Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K Fethi Naci de Nurullah Ataç gibi, eleştirmenliğinin yanında denemeciydi kuşkusuz. Ne var ki Ataç’ın eleştirmenliği, denemeciliğini örtemezken Fethi Naci’nin denemeci yanının görece örtük kaldığı söylenebilir herhalde. ysa her ikisi de denemenin sorgulayıcı gücünü arkasına alıp bu mantığa dayalı, bu dille kurguluyordu eleştirilerini. Deneme yazarlığını sürdürürken de eleştirinin yargılayıcı gücünden yararlanıyorlardı ustalıkla. Böylece kaba kestirimle eleştirilerinde denemeci yanlarıyla işbirliği halinde yazarlar olarak kendilerini koyarlarken deneme yazarı olarak da yeğin bir yapı çıkarıyorlardı okur karşısına… Yazınbilimci Doç.Dr.Selma Baş, Türk Edebiyatında Deneme (Grafiker, 2012) adlı özgün çalışmasında, Ali Galip Yener’in (2008) tanıklığına göndermeyle Fethi Naci’nin denemeciliğini 1968’e dek ilk evre etkinliği bağlamında görüp sonraki dönem verimlerini daha çok eleştirmenlik odağında alma eğilimi sergiliyor. (113) Yine de Fethi Naci, eleştirmenliği kadar denemeciliğiyle de dikkati çekiyor bana göre… Peki siz, bir deneme yazısından ne beklersiniz? Birörnek, aynı kalıba uygun, bunu yineleyen satırlar değil herhalde değil mi? Deneme, kuşku yok ki bu tür soruların da yanıtlarını tartışıp sorguluyor ötedir. Sözgelimi Mehmet Serdar’ın yeni denemeler toplamı Sizi Nereden Tanıyorum? (Sözcükler, 2012), yeni bir tanıklık bağlamında alınabilir pekâlâ… Sonra Ekrem Kahraman’ın Sesli Düşünmek (…) (Kreatif, 2013) adlı çalışması da bu yönde örneklenebilir bana göre. Her ne kadar yapıtın ilk sayfasında şöyle bir uyarı yer alsa da: “Bu kitap Ekrem Kahraman’ın (…) ‘Açık Adres’ başlıklı sergisi nedeniyle hazırlandı./ Kitap esas olarak hem sanatçının kendisinin hem de son çalışmalarının arkasındaki düşünsel atölye/mutfağı açmayı amaçlamaktadır.” (13) Bu durum, sözünü ettiğim olguyu değiştirmiyor. Mehmet Serdar’ın dile getirişiyle söylersek, “Gündelik yaşama yüksek dozda düşünce aşılamak gibi rolü var denemenin” (15) çünkü… Bu iki kitaba girmeden önce Selma Baş’ın kaleme aldığı Türk Edebiyatında Deneme başlıklı kitap içinde gezinip kuş bakışı da olsa, gerek dünya gerekse Türk yazınına bakarak deneme üzerindeki toprağı şöyle havalandırıp bütünsel yaklaşım içinde bunlara çabucak göz atalım istiyorum ilkin… S A Y F A 16 n 25 T E M M U Z itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com FETHİ NACİ ZAMANI2 Ne denemesiz ne pusulasız... YAZINSAL DORUK OLARAK DENEME… Selma Baş, yapıtında, ana gövde olarak deneme türünün ortaya çıkışından başlayıp farklı dönemlerde kendini gösteren gelişim sürecini içine alacak biçimde yazınımızda yaklaşık yüz elli yıllık bir geçmişi özetlerken bu arada oldukça geniş tuttuğu “Giriş” bölümünde de türün kavramsal boyutlarıyla alansal sınırlarına, tanımsal açılımlarına yer açıyor, doyurucu bir kuşatıcılık, yetkin bir kavrayıcılıkla… Baş’ın yüzlerce kaynak arasında gezinip ama bir alıntı gevezeliğine düşmeden taradığı onca metnin bir izdüşümü bağlamında, denemenin düşünsel bağlamdaki estetize edilmiş somutlanışına yönelik, türdeki sorgulayıcı mantığı ele veren bir özetleme yapayım istiyorum ilkin. Sinema sanatıyla bilim arasında geçişkenlik sergileyen tür bağlamında, örneğin “belgesel” gibi alacaksak eğer, o zaman bilimle yazın arasında geçişken bir tür olarak da görebiliriz denemeyi. Ancak temellendirmenin de bunu besleyip destekler nitelik sergilemesi gerekiyor kuşkusuz. Bu bağlamda denemeyi bir “zekâ açıcı” (18) olarak nitelemek olası o halde. Bu işlevini nasıl ortaya koyacak peki deneme? Düşündürerek, kışkırtarak, uyarıp uyandırarak elbette… Bundan ötürü, deneme için düşünsel arayışın kendisi, bu yöndeki arayış süreçleri çok daha anlam taşıyor, bir bilginin bulgulanışına oranla… Öyleyse bir beyin jimnastiği de denebilir deneme için… Sorular sorarken, sorgulayıcı bir mantıkla adımlarını atarken herhangi yanıt beklemiyor oluşu da bunu göstermiyor mu zaten? Demek ki kuşku, soru kadar şaka, alaysama, yergi, hiciv, öykünme ya da bu yöndeki yaklaşımlar da denemenin birer altyapı gereci gibi alınabilir… Çünkü bütün bunlar zengin bir altyapısal birikime yol açarak diyalektik bir bilenme süreci biçiminde karşımıza çıkabilir. Öyle ya “deneme(nin), genellikle eleştirinin önem kazandığı akılcı dönemlerde yaygınlaş(tığı)” görülmez mi? (33, 34) O halde bu çerçevede Gezi Direnişine, bir toplu eleştiri eylemi bağlamında yaklaşabilmek ne denli olanaklıysa, bu olgusal bütünü bir eylemsel deneme sanatı gibi algılamak da bu oranda olası demektir… Öyleyse bütün bunlara bir “çağ bilinci” gözüyle de bakılabilir… Bu durumda deneme, Mongaigne ile 16. yy.da ortaya çıktığında yaşanan bir “çağ dönüşümü” (38) olmalıdır. Bu da bir “dünya nimeti”dir elbette, yazınsal olanın aracılığıyla insanlığın kazandığı… Selma Baş’ta anlatının içine girildiğinde, “Çağ dönüşümü”ne koşut gelişimin izleri, bizim yazınımızda “Deneme Yolunda Somut Adımlar” başlığı altında 1923–1940 arasında, “Gelişen Tür Bilinci ve Denemenin Soluk Kazandığı Yıllar” başlığı altında 1940–1960 diliminde görülebilir herhalde. Bu verilerden kalkıldığında zaten deneme 2013 O türünün cumhuriyetle birlikte bir büyük yükseliş içine girerek bundan önceki altmış yılda aldığı yolun çok üzerine çıktığı, büyük yükseliş kaydettiği söylenebilir. Doç.Dr. Baş’ın andığım yapıtı, bunları derli toplu verip genel içinde bile tekil örneklere yer açması bağlamında deneme yazınımıza topluca bakacaklar için değerli başvuru kaynağı. BİR SORUYU ÖTEKİ SORUYLA AÇIMLAMAK… Deneme yazınımızın 1990’dan bu yana önemli adları arasında sayabileceğimiz Mehmet Serdar’ın kimi yazılarına göz atarak türe dönük kazıyı sürdürebiliriz kanımca… Mehmet Serdar da pek çok deneme yazarı gibi sorusunu yeni sorular üreterek ya da karşı açılara dayalı bakışla ürettiği olumsuzlama yaklaşımıyla geliştirip öyle atıyor adımlarını. Nitekim Sizi Nereden Tanıyorum? böyle yapılandırılmış. Bunu şöyle açımlıyor yazar: “Denemede eleştirici, sorgulayıcı tutumum sürüyor. (…) Sorularla bir konuyu sonuna dek kurcalamak. Sorulabilecek bütün soruları sormak. Tezler, karşı tezler çerçevesinde bir deneme boyu yol almak.” (9) “…[A]rayış yazıları denemelerim.” “Deneme adıyla tanımlanmış yazı türü, yazar için olduğu kadar okur için de bir deneme olmalı. Denemenin temelinde var olan kuşku, verilmiş yanıtların yeterliliği konusunda okuyucuya da bulaşmalı.” (14) Nasıl olacak bu? Mehmet Serdar’ın “Alışveriş Merkezi” başlıklı denemesi, soru üretmenin nasıl engellenmeye çalışıldığının da ipuçlarını döşüyor. Şu satırları, Gezi Direnişi odağında, AVM’lere karşı çıkışın temellendirilişine dönük önemli dayanaklardan birine dönüşen bir veriler dizisi olarak okumak olanaklı geliyor bana: “…[B]izde alışveriş merkezi kavramı ve boyutu seksenlerin ortalarında yapılan Galleria Ataköy’le oluştu. (…) Tüketim, bu döneme kadar gereksinimlerin karşılanması anlamına geliyordu. Galleria’yla birlikte tüketim, kitlesel ölçekte gereksinimi karşılamak için değil toplumsal statü kazanmak için yapılmaya başladı. Galleria öncü oldu, arkasından Akmerkez, Capitol ve ötekiler.” “Sayıları yüze yakın bu alışveriş merkezlerinde hep aynı mağazalar var.” (138, 139); “Üretim, uzun zamandan beri, belirlenmiş insan gereksinimlerini karşılamanın çok ötesinde hedefler için yapılıyor. (…) Gereksinimler oluşturuluyor. Tüketim ideolojisi insanın gerçek gereksinimlerini çok aşan bir biçimde gereksinim imal ediyor.” (141); “Alışveriş merkezlerinde herkes gözaltında.” (144) Bu “gözaltında olma”nın nece üzerinde durulsa yeridir. Görüldüğü gibi böyle bir yapıya sıkışarak yaşamaya çalışmak zaman içinde insanın soru üretemez hale gelmesine yol açacaktır. Demem o ki insan, giderek sorgulamaktan uzaklaşacak, soru sormak gibi bir gereksinim de duymayacaktır. Yeni ortaçağ da bu olmalı: Bir kuşkusuzluk çağı. Böylece bir kez daha denemenin dürtücü gücüyle yüzleşme fırsatı yakalıyoruz metni okurken. Soru yöneltmenin, bir son soru halinde ortada kalacağı, insanın soru sorma yetisini yitireceği, soruyu yeni bir soruyla geliştirmesi gerekirken bir türlü buna ulanabilecek bir soruya çengel atamayacağı, ertesi gün ya da yeni sabahın olamayacağı gibi insanı dehşete düşürecek bir karabasan bu… Mehmet Serdar, denemelerini, metinlerini zevkle okutan bir yazar. Elbette usta denemeciler için bir zorunluluk sanatla içlidışlı kılınmış bu tür metinler ortaya koyabilmek. O da, okuyabildiklerimde, bunun altından hakkıyla kalkıyor bana göre. SESLİ DÜŞÜNMEK, SESSİZCE ÜRETMEK… Ekrem Kahraman, bir “Açık Kimlik” ara başlığı koyup, “Allaha şükür ki, kendimle hesaplaşabilme kabiliyetimi ve cesaretimi hiçbir zaman kaybetmedim!” diyerek giriyor kitabına. Ardından sürdürüyor: “…[B]ütün bu yaşadıklarım, yenilgi, başarı ve tecrübelerim bana yoğun, yüksek bir gelecek umudu veriyor.”; “Sesli düşünüyorum… (…) Çok tepki çektiğimin çok çok farkındayım. Şu an burada yazdıklarıma da, bu kitaba da ‘Ne gerek vardı sanki?’ diye yine ileri geri konuşacaklar ve çok çok kızacaklar bilmez olur muyum?” (23, 24) Kahraman, bir dünya, olası sanat tasarımı kurmaya girişen bir muhalif bağlamında kendi kozasına yönelik kazı yapıyor bir bakıma: “Dünyaya bu çağın çağdaşı bir dünya tasavvuru olarak nasıl bakılmalı, iyi, dürüst, onurlu ve gerçek bir yaşam nasıl kurulmalı, nasıl sürdürülmeli, nasıl mutlu olunmalı, bu parapulmakam kargaşasından kirlenmeden, yıkılmadan nasıl tertemiz çıkılmalı biliyorum.” (29) Sonra bir fotoğraf; Ekrem Kahraman’ın işliği… Sesli düşünmeyi sürdürüyor yine sanatçı: “Her şey yerinden oynamış, her değer, her davranış başka bir şeyin yerine geçer hale gelmiştir. Ahlak, akıl ve kalp aşırı sapmıştır.” (31) Kendince “Romantik bir devrimci”dir o, “muhalif, ayrıksı”… (29) Ama zaten “Sanatçı… (da) sesli bir eylemci(dir) aslında: / Geçmiş ile bugün ve gelecek arasında… Tarih ve kültür ile hayat arasında… Birey ile toplum arasında… Hayal ile gerçek arasında…” (37) Ekrem Kahraman işte böyle sesli düşünüp bir açıdan yaşadığı çağa dönük saptamalar getiriyor, cumhuriyet aydınlanmasının örsünden geçmiş biri olarak. Sesli düşünüyor, aykırı uygulamalarıyla da sessizce üretimini sürdürüyor belli ki… Böyle bir Gezi Direnişi’nin ortasında… O halde Gezi Direnişinde “deneme”, tuttuğu pusulayla yükselen bir değer. Yazınımızdaki denemenin de yükselerek Gezi Direnişi gibi bir sis çanı oluşunu bu yönde değerlendirebiliriz sanıyorum… Fethi Naci de yukarıda, muzip gözlerle “Gezi’deki deneme”yi okuyor satır satır... n K İ T A P S A Y I 1223 C U M H U R İ Y E T