Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Gilbert Dagron'dan "Konstantinopolis Hipodromu” ‘Bu şehri çokbiçimli bir paradoks olarak görüyorum’ Gilbert Dagron, yaşayan en önemli Bizans uygarlığı tarihçisi. 1974’te yayımladığı “Bir Başkentin Doğuşu: Konstantinopolis”ten başlayarak Doğu Roma’nın gizlerini sökme uğraşı verdi, halk hikâyeleri ve rivayet kültüründen ikona portre geleneğine, “büyük tablo”yu temel kaynaklardan hareketle dokudu. “Konstantinopolis Hipodromu” ise Dagron’un son kitabı. Bizans İstanbulu’nun kalbine bir yolculuk. Yalnızca bir mekânın büyüteç altına alınması değil burada yapılan: Bir yandan da bir toplumun, bir yaşam biçiminin anatomisi. Dagron’la kitabını konuştuk. r Enis BATUR ugünden bakıldığında, İstanbul’un “yeraltı”nı en iyi tanıyan tarihçiler arasındasınız. Şimdiki zamanın kentini, Cumhuriyet İstanbul’unu ne zaman tanıdınız ? Uzun konaklamalarınız oldu mu ? İstanbul’a ilk kez 1954’te, karışık sayılabilecek bir dönemde gelme fırsatım oldu. Hem gençtim hem de yapayalnız bir gezgindim, denetimsiz büyüyen ve hemşerileri sürekli hareket halinde bir kentle tanışmam çok şaşırtmıştı beni. 1970’li yıllardan başlayarak biriki haftalığına ama sık gelme olanağım oldu. Bazen Marmara Üniversitesi’nin, bazen da İstanbul Belediyesi’nin çağrıları sözkonusuydu. Bir de Silifke, Adana ve Antakya yörelerinde “yazı taşı” peşinde epigrafya araştırmalarına katılmak üzere Türkiye’ye geldim. Kendimi bir parça İstanbullu saymamı sağladı o yolculuklar. “İSTANBUL’DAYKEN KONSTANTİNOPOLİS’İ DÜŞÜNMEM PEK” Victor Hugo kenti bir kitaba benzetirdi. Gilbert Dagron tarihi yarımadada dolaştığında, zamansal düzlemde nasıl bir “okuma” yapar? Hayal gücünüz şimdiki zaman ile geçmiş arasında durmadan bocalar mı? Sökülerek Venedik’e kaçırılan Quadrika, dört at heykeli. Sultanahmet Meydanı’ndaki Dikilitaş ve Yılanlı Sütun. B Sizi belki de şaşırtacağım ama İstanbul’dayken geçmişin tanığı kimi Bizans kalıntılarını ve anıtlarını görmek beni mutlu etse de Konstantinopolis’i düşünmem pek. Bizans’ın kalıtı kıymetli olsa ve enikonu korunsa da, asıl ilginç “Hipodrom, Bizans’ın çekirdeği, şehrin merkezi. Herşey, olan (bir başka biçimine oradan hareketle halkalar halinde sınırlara doğru yayılıyor. Fatih’in geniş ölçüde devralacağı bir miras. Roma’da da rastladığımız) şimdiki zamanla içiçe geçmiş yanlarıdır. Beni büyüleyen, uzun bir geçmişten beslenmeyi sürdürmesidir bugünün. İlk kitabınızdan “Konstantınopolis Hipodromu”na, kitaplarınızın toplam serüveni bana Foucault’nun ünlü başlığı “Bilginin Arkeolojisi”ni kavram olarak çağrıştırıyor. Kitaplarınızı da birer “kazı raporu” saymak ve onları düz anlamıyla kazı çalışmalarıyla sırtsırta değerlendirmek mümşehrin tarihini de yoğurmuş bir edebi kün mü? toplam sayabilir miyiz sizce? Çağdaş bir İstanbul’un tarihi arkeolojik, yani yazar, Umberto Eco’vari bir imbik kulinşa edilmiş ve akılcı bir yaklaşımla lanımıyla onlardan hareketle modern bir uyum sağlamakta güçlük çeker. Bu hamur yaratabilir mi, ne dersiniz ? şehri daha çok çokbiçimli bir paradoks Patria’lar gerçekten de çok zengin olarak görüyorum: Roma’dan uzak bir içerikli, ancak insana biraz pusulasını Yeni Roma, bin parçaya bölünmüş bir şaşırtan, büyük ustalıkla unutulanlar ile bellek, imparatorluk başkenti sıfatına hatırlananlar arasında yüzen metinler tam uymayan bir dünyakent, bütün oldukları için, bilmem tam anlamıyla dillerin kaynaştığı bir kavşak, “popüler edebiyat” kapsamına girerbütün bunlara farklı işlevler ler mi? Bana kalırsa daha çok tarzı üzerinden reçeteler arıyor, benzersiz, bir örneği görülmemiş bir buna bir de denetim altında şehir folklorunun edebi olarak yeniden bir şehircilik ekonomisini ve işlenmesi, diye tarif ederim. Bu eserler başınabuyruk bir özgürlük bütünü, akla gelebilecek her düzlemde arayışını ekleyelim: İstanbul işlev kazanmıştır. Hem şehrin gizleriyle tarihi bütün bu paradokstanışma vesilesini yaratırlar hem de bir lardan mürekkeptir. tür soytarı Karagöz boyutları vardır. Bir Sayenizde, Patria’lakısmı kaybolmuş, bir kısmı da anlamları rın sonsuz zenginliğini kaybolmuş anıtlara ilişkin betimlekeşfettik. Özgün dimeleri içerirlerse de asıl ilginç yanları linden tanıdığınız bu günümüzün “ışık ve ses” seyirlerinin anonim halk hikayelerini 2 0 1 4 doğurduğu etkiyi barındırmalarındadır. Deyim yerindeyse bunlar tanıdığını sandığı İstanbul’da dolaşan birinin önünün durmadan sürprizlerle kesilmesine benzetilebilir. Modern bir karşılığı için deliliğe teğet bir şairin yazacağı bir şehir rehberini tasavvur etmemiz gerekir. “FRANSA İLE TÜRKİYE ARASINDA MÜZECİLİK FORMASYONU AÇISINDAN SAĞLAM KÖPRÜLER KURULABİLİR” Türkçe çevirisi sıcağı sıcağına yayımlanan “Konstantinopolis Hipodromu”nda, İstanbul’un uzak geçmişiyle bugünü arasında dudak uçuklatıcı benzerlikte ayrıntılara rastlanıyor. Gezi olaylarıyla Hipodrom dolaylarında yaşanan protesto ve ayaklanmalara bakarak şehrin bünyesinde “isyan genleri”ne dayalı bir miras köprüsü olduğu, yarıyarıya ironiyle ileri sürülebilir mi?! Belki de bir genetik transfer sözkonusudur... Belki de ama Bizans’tan kalma metinlerde, İstanbul ya da Ankara gibi kontrolsüz nüfus artışına sahne olmuş kentlerin yaşadığı taşkınların çok iyi çözümlendiği de söylenebilir. Bizans yazarları bu olayların “nedensiz” doğduklarını vurgularlarken sanıyorum patlamaların görünür nedenden farklı noktalardan beslendiklerini ima ediyorlardı. En şiddetli olayların somut hedefleri belirsizdir, sanırım derin bir konu bu. Son olarak, bugün sizin alanınızda çalışmayı hedefleyen bir öğrenciyi nasıl yönlendirirdiniz, bunu öğrenmek istiyorum. Genç bir öğrenciye, eski Yunancayı çok iyi öğrenmeden Bizans üstüne çalışmayı seçmemesini, bunun yerine Ortaçağ dönemini yerli kaynaklara dayanarak yapmasını öneririm. Her durumda, bu kesitte karşısına Bizans çıkacaktır ama. Müze eksenli bir kariyer de düşünmelidir: Görebildiğim kadarıyla, ulusal ya da yerel Türk müzelerinin yönetimlerinde, kazı sonuçlarına bağlı biçimde bir inisiyatif alma durumu sözkonusu, ki bu bence yabana atılamayacak bir olanaktır. Deneyimlerim, bana Fransa ile Türkiye arasında müzecilik formasyonu açısından sağlam köprüler kurulabileceğini gösteriyor. n Konstantinopolis Hipodromu/ Gilbert Dagron/ İsmail Yerguz/ Sel Yayıncılık/ 380 s. K İ T A P S A Y I 1249 S A Y F A 4 n 2 3 O C A K C U M H U R İ Y E T