04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hamdi Koç’un yeni romanı “Çıplak ve Yalnız” ‘Hiçbir şey ilelebet gömülü kalmaz!’ Hamdi Koç’un yeni romanı “Çıplak ve Yalnız” raflarda. Amcasını gömmeye geldiği memleketi Ünye’de, muammalar, kuşkular, işkiller ve aşkla kuşatılı Mesut Akarsu’nun başkişiliğinde gelişen roman, 1960’ların Türkiyesi’nden günümüze uzanan, iç içe, nehir öyküler geçidi. Kanlı yakın tarihle hesaplaşma. Silahların, aşkın, töre ve raconların merkezine yolculuk. His ve hırs fırtınası. Kişisel ve toplumsal töz siyasetin er meydanı “taşra”da yetkin bir memleket okuması. Ethem Sarısülük’ün, Abdullah Cömert’in, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Medeni Yıldırım’ın ve Ali İsmail Korkmaz’ın anısına adanmış bir mesel. Koç’la “Çıplak ve Yalnız” adlı romanını konuştuk. mca Bey! Romanın ana kişisi Mesut’un hayatında kırılma noktası olmaktan öte romanda kim varsa hepsinin hayatında öyle ya da böyle bir kırılma noktası, seri halde hem de... Nirengi düpedüz... Amca Bey ne menem? Çünkü hepimiz bizden önce birilerinin kurduğu bir hayatın üyeleri, sık sık da mahkumlarıyız. Arkamızda, hayatımızın bizden geriye giden derin karanlığında dedeler, babalar, amcalar var. Bazen bir birey tek başına hatta bütün bir geçmişin simgesi olabilir. Amca Bey öyle biri. Ailenin hayatını babasından devralmış ve kendi etrafındakilerin ve kendisinden sonra geleceklerin hayatını sıkı, sert temeller üzerine kurmuş. Sevabıyla günahıyla bugünkü hayatın tek başına kurucusu ve yaşatıcısı, Amca Bey. Geriye kalan herkes onun hayatından kalanlarla hesaplaşmak zorunda, tıpkı sağlığında onunla uğraşmak zorunda oldukları gibi. Edebiyatı “edebiyat” yapmadan yapıyorsunuz. Roman kişisinin üslubunu benimsemeye çalışıyorum. En kaliteli edebiyat içindeki çabayı en az belli eden edebiyattır. Allahşükür bir âlem! Şah hele... Rıza sonra... Kâzım Emmi denen adam başlı başına roman olur! Başat karakterler biraz fazlaca gizemli, mesafeli ve keskin kılınmış romanda. Korku da salıyorlar... Tüm erkek karakterlerde var bu.. Hayır, keskinlikten ziyade netlik demek isterim. Sadece erkeklere değil, kadınlara da özgü bu. Romanda sadece Asiye’yi belirsiz bıraktım çünkü bütün o belirgin erkek ve kadınların içinde onun puslu bir aynada görünür gibi görünmesi gerektiğini düşündüm. Ama diğer anlamda, davranış anlamında sertliği kastediyorsanız, o da o devrin ve o coğrafyanın tabiatında var. Hem memleketin, hem de ailenin dönüm noktası olan bir dönemden bahsediyoruz. Olan ve olmak üzere olan şey, ölüm. Gerçekleşmiş bir ölümle gerçekleşmeye hazırlanan ölümler arasında insanların biraz ölçüsüzce davranması doğaldır. 2 0 1 3 Fotoğraf: Fethi Karaduman r Gamze AKDEMİR A “ROMANDAKİ HİÇ KİSME İÇİN ‘BU BUNU YAPMAZ’ DİYEMEDİM” İnsan doğasının gökkuşağı gibi tiplemeler... Muammalar, kuşkular, işkiller, acabalarla örülü bir adam mesela Mesut. O da diğerleri gibi zaman zaman “adamcağızlaşıyor”. Sonra hiçbir şey ve hiç kimse göründüğü gibi değil. Karakterlerin ve olayların arka planı aslında ana planın ta kendisi. Dünya malı, hırsı, maddiyat, öfke, kin, racon, töre ve hınca tutsaklar... Farklı bir dünyada hani paralel evrende adeta. Mesut’un dediği gibi “Benim bildiğim dünyadan ayrı, her şeyin şüphe ve izahat istediği bir dünya burası.” O dünyanın çerçevesini de özetle de olsa bir çizer mi yazarı burada da? Bu hayati bir soru oldu. Cevabını verebilmek için koca bir roman yazmak zorunda kaldım. Hatta sorunuzla siz özetlemiş oldunuz romanın dünyasını. Kendi adıma sadece o dünyayı zenginliği ve şaşırtıcılığı, güvenilmezliği ve sevimliliği, sağlamlığı ve tekinsizliği içinde yaratmak için gayret gösterdim. Hayat nasıl mükemmelden yoksunsa roman da mükemmelden yoksun olmalı. Hiçbirimizin entelektüel olmadığı, uzun saatlerini meseleler üzerinde felsefi bir çabayla düşünerek geçirmediği bir dünyada bireyler de dünya üzerinde uzun düşünüşler yapacak değiller. Hayat hemen önümüzde, her an, hızla, bizi adım atmaya, tepki vermeye, yaşamaya zorluyor. Bize karar vermek için bile zaman tanımıyor. İlk aklımıza geleni, ilk içimizden geleni, en doğal geleni, sık sık da en az düşündüğümüzü yapıyoruz. Öyle olunca insanlar önceden tanımlanmış değil, cevap verdikçe, tepki verdikçe tanımlanan karakterler oluyorlar. Hayatın içinde yaşayarak tanıyoruz onları ve birbirimizi. Romandaki hiç kimse için “bu bunu yapmaz” diyemedim. Yapabilirdi. Yeri gelince yaptı da. Mesut’un, mesela, adam vurabileceği aklımıza geliyor mu romanın sonlarına kadar? Kesinlikle hayır. Ki bu arada bir Karadenizli olarak da sorarsam Ünye ve tabanca konusu da ayrı bir soruyu hak ediyor resmen. Romanda bir ayrı hat da bu zira. Tabanca düpedüz bir şahıs gibi roman boyu. Çok patlamıyor da ama gölgesi bile yetiyor hani.. Tabii ki bu biraz Karadeniz’le ilgili bir durum. Komik olacak ama, dün akşam Ünye’den arayan bir uzak ahbabım bana aynen şöyle dedi, “Romanı çok beğendim. Tabancaları çok güzel anlatmışsın.” Abartmıyorum. Ben de Karadenizliyim, hatta Fatsalıyım ve bilhassa eski zamanlarda, ya da o ahbabım gibi eski zaman insanlarında, tabanca “Medeni memleketlerde de adalet yoktur, ama hiç değilse hukuk vardır. Bizde adalet olmadığı gibi hukuk da yok” diyor Hamdi Koç. nın hayatın vazgeçilmez parçalarından biri olduğunu bilirim. Büyüklerimizden dinlediğimiz, ki ben yaşlıları çokça dinleyerek büyümüşümdür, 20’li, 30’lu, 40’lı yıllarda tabanca tüfek gündelik iş aleti filan gibiydi oralarda. “SERBEST BİR MİSTİK DÜNYANIN GÖRÜNMEZ NÜFUSUNU YARATTIM” Ölü, ölüm, ölülük hali... Mezar, ceset, kemik... Mezar kazıcılığı... Ceset tarifleri... Bozulan suretler, çürüşen ruhlar, bedenler... Ölüler, saklanan, konuşan, kurtarılmayı bekleyen ruhlar... Kefaret... Ritüel gibi uzun uzun satırlarda. Mistik, ruhani anlar ense takibinde kahramanların. Hele ki o ‘çığlık’, hele ki o ‘tırnak’. Dünya derdiyle olduğu kadar ahret derdine, o cebelleşmeye de kahramanların kulca hemhalliğince ne kadar yakın plan bir romandır da “Çıplak ve Yalnız” ve yerin 2 metre altı ile 2 metre üstü arasında kendisiyle çarpışan, helalleşmeye çalışan bir ruhun öyküsüdür? Mistisizmin romanın işleyişinde önemli bir yer tuttuğu doğru. Bunu kullanırken, tuhaf gelecek ama, ilk düşüncem şuydu; biz yaşayanlar sormaya ve öğrenmeye korkuyoruz, bari ölüler gelip anlatsın, öğretsin. Şaka yapar gibi başladı ama hikâyenin vazgeçilmez öğelerinden biri oldu ruhlar, hayaletler, ya da ölülerin akılları. Tabii dini bir mistisizmden ya da ruhların dinen kavrandığı kalıpları kullanmaktan dikkatle kaçındım. Serbest bir mistik dünyanın görünmez nüfusunu yarattım ve hareket ettirdim. Ölüm bu romanda hayatın sonu değil. Bilmediğimiz bir şeyi içgüdümüze göre reddetmek ise Mesut Akarsu’nun aklına yatan bir kolaycılık değil. O hissettiğine inanıyor. Mesut’u benim gözümde mühim adam yapan şey bu inancı: Hissediyorsam vardır, sen ne dersen de. Yenge! Uyuyor ki ne... O uyku nasıl bir metafordur romanda? Romanda sadece uykunun değil birçok gündelik yaşam parçasının yer yer metaforik bir işlev kazandıkları doğrudur. Ama hiçbirini yine romandaki sahicilik duygusuna zarar K İ T A P S A Y I 1230 S A Y F A 1 2 n 1 2 E Y L Ü L C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle