yaşadım. Törene bakanlar katıldı, İstiklal Marşımız çalındı, sahnede uzun uzun alkışlandık. Ama ne yazık ki benim düzenlediğim seminerlere katılan gazetecilerin hemen hemen hepsi yok olmuştu, hiçbirini göremedim. Kongo’da geçirdiğim bir yıl benim için çok öğretici olmuş ve gözlemlerimi sıcağı sıcağına Cumhuriyet’te yazmıştım. Elli yıl sonra bunları yaşamak insana büyük mutluluk veriyor. Orada en önemli gözlemim şu oldu; elli yıl içinde Kongo’da yeni bir burjuvazi yetişmiş, sömürgecilerin yaşadığı yerlerde şimdi varlıklı Kongolular yaşıyor ama geniş kitlelerdeki sefaletin ne ölçüde azaldığını söylemek kolay değil. n [email protected] Vatanı Sattık Bir PulaNamık Kemal’in Romanı/ Hıfzı Topuz/ Remzi Kitabevi/ 250 s. 2 3 O C A K 2 0 1 4 n S A Y F A 1 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle