03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y Behçet Necatigil’in kendi sesinden şiirler eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] eorge Thomson, Tarihöncesi Ege adlı yapıtının “Şiir Sanatı” başlıklı bölümünde şiirin kökeni ve doğasını incelerken, şiirin, İrlanda dili konuşan köylülerin dillerinde yaşadığından söz eder. Thomson’ın iyi bildiği köylerden birinde, kırk yıl kadar önce ölmüş ünlü bir ozan yaşamıştır. Şiirlerinin hemen hepsi belirli zamanlarda, belirli olaylarla bağıntılı olarak düzülmüştür. Ailesinin anlattıklarına bakılırsa, bu ozan, ölüm döşeğinde bile başını koluna dayayarak bütün gece durmadan şiir okumuştur. Thomson, bir akşam, Atlas Okyanusu’na bakan bir tepe üzerindeki bu köyde dolaşırken, köyün kuyusunun başına gelir. Tanıdığı yaşlı bir kadına rastlar orada. Kovalarını daha yeni doldurmuş, durmuş denize bakmaktadır. Kocası ölmüş, yedi oğlu da, “toparlanıp” Massachusetts’in Springfield kentine “gitmişlerdir”. Birkaç gün önce oğullarından birinden bir mektup gelmiştir, son günlerini rahat geçirsin diye onu da yanlarına çağırıyordur, yol parasını da gönderecektir, yeter ki o razı olsun. “Ayrıntılarıyla anlattı bütün bunları bana” diye aktarıyor Thomson, “sonra da tepelerdeki tezek yığınına gitmek için nasıl yorulduğundan, tavuklarının öldüğünden, karanlık, isli kulübesinden yakındı; ardından, düşündeki Amerika’nın taşı toprağı altın bir Eldorado olduğundan, Cork’a kadar yapılması gereken tren yolculuğundan, denizleri aşmaktan söz açtı, ama tek dileğinin kemiklerinin İrlanda toprağında dinlenmesi olduğunu söyledi. Konuştukça coştu, dilinin akıcılığı arttı, daha renkli, ritimli, ezgili bir nitelik aldı. Gövdesi de düşteymişçesine, bir beşik gibi sallanarak sözlerine eşlik ediyordu. Sonra gülerek kovalarını aldı, bana iyi geceler diledi, evinin yolunu tuttu…” Thomson’ın 1930’larda yaşadığı bu tanıklıklar, şiir sanatının çok eskilerine alır götürür bizi. Bir topluluk önünde çoğu zaman ezgili olarak ve ezbere söylenen destanlara… Şiirle müziğin birbirine sıkı sıkıya bağlı olduğu, şiirlerin çoğunun müzik eşliğinde okunduğu Eski Yunan’a… Sözlü gelenek içinde yaşayan, daha çok duyarak kulaktan öğrenilen, günlük yaşamdaki etkinliklerle yaSAYFA 6 ? 14 MART Solgun bir gül oluyor okuyunca G kından ilişkili şarkılara, türkülere… Çalışma sırasındaki zorlanma anları arasında uydurulan iş türkülerine… Ortaçağın gezgin halk ozanlarına… Şairle halkı birbirinden ayıran okuryazarlık gibi bir engelin olmadığı zamanlara… Günümüzde varlığını hâlâ sürdüren, sesiyle, sözüyle, kimi kez çalgısıyla halkının belleği işlevini üstlenen dengbêjlere… Modern çağda ise, şiir, kâğıt kalem işidir artık. Kâğıt kalem şöyle dursun, bugün, elini kâğıda kaleme sürmemiş, dizelerini bilgisayarda yazan şairlerin sayısı hiç de olmasa gerektir. Dahası, çağdaş şairler arasında şiirleri yüksek sesle okunmamış olanlar bile yok mudur? Şair şiirlerini yazar, bunlar basılıp yayımlanır, kitabı alan okurlar da sessizce okurlar. Geleneksel şiirle çağdaş şiiri ayıran en önemli özelliklerden biri de bireyselliğin damgası değil midir? Ama yine de, yüzlerce yılın yaşanmışlığının imbiğinden süzülüp gelen bir bağımlılık, bir tiryakilik olsa gerek, zaman zaman modern şiiri de yüksek sesle okumaktan alamıyoruz kendimizi. Belki de, her şeye karşın, modern şairin damarlarında gezinmeyi sürdüren sözlü koşuğun iksiri bunun nedeni. Kimileyin bir şiiri sessizce okurken dayanamayıp yüksek sesle okumaya başlamaz mısınız hiç? Ya da bir dost masasında ezberden bir Melih Cevdet, bir Cemal Süreya, bir Edip Cansever okumaya kalkışmaz mısınız? Yalnız biz okurlar mı, tiyatro ustaları yıllardır, hem de bazen küçük bir müzik eşliğinde şiir dinletileri sunmuyorlar mı dinleyicilere? Örnek çok, ne ki Cüneyt Türel’in Tilbe Saran’la birlikte sahnede okudukları şiirlerin sesleri hâlâ kulaklarımda… Genco Erkal, Nâzım Hikmet’in, Brecht’in dizelerini sahne düzenlemesiyle dramatik yapılara uyarlamadı mı ustaca? Ama, benim geleceğim yer, şairlerin kendi şiirlerini yüksek sesle okumaları aslında. Kanımca, bir şairin kendi şiirini okuyuşunda, onun şiirinin özünü duyumsamak olanaklı. Bir bestecinin kendi yapıtını seslendirmesi, yorumlaması gibi bir şey. Bir Türk musikisi bestekârının kendi bestesini usuldan terennüm edişi kulağınıza çalındıysa, şarkının ruhunu hissetmişsinizdir, sesinin güzel olup olmadığına bakmadan… Uzun yıllar önce, sıradan insanların gündelik konuşma dilini dizelere dökme ustası Robert Frost’u dinlemiştim bir uzunçalardan. Anımsadığım kadarıyla, tıpkı şiirindeki gibi, yalın konuşmanın doğal ritmi yansıyordu sesine. Nâzım’ın kendi dizelerini yüksek sesle okuyuşunda da, onun şiirinin inip çıkışlarını, yükselip alçalışlarını duymaz mıyız? Yapı Kredi Yayınları, Kendi Sesinden Şiirler dizisini, Nâzım’ın Büyük İnsanlık’ının, Orhan Veli’nin Beni Bu Güzel Havalar Mahvetti’sinin, Özdemir Asaf’ın Sen Bana Bakma, Ben Senin Baktığın Yönde Olurum’unun ardından Behçet Necatigil’in Solgun Bir Gül Oluyor Dokununca’sıyla zenginleştirdi. Necatigil tutkunları için benzersiz bir kitap. Yalnız Necatigil hayranları için mi, tüm şiir sevdalıları için de. Ustanın kendi sesinden dinleyeceğiniz şiirlerinin yanı sıra daha pek çok şey bulabilirsiniz bu kitapta. Güneş Buharalı’nın, Necatigil’in sağlığında radyo için yaptığı programın kaydında, şairin yaşamıyla ilgili ayrıntıları, şiir ve kendi şiiri üstüne düşüncele rini kendi sesinden dinleyebilirsiniz. (Buharalı, bu programların tüm kayıtlarını kitaplaştırsa keşke.) Sonra, kitabın sonunda yer alan Necatigil biyografisi, tüm yapıtlarını ve kaynakları da kapsayarak, sağlam bir başvuru kaynağı getiriyor elinizin altına. Dahası, CD’deki kendi sesinden şiirleri dinlerken, dilerseniz, kitaptan da okuyarak izleyebilirsiniz. Necatigil, 1976’da, Doğan Hızlan’la yaptığı bir televizyon programında, şiirinin nasıl okunacağının ipuçlarını vermiş. “Benim şiirimi kesik kesik okumalı,” diyor. “Dura dura. Sözcükler arasında gerekli boşlukları bıraka bıraka. Benim şiirim eskilerin deyimiyle inşâda gelen bir şiir değil, yüksek sesle okunacak bir şiir değil. Ancak havasına girdikten sonra o havanın gerektirdiBehçet Necatigil ği kollayışlara dikkat ederek okunması icap eden bir şiir…” Kitabın başında, Necatigil Ailesi’nce kaleme alınmış kısacık önsözden öğreniyoruz: “Bu şiirleri yayınevine vermek üzere toplu olarak dinlemek, silinmeye yüz tutmuş anıları tekrar canlandırdı: Yetmişli yıllarda Almanya’ya gittiğinde aldığı kasetli küçük teybi kullanım kılavuzunu dikkatle okuyarak çalıştırması, odasına kapanıp şiirlerini titizlikle kaydetmesi, kayıtları başarıyla tamamladığında keyifle gülümseyişi…” Necatigil’in kendi şiirlerini yüksek sesle okuyuşunda, o “kesik kesik”liklerde, “dura dura”larda, “sözcükler arasındaki boşluklar”da, şiirindeki gündelik yaşamdan yaşamın özüne yayılan acıların tedirginlikleri duyuluyor… Az önce sözünü ettiğim Önsöz’ün bize anımsattığı dizeler, elimizdeki CD’yi ve kitabı bir kat daha anlamlı kılıyor: “Bu benim yazdıklarım / Kendi halim mi sade / Yaşadığım çevreden / Bir ses kalsın istedim / Şu koskoca dünyada…” “Solgun Bir Gül Dokununca”yı dinliyorum Necatigil’in sesinden. Hüzünlü, biraz yorgun, ama dinleyene dinginlik veren bir ses: “… Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece / Kımıldıyor karalıkta, ne zaman dokunsam / Solgun bir gül oluyor dokununca…” Solgun bir gül oluyor okuyunca… ? 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1204
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle