Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
nesnel bağlılaşığı bulunmayan çarpıcı ve benzersiz sözcük ilişkisi kurmak değildir” diyor. (Şiir ve Gerçeklik, 1995). Şimdi, “Sevgilim, çemberciğim, arapbülbülüm” gibi bir söyleyişin kaynağı nesnel gerçekler değil, dildir, dilin retoriğidir. Çağdaş lirik şiir bu değildir. “Ne güzel şey hatırlamak seni. / Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine: / bir çekmece, bir yüzük, / ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.” (Nâzım Hikmet). Çağdaş lirikte dilin yaşanmışlıkla ilişkisi saydamdır. Hayat deneyimi + şiir dili yoluyla sahiciliğe ulaşılır. “Ağıt” ile “Berfo Ana” gibi şiirlerinizde Uludere katliamı ile kayıplara göndermeler var. Gündelik hayatın arka planı okunuyor. Şiir için tehlikeli değil mi bu? Estetik düzlemde sakıncalar yaratabileceği düşünülebilir çünkü. Ne dersiniz? HAYATIN ARKA PLANI... Geçenlerde değerli arkadaşım Sina Akyol da, bir soruşturmaya verdiği yanıtta, Taksim Gezi Parkı protestoları ve sonrası “yeterince içselleştirilerek şiirin arka planı yapılmalıdır” diye yazdı. Bunlar doğru sözler. Güncel olayların içinden genel insanlık problemlerini çıkarmak, şiirin arka planı yapmak neden tehlikeli olsun ki? Estetik düzlemde gevşemeler olabileceğini söylemek doğru değildir; çünkü şair bugün şiir yazmamaktadır. Arkasında devasa bir şiir deneyimi vardır. Biraz da kendimi düşünerek söylüyorum: Şiirin plastiği ile uğraşmaktansa hayat deneyimini dilsel olanağa çevirmeyi yeğlerim. Benim Gezi şiirlerim böyle şiirlerdir. Taksim Gezi Parkı özgürlük direnişi hayatımızda büyük bir kırılmadır. Özgürlük ve demokrasi yürüyüşüdür. Bir halk direnişidir. Çünkü her kesimden bütün bir halk vardır. Gençler, anneler, babalar, bütünüyle halk direnişe katılmıştır. Ve elbette bu direnişin resmi, fotoğrafı, afişi, dansı, müziği, karikatürü, oyunu, öyküsü, romanı, sineması yapılmaktadır. Gezi Direnişi’nden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünürsek çağdaş şiir de eskisi gibi yazılmayacaktır. Çiçek Kokan Ağzı’na dönecek olurÇiçek Kokan Ağzı / Ahmet Ada/ Şisak, kitabın iç desenlerini Canan Güldal irden Yayınları / 74 s. yapmış ve kitabı zenginleştirmiş. 30 Aşk şiiri var ve bu şiirlerde mutluluğu “çılgın ruhunuzda koşan mavi kısrak” gibi, bir değişmece türü olan eğretilemeyle aktarıyorsunuz. Aşk şiirlerinin dili üzerinde konuşalım mı? Hemen belirteyim, konuşulan aşkın diliyle yazmıyorum. Bu ülkede yüzlerce yıldır aşk şiirleri, aşkın diliyle, Metin Cengiz’in söyleyişiyle “aşkın kendine ait o güçlü dili” ile yüzlerce, binlerce defa yazılmış, yazılmakta ve retorik düzlemde tüketilmektedir. Şarkı sözleri, aşk sözleri, aşkın Ahmet Ada, “Şiirin plastiği ile uğraşmaktansa hayat deneyimini kendi dilidir. Aşkın bidilsel olanağa çevirmeyi yeğlerim. Benim Gezi şiirlerim böyle reye verdiği mutluluğu, şiirlerdir” diyor. C U M H U R İ Y E T K İ T A P S A Y I 1230 aşkın dilinin içinden değil, yaşanmışlığın içinden vermeye çalıştım; böylece imgenin bütün olanaklarıyla içten, yeni bir aşk dili üretmenin erinciyle yazdım aşk şiirlerini. Aşkın tensel ilişkiyle doğan erincini ve enerjisini imgelerin içinden bütün içtenliğiyle ve canlılığıyla aktarmaya çalıştım: “karanlık çiçeğini aralıyorum” (s.47) gibi erotik dizeler yazdım geç de olsa. Mutlu aşk yoktur derler ya ben aşkın insanı uçuran, insanı başka yapan erincini, mutluluğunu yazdım. Ayrıca insana mutluluk veren her olguyu aşk olarak gören bir tutum içindeydim. Sadece bedenin dili olmaktan öte bir tutumdu bu. Doğa ile iç içe olmak, bedenin dilini doğada da aramak gibi. Kısaca, aşk şiirleri düşünü kurduğum yeni dünyanın ipuçlarını veren şiirlerdir. Aşk XII’de Mardin’e gönderme var. Dört dilde söylenen Sarı Gelin türküsünden söz açıyorsunuz. Bu kültürel bileşenleri açar mısınız? İçinde yaşadığımız bu ülke çok dilli, çok kültürlü, çok dinli bir ülke. Anadolu, Mezopotamya çok sesli bir koro gibi. Bunu da “aşktır bir arada yaşama görgüsü” (s.56) dizesinde belirgin biçimde vurguladım. Ben bu toprakların şairiyim. Misis Köprüsü’yle, Lokman Hekim’iyle, Toroslar’ıyla, Yörük’leriyle bu toprakların sahici sesi olmaya çalışıyorum. Mersin’de yaşayan bir çocukluk arkadaşımın aklında şu dizeler kalmış: “…çok sürmez alışırsın / denizin farkına varmadan yaşamaya” (s.69). ‘Ne kadar gerçekçi’ demişti. ‘Öyle yaşıyoruz Mersin’de’. Bedenin dilinin bir karnaval olduğu söylenebilir mi? Çiçek Kokan Ağzı’ndaki otuz aşk şiirini kastediyorsan, şiirlerdeki bedenin cisimleşen dilinin bir karnaval olduğu söylenebilir. İmgeler, eğretilemeler, benzetmelerle örülen bir dil karnavalı. Daha ‘Kadınlar’ şiirlerini konuşamadık. Öteki şiirlerden de… Evet, varoluş ürpertileri ile ölümden de… Şiirleri ören birbirine uzak çağrışımlı nesnelerden de… Çok teşekkür ederim. n 1 2 E Y L Ü L 2 0 1 3 n S A Y F A 1 1