03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cüneyt Ayral’dan ‘Kostantıniyye Notları’ ‘Proklus’tan bugüne köprünün altından çok sular akmış’ Cüneyt Ayral’ın Kostantıniyye Notları, en donanımlı İstanbullulardan birinin gözünden bu kentte sürüp giden hayatın bir seyir defteri niteliğinde. Kitaptakiler gündelik, siyasal ve toplumsal olayların özgün bir bakışla değerlendirilişi aynı zamanda. Ayral’la Kostantıniyye Notları’nı konuştuk. ? Nedim GÜRSEL on kitabın “Kostantıniyye Notları”nda çeşitli yazılarını toplamışsın. Bu yazılar arasında İstanbul’dan söz edenler olduğu gibi Paris’ten söz edenler de var. Bunlardan birindeki gözlemin dikkatimi çekti. Rambouillet Şatosu’nun parkında, ki bu şato cumhurbaşkanının yaz rezidansıdır, sevişen iki heykel gördüğünü söylüyorsun. İlkinde bir kadınla bir erkek, ikincisindeyse iki erkeğin seviştiği bu heykellerin hikâyesini ve kimin tarafından yapıldıklarını merak ettim doğrusu. Çok uzun yıllardır seyahat ediyorum, dünyanın dört bir köşesine gittim ve beni müzelerden çok gittiğim yerlerin gündelik yaşantısı ilgilendirdi hep bu yerlerde, her zaman dostlar edinip onların ev yaşantısını görmek istedim. Yani bir resmin, bir heykelin kim tarafından yapılmış olduğu nedense beni hiç ilgilendirmedi ama o resmin, o heykelin yaşantının bir parçası olarak varlığı ile hep ilgilendim. Rambouillet Şatosu’na beni, o yıllara Paris basın ataşeliğini yapmakta olan, gençlik arkadaşım Derya Tutumel götürmüştü. Derya, Paris’in çevresindeki, hatta daha da geniş bir alandaki şatoları ezbere bilen birisidir. O gün beni oraya götürmesinin nedeni de şatonun, cumhurbaşkanlarının yazlık evi olmasındandı. Şimdi şöyle düşün! Türkiyelisin, nedenli uzun yıllardır SAYFA 4 ? 14 MART S buralarda yaşıyorsam da, yine de Türkiyelilik var… Bizim cumhurbaşkanlarını, başbakanlarımızı düşün, böyle bir bahçede Suudi Arabistan kralını ya da ne bileyim Malezya başbakanını ağırladıklarını inan ki düşünemiyorum… Oysa bu şatoda ve bahçesinde, çok yakın tarihte, pek çok uluslararası toplantı yapılmış olduğu gibi pek çok yabancı devlet adamı da konuk edilmiştir. Bahçedeki sevişen kadın ve erkek ile iki erkek heykellerini, istersen söyle değerlendirelim: “Bahçede sevişen insanların heykelleri vardı” diyelim. Ben onları gördüğümde, 29 Aralık 1999’daki afette pek çok ağacını yitirmiş olan dev Rambouillet ormanına insanların bakarken nasıl bir haz duyduklarının anlatıldığını dü şünmüştüm ve tabii Fransızların insanlara olan saygılarını ve özgürlüklerine olan düşkünlüklerini. “PARİS İÇİN ‘HÜSNA’ DER, ‘DİŞİ’ DEMEZDİM” Uzun yıllar Kostantıniyye gazetesini çıkardın, bu nedenle, tutucu kesimin tepkilerine hedef oldun. Oysa Fatih de İstanbul’u bu adıyla biliyor ve seviyordu. Tepkiler ve gazetenin adı nedeniyle yasaklanması konusunda bugün neler söylemek istersin? Kostantıniyye Haberleri gazetesini beş yıl yayımlamış olmak benim onurumdur. Neredeyse 60 yaşımdayım ve bugüne kadar çok şey yaptım ancak yapmış olduğum işler arasında en değer verdiğim bu gazetedir. Gazete, birlikte çalıştığımız pek çok dostumun çok değerli katkıları ile İstanbul’a ve zaman zaman da Türkiye’ye ayna tutmuştur. O dönemde gazetenin adı “eski Bizansı anımsatıyor” gerekçesi ile yasaklanmıştı. Bizi o zamanlar kırmızı başlıkla yayımlanan Zaman gazetesinde çok ünlü bir şair dostum gammazlamıştı. Danıştayda açtığım davayı kazanmıştım ve ilginçtir devlete karşı açtığım davayı devlet temyiz etmemişti yani hatasını kabul etmişti, bu da bence önemliydi. Bütün mahkemelere avukatımla birlikte gittim, gazeteden hiç kimse yanımda olmadı, yalnızca karar günü, Yeni Moda Eczahanesi’nin sahibi, okurumuz ve dostum Melih Ziya Sezer yanımdaydı. Bugün dünyanın çeşitli üniversite kütüphanele Cüneyt Ayral, “Kostantıniyye Haberleri gazetesini beş yıl yayımlamış olmak benim onurumdur” diyor. rinde olan gazeteyi bir gün digital ortama taşımayı çok isterim. Gazetenin yazarlarından Hilmi Yavuz, merhum Orhan Duru buradaki yazılarını kitaplaştırdı, Hulki Aktunç’un ömrü yetmedi, öldü gitti. Seninle de o gazetede yapmış olduğumuz bir söyleşide önemli bir ifşaatın vardır, “İstanbul artık döndüğün değil gittiğim bir şehirdir” cümlesini ilk kez orada söylemiştin, bence bu senin “dünya vatandaşlığına” attığın adımdır. Bundan yanılmıyorsam bir yıl kadar önce bir Türkiye gazetesinde “İstanbul’un Adları” diye bir yazı çıkmıştı, o yazıyı kesip yanıtlamak istemiştim, sonra savsakladım. Hâlâ gazeteden söz edenler Konstantiyye diyorlar, bu yanlış çünkü Cüneyt Ölçer’in paralar kitabındaki parada Kostantıniyye diye yazıyor. Bu Sultan II. Mehmet’in fetihten sonra bastırdığı paradır. Paris’in de, İstanbul gibi “dişi” bir kent olduğunu yazmışsın. Kentleri “eril” ve “ dişi” olarak gördüğünü gizlemiyorsun. Ya “hünsa” kentler? Eğer bugün o yazıyı yazıyor olsaydım, Paris için “hüsna” der, dişi demezdim. Zaman Bitti romanımda ve daha sonra Gümüş Gölge romanımda, şehirlerin bu hallerine çokça değiniyorum. Paris’in gizli gece yaşamı, İstanbul’un bilinmeyen köşeleri, Milano’nun sevdalı halleri, Roma’nın fahişeleri, New York’un o çok ilginç “hüsna” yanı, Hong Kong’un tutucu görünümü ve utangaçlığının yanı sıra göstermediği paylaşımları… Yeni yazmakta olduğum “Son Darbe” romanımda okur, şehirlerin gizli kalmış yanlarını okuyabilecek. Paris Notları I kitabımda da anlattığım birkaç “hüsna” yer vardır. Zaman içinde, bunca gezip gördüğüm yerde, “erkek” bir şehre pek rasladığımı söyleyemem, bundan memnun olduğumu söyleyebilirim, dünya hiç olmazsa şehirler bağlamında erkeklerin egemenliğinden kurtulmuş! Kitabında siyasi konulara da değiniyorsun. Bugün Türkiye’nin içinde bulunduğu ortamı, bir yazar ve gazeteci olarak, nasıl değerlendiriyorsun? Türkiye kendisi ile yüzleşmeye çalışıyor ancak göçebe gelenekleri çok yerleşik olduğundan bunu beceremiyor, inanılmaz bir korkaklık içinde. Çağı algılamakta güçlük çekiyorlar. Ülkeyi yönetenlerin “kaliteleri” devlet adamı olmaktan çok uzak ancak bu sıkıntı tüm dünyada yaşanıyor yani kaliteli, bilgili gerçek devlet adamı azlığı, hatta yokluğu dünyanın bu döneminin sıkıntısı olarak göze çarpıyor, Türkiye’de bundan nasibini almış durumda. Türkiye’yi yönetenlerin “diktatör” olmak gibi hevesleri var, dünyayı geziyorlar ama kavrayabilecek bilgi donanımları yok. Ben zeki insan ile akıllı insanı birbirinden ayırırım. Türkiye’de zeki cin gibi yöneticiler var ama hiçbirisinin akıllı olduğu söylenemez. Örneğin, Rusya’nın devlet başkanı ile arkadaş oluyor, sonra onun gibi olmak istiyor ama Rusya’yı, tarihini, insanlarının davranışlarını bilmiyor, görüyor ama kavrayamıyor çünkü bu çok geniş bir edebiyat, müzik ve plastik sanat bilgisini de gerektiriyor. Sosyoloji ve antropoloji bilmeyi gerektiriyor… Türkiye’de sürekli olarak elma ile armudu birbiri ile karıştırıyor insanlar. İlkeli, aklı başında, ne yaptığını bilen, vizyonu olan bir devlet olmaktan çok uzaklaştık. ? 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1204
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle