03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Gerek ‘Tıp Bu Değil’in gerekse Çalışma Ortamı’nın kılavuzluğu, sonuçta hepimizin ufkunu genişletiyor… Bunlara bakarak, yazın ya da öteki sanat alanlarındaki verimleme süreçlerini nasıl değerlendirmek gerektiği kendiliğinden ortaya çıkıyor. n yıl oluyor, Adnan Menderes Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı, amca torunum Dr. Erdal Beşer’in çağrısıyla “Sağlık ve Öykü” başlığı altında bir söyleşiye katılmıştım Aydın’da. Toplumun sağlıkla ilişkisi düzleminde öykülemenin yerini göstermeye girişmiş, tıp fakültesiyle sağlık meslek lisesi öğrencilerinin veya bu bağlamda eğitim, öğretim görenlerin öykü sanatıyla içlidışlı olmalarının getireceği yararlara değinmiştim. Yaşamını ritüel temelinde biçimlendiren bizim gibi Doğulu toplumlar doğum, düğün, ölüm üçgeni çevresinde geçen yaşantı akışlarını birbiriyle paylaşıp aktarırken en önemli araç olarak öykülemeye dayalı sözlü anlatımı kullanıyor. Hayatın bütününü özetleyen yaşam üçgeni, dünya toplumları için ortak nitelikler barındırsa da Doğulu toplumlarda renkli bir anlatı sanatının ortaya çıkmasına yol açıyor. Söz konusu yaşam üçgeni, hayatın tümüne yayılıyor aslında. Bu nedenle doğum, düğün, ölüm birbirini besleyen zengin bir anlatı damarıyla buluşturuyor bizi. Buna dönük kutlama, tören, dilek, niyaz, taziye türünde etkinliklerin aynı zamanda sanatımızın temel besleyicileri arasında yer alışı rastlantı sayılmamalı o halde… Aydın’da yaptığımız söyleşide, insanımızın sağlığı kadar hastalığını, derdini, bedensel, ruhsal sıkıntılarını bu biçimde hep öykü diliyle yansıttığını vurgulayıp öykülemenin, yaşamımızda önemli bir iletişim dilieşduyum becerisi olarak belirgin ağırlık taşıdığını örneklerle aktarmaya çalışmıştım. Gerçekten başlangıcından 1950 kuşağı da dahil tüm öykücülerimizde karakterlerin sağlığı, hekim, hastane ilişkileri ya da ameliyata, ilaca dönük tutumları üzerine çok sayıda örnekle karşılaşılıyor. Bu bağlamda 1930’ların, 40’ların öykülerinde yoksullukla örülü sıtma, tüberküloz vb. can yakıcı hastalıklarla penisilin vb. ilaçlar, insanımızın karamsarlığı, bu doğrultuda sorunlara bakışı anımsanabilir… Bunun yanında bir hekim öykücü varlığı da söz konusu yazınımızda. F.Celalettin’den başlayıp Muzaffer Hacıhasanoğlu’ndan geçen, günümüzde Alper Akçam, Müyesser Güner, Osman Akalın vb. geniş bir yazarlar kuşağıyla kol kola girip Kerem Alp Usal gibi tıp öğrencilerine dek uzanan ciddi bir hekim varlığından söz edilebilir pekâlâ. Peki, günümüz öykücülerinin, halkın sağlık sorunlarıyla ilgisi üzerine neler söylenebilir? Bunun için farklı bir kitapla konuyu işlemek olanaklı görünüyor bana: Tıp Bu Değil (Editör: Dr. İlknur Arslanoğlu; İthaki, üçüncü basım, 2012). itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA [email protected] [email protected] Öykücülüğümüz halk sağlığının neresinde? ye’de Halk Sağlığı disiplininin kurucusu ve sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinin mimarı.” Fişek’in öğrencileriyle Kurthan Fişek, A.Gürhan Fişek, yanı sıra öteki öncülerin katkısıyla kurulan bir de vakıf var: Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı. Fişek Enstitüsü otuz yılı geride bırakırken bir de dergi çıkarıyor: Çalışma Ortamı. Dergide yer alan yazı dizilerinden birinin başlığı şöyle: “Toplum Hekimliğine Gönül Verenler”… Ceyhun Atuf Kansu’nun da sorunu daha 1940’larda genç bir hekim şair olarak şiirle buluşturması üzerinde durulmalı… İki aylık Çalışma Ortamı’nda çocuk, çocuk emeği, işçi sağlığıyla iş güvenliği, kadın, sosyal politikalarla toplum hekimliği üzerine yayımlanan yazılar ilgiyle okunuyor. OcakŞubat 2013 tarihli son sayıda da “Anımsa” başlığı altında “işçi doktoru” Engin Tonguç’la yine bir işçi doktoru eşi Müstesna Tonguç tanıtılıyor. (www.fisek.org.tr) Romancılığı, denemeciliği ötesinde bir yazmanyazar olarak Tıp Bu Değil’e katkıda bulunan Kaan Arslanoğlu da Nusret H. Fişek’e selam duruyor zaten… O Kaan Arslanoğlu NUSRET FİŞEK OKULU; YENİ BİR HEKİMLİK ÇAĞI… Tıp Bu Değil’den içeri girerken uzaktan da olsa Nusret H. Fişek’e bir sevgi sunulabilir… Özgür Ansiklopedi, Fişek’i şöyle tanıtıyor: “TürkiSAYFA 16 ? 14 MART KAAN ARSLANOĞLU’NDAN FARKLI HEKİMYAZARLIK... Toplum sağlığına dönük bir manifesto biçiminde algılanabilir Tıp Bu Değil. “Editörün Önsözü”nde Dr. İlknur Arslanoğlu, çalışmalarını şu sözlerle açımlıyor: “Bu kitap gerek tıp mesleğinin ve biliminin, gerekse sağlık politikaları üretimi ve uygulamasının statükoyu ve muhalefeti temsil eden sorumlularını değişik bakış açısıyla irdelemeyi amaçlar. Böyle bir gereksinim duyan kişiler giderek kişisel paylaşımlarını daha geniş bir platforma yansıtma isteklerini dile getirmişlerdir. Bu platform en uygun şekliyle bir kitaptır.” Bu çerçevede platformla geliştirilen, imzacılarca sırtlanıp dönüştürülerek ortak kitaba dökülen “sağlık anlayışı eşiği”nin bir temel dayanak olduğu söylenebilir pekâlâ. Kaan Arslanoğlu’nun şu sözlerinin altını çizdim: “Bu kitabın amacı tıpta doğrunun ne olması gerektiğini yeniden ateşli bir tartışma haline getirecek hevesi yaratmaktır her şeyden önce.” “Sağlık alanında bilimselliği yeniden tartışmaya açmak, toplumcu bakış açısını, ticari olmayan tıp uygulamalarını yaymak, örgütlemek, bunun kuram ve pratiğini oluşturmak, gençleri buna göre yetiştirmek ve motive etmek bence hekim örgütlerinin epeyce on yıllardır ihmal edilen başat görevidir.” (15) Tıp, halk sağlığı alanlarında yolculuğa çıkarken Kaan Arslanoğlu da, okura ön açıcılık yapıyor bir bakıma. Yazar, iktidarın halk dalkavukluğuyla yansıttığı yanıltıcı pembe tablonun seçimlerde oynadığı role değinerek önemli uyarılar getiriyor. Farklı söylemiyle, yapısal yaklaşımıyla “Tıp işte bu!” dedirtecek bir manifesto bu enikonu: “Hekimler olarak, bireysel veya örgütlü, işe nereden başlamamız gerektiği çok açık…” “Tartışma başlatacağız. İşin başlangıç adımı budur.” (27, 28) 2013 Tıp Bu Değil, Arslanoğlu’nun Dr. Ahmet Aydın’la yaptığı söyleşilerle başlıyor. Sonrasında Ahmet Özdoğan, Ali Rıza Üçer, Bülent Kara, Gülümsel Heper, İlknur Arslanoğlu, Kaan Arslanoğlu, Mustafa Sönmez, Mutluhan İzmir, Osman Elbek, Tolga Binbay, Uğur Yılmaz, Yavuz Dizdar imzalı, her biri üzerinde ayrıca durulabilecek değerli yazılarla sürüyor. Kendi payıma, Dr. Ahmet Aydın’ın sözlerinden kalkarak öykü evrenlerinde karşılaştığımız kimi sağlık izleklerine dönük öne sürüşler getirilebileceği sanısına vardım. Önce Aydın’ın şu sözlerine kulak verelim: “ABD’de 1900 yılında yüzde 3 olan kanserden ölüm oranı, 2000’de yüzde 24’e çıkmış.” (37); “…ABD’de 1890 yılında doğumdan itibaren ortalama yaşama süresi 42.5 yıl iken, 1990’da bu 72.9 yıla çıkmış.” (39); “Eski günler bir taraftan güzel ama bir taraftan da hayat çok güç; ekmek aslanın ağzında. İnsanoğlu şimdi bedensel açıdan daha rahat ama ruhsal açıdan öyle değil.” “Bugünkü genlerimizin yüzde 99.99’u 40 bin yıl önceki atalarımızın (homo sapien) genleri gibi çalışmakta. Yani genlerimiz eski, 40 bin yıl önceki gibi, ama onları etkileyen çevresel faktörler yeni ve çok değişti.” (41) Refik Halit Karay’a, Sait Faik, Sabahattin Ali’den Memduh Şevket Esendal’a, Orhan Kemal’den Haldun Taner’e, günümüze ulanan kimi öteki adlarla birlikte bunların öykülerinde de bu tür etkiler yaşanabiliyor… Bana göre okur, yapıtlarda karşısına çıkan yabancı anlatı evrenlerinde hiç tanımadığı kişilerin dramlarıyla yüz yüze gelirken, bunların bir açıdan kendi yaşadığı acıların ruhsal düzlemdeki kopyaları olduğunu görerek yapıtlardan yayılan gerçektenlik duygusunun etkisinde kalıyor… Yukarıda andığım yazarların en küçüğünün yüz yaşına vardığı düşünülürse, yığınla genç insanı kendisine bağlayan yüzlük bu delikanlılarla günümüz milyonları arasındaki ilişkiye bakarak üzerinde uzun uzadıya durulabilir bunun… Gerek Tıp Bu Değil’in gerekse Çalışma Ortamı’nın kılavuzluğu, sonuçta hepimizin ufkunu genişletiyor… Bunlara bakarak, yazın ya da öteki sanat alanlarındaki verimleme süreçlerini nasıl değerlendirmek gerektiği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Oysa günümüzde bu tür yayınların imledikleriyle çakışmayan bir tutumla karşılaşılıyor öykü evrenlerinde. Diyebilirim ki son çeyrek yüzyıl içinde üretilen öykülerde halk sağlığına dönük sorunlara hiç yer ayrılmış değil neredeyse. Öykü, toplumun sağlık sorunlarını anlatacak değil elbette, ama bugün öykülere bakarak yüzyıl önceki toplumun sağlık sorunlarını algılıyor, ama yüzyıl sonra günümüz öykülerine bakanların bu tür sorunları algılayacağından kuşkulanıyorsak eğer bunu nasıl açıklarız? Fethi Naci, resmi olmayan tarihin ancak romanlarla öğrenilebildiğine değinmişti bir yazısında. Nitekim geçmişte öykücülüğümüz, halk sağlığını sanatsal düzlemde bütün çıplaklığıyla yansıtmayı başarmıştı. Peki günümüz öykücülüğü yarına ne bırakacak bu konuda? Arslanoğlu’nun değinisine göre iktidarın bunca uzun süre ayakta durabilmesinde kömür, makarna dağıtımı kadar sağlık politikasında görece ürettiği yanılsamaya dayalı pembe tablo da rol oynuyor. Ama böyle bir verinin ipuçlarıyla karşılaşılmıyor öykümüzde, romanımızda… Halkın, üretilen sağlık politikalarıyla ilişkisi ne durumda, halk kendisine yönelik sağlık politikalarına nereden bakıyor, hekimlerimiz halksağlık ilişkisine nasıl yaklaşıyor, bu arada hekimlere reva görülen taciz, şiddet nerelere uzanıyor, son olarak öykücülüğümüz, öykücülerimiz bu halkı, sağlık politikasını, hekimi kurdukları evrende nasıl ele alıp değerlendiriyor, bunlara da siz karar verin… Yine de 14 Mart Tıp Bayramınız kutlu olsun efendim… ? ZORUNLU AÇIKLAMA Sayın Osman Deniztekin’in geçen hafta yer alan 22.02.2013 tarihli iletisi, “ödüller” konusundaki tutumumun başkalarınca da merak edilebileceği sanısı uyandırdı bende. 1. Başlangıçta sınırlı sayıdaki yazım dışında, bugüne dek bir tekinde bile kitaplarına değindiğim yazarların hangi ödülleri aldığından söz etmedim. İlk kitaplarım dışında sözgelimi Can’da yer alan kendi kitaplarımda da bunların layık görüldüğü ödüllerin adlarına yer vermedim. 2. Bundan benim, Yunus Nadi, Yaşar Nabi, Sait Faik, Orhan Kemal, Cevdet Kudret vb. adları küçümsediğim, hafife aldığım anlamı çıkarılmamalı. Bu adlara saygımı, bağlılığımı pek çok yazımda açıkça dile getirdim. 3. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak şimdiye dek üstlendiğim seçici kurullardaki üyeliklerimin tümünü de artık bırakmış bulunuyorum. Son üç yıldan bu yana hiçbir ödülde seçici kurul üyeliği kabul etmediğim gibi verim alanlarımın hiçbirinde herhangi yarışma için adaylığım da söz konusu değil. Saygıyla, sevgiyle. 14 MART TIP BAYRAMI KUTLANIRKEN... Bu olgu yazına da yansıyor kuşkusuz. Nitekim yüzyıl öncesinin yapıtlarındaki yazın evrenleriyle günümüz yazınındaki evrenler, karakterler, bunların yaşam, iş, aşk, sağlık koşulları ile dış koşullar bağına göz atıldığında günümüz insanına oranla bunların değiştiği, büyük dönüşümler geçirdiği gözlenebiliyor… Geçen yüzyılda üretilen yazınsal yapıtların üretim koşulları ile günümüz yazınındaki üretime dönük süreçler gözden geçirildiğinde tıpkı sağlıktakine benzer biçimde çelişkiler yumağıyla karşılaşılıyor… Sözgelimi Halit Ziya’nın, Reşat Nuri’nin, Sabahattin Ali’nin, Orhan Kemal’in romanlarındaki evrenler günümüz insanının yakınlık duyacağı evrenler değil belki, ancak bu yazarların romanlarıyla derin bağlar kurabiliyor yine de günümüz insanı… Çünkü hâlâ sevilen, sıklıkla okunan yazarlar bunlar. Bunun gibi Ömer Seyfettin’den CUMHURİYET KİTAP SAYI 1204
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle