19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Oya Baydar’ın “O Muhteşem Hayatınız”a bir bakış Sanat için her şeyden özgürleşmek gerekir “O Muhteşem Hayatınız”, Dersim’i anlama çalışmasıdır; ancak yazınsal bakımdan romanın güçlü ve öne çıkan yönü, kanımca Dersim’in anlatıldığı “Arya” arabaşlıklı ikinci bölümü değil, Diva adını taşıyan birinci bölümdür. Bununla birlikte, Oya Baydar, Walter Benjamin’in “Üretici Olarak Yazar”da söylediği ‘bir yazınsal yapıt gerekli gördüğü siyasal eğilim ile yazınsal niteliği’, yetkin anlatımıyla birleştirmeyi başarmıştır. yeniden tasarımlamış, silip yeniden yazmıştır. Okuyucu, bu tümcelerle birlikte daha ilk sayfalarda romanın adının nereden geldiğini öğrenir. Bir subay kızı olan Diva’nın aslında pek “muhteşem bir hayatı” olmamıştır. Bu sözleri tevazu olarak yorumlayan Toplayıcı, Diva’ya “paşa babası ve muhterem annesi ile prenses edasıyla poz verdiği” çocukluk fotoğraflarının, İtalya’da La Scala’daki La Travata başarısını gösteren fotoğrafların “muhteşem bir hayatın” kanıtları olduğunu sürekli yineler. Fotoğraflar, romanın başlıca izleği olan kimlik arayışı ve geçmişle yüzleşmenin araçlarıdır. Diva yaşlanan çoğu insan gibi geçmişini, kimliğini düşünmeye başlar. Romanda belirgin bir anlatım tekniği olarak kullanılan “anımsama”larda sıkça kullanılan “okyanuslar gibi derin gözler”, “Munzur gibi çağlayıp akan ses” ve “Mendolson’un Keman Konçertosu”, okuyucunun romanın ruhuna nüfuz etmesinin başlıca anahtarlarıdır. Bu konçertonun fonunda “akıp giden bir türkü ya da bir ağıt”, ilişkisiz gibi görülen keman, konçerto, türkü ve ağıt, romanın akışı içinde aslında Aliye Sema’nın biyografisini biçimlendiren kaynaklardır. Diva’nın kökeni ile ilgili duyumsatmalar, romanın içine serpiştirilmiştir. Örneğin, Toplayıcı, Diva’ya “Türkü sizin aslınız, sanki türkülere saklanmışsınız da opera giyinip tebdil geziyorsunuz” der. Bu sözler Diva’yı şaşırtır; Diva iç konuşmasında “nerden biliyor bu adam bir zamanlar dost meclislerinde türkü söylediğimi” sözleriyle şaşkınlığını, bununla birlikte, “bütün yerel müziklere saygı duymakla birlikte, klasik müziği” yeğlediğini dile getirir. Diva, kızının eğitimi için sürgünü, rütbe almamayı göze alan subay baba ve ev kadını annenin sevgisiyle büyür; onların çabalarıyla Ankara Devlet Konservatuarı’nda öğrenim görür. İtalya’da, Avusturya’da, Almanya’da, Amerika’da dünyanın birçok ünlü operasında sahneye çıkar. “Sanatın için kendini her şeyden özgürleştirmelisin” düşüncesi uyarınca, mesleğine düşkünlüğü ve yoğun çalışması sonucu ünlenir. Aslında “hiçbir şeye, hiçbir insana tam bağlanmadığından, özgürleşmek için büyük çaba” göstermesine gerek kalmamıştır. Belki de mutlak özgürlük fikri nedeniyle siyasete hiç ilgi duymamış, siyaset onun için “her zaman anlaşılmaz bir dünya olmuştur.” Ankara Operası’nda tanıştığı ve “kendisine vurgun olan” eşiyle on yıl süren “kusursuz, dümdüz ve renksiz” evliliğini bitirmek ve tek kızını terk etmek pahasına “sesinin peşine düşüp” İtalya’ya gider. Annelik içgüdüsü zayıftır. Öte yandan, kızı Arya’ya “hem profesyonel opera sanatçısı, hem de iyi bir anne olunamıyor” dese de içinde biriken hüznü hiçbir zaman alt edememiştir. Bu nedenle, “gerçek hayat, bizim kurduğumuz hayallerdir” diyen Toplayıcı’nın sözlerini onaylayacaktır. Elinizdeki En Eski Fotoğraf Hangisi? “Çocukluğa dönme” veya “ben kimim?” sorusu kapsamında geçmişi bulgulama, özkişiliği sorgulama, romanın özellikle ikinci bölümünden sonra başalaşır. Bu izlek, Diva’nın, Toplayıcı’ya sürekli “elinizdeki en eski fotoğrafım hangisi?” türünden sorularda belirginleşir. Toplayıcı, “muhteşem bir hayatı” olan Diva’da nedenini açıklayamadığı bir huzursuzluk, kapalılık, gizem görür. Fotoğrafların açığa çıkaramadığı bu sırların ve korkuların, bilinçaltının çok derinlerinde olmalarından dolayı, “yaşadığı çağın ruhunun özeti olan” Diva, ilk bölümde ayrımına varmaksızın yüzleşmekten kaçar. Fakat romanın bu güçlü figürü bir buçuk iki yaşındayken yaşadığı birtakım korkunç olayların izlerini taşır. Belirsiz anımsamalar ve yanılsamalar şeklinde zaman zaman dışa vuran bilinçaltı birikimi ve henüz sekiz yaşındayken kendi kızını terk etmiş olmanın vicdani sorumluluğu canlıdır. Bu nedenle, bilinçaltındaki huzursuzluğun kaynağı olan geçmişi çığa çıkarma ve anlamlandırma isteğini de bastıramamaktadır. Toplayıcı’yı arayıp çocukluk fotoğrafını sorar; çünkü somut nesneler olan fotoğraflar, Diva’da “eskileri deşmek, geçmişe uzanmak fikrini bilinçaltına yerleştirmiştir.” Arayış, Diva’yı “ilk çocukluk yıllarına ait hiçbir fotoğrafın veya başka bir şeyin, geçmişinin olmadığı” sonucuna götürür. O yaşa değin, “kendi hakkında düşünmemiş olması, kendini araştırmamış olması”, kısacası özdüşünüm eksikliğini ürküntüyle belirler. Romanda “bu çocuğun özü, derinliği yok” ile başlayan bir anımsama var. Burada felsefenin de temel sorunlarından biri olan “öz dediğin nedir?” sorusu kapsamında Diva’nın iç dünyasına, kişilik yapısına ışık tutulur. Öz, Diva’nın kişiliğinde “yanık türküleri içli söylemek midir? Sesinin özgünlüğünü ortaya çıkarma ve koruma güdüsü müdür? Hiç kimseye açılmaması, kimseye, kendine bile ağlamaması mıdır? Okulda diğer çocukların onu dışlaması, kendinin onlara karşı yabancılık, uzaklık duygusu duyumsaması mıdır? Yalnızlığı yeğlemesi midir?” Öz ile ilgili düşünüm, soru düzeyinde bırakılır. Romancılar ve Hayalciler Özgürdür Yazar, Toplayıcı’nın “kahraman yaratma ve onların kaderlerini yazma, onlara muhteşem yaşamlar kurgulayarak kendi çapında tanrılaşama” uğraşını, yazınsal yaratım ile ilişkilendirir. Diva’ya söyletilen “Hikâyeyi ya da oyunu istediğiniz gibi kurgulayabilir, gerçeği yeniden yaratabilir, yazabilirdiniz… O tanrısal güce ya da bir romancının insan kaderini gönlünce kurgulama özgürlüğüne sahipti ? Prof. Dr. Onur Bilge KULA ya Baydar’ın son romanı “O Muhteşem Hayatınız” (Can Yayınları, İstanbul 2012) Diva, Arya ve Toplayıcı olmak üzere üç bölümden oluşuyor. Roman, ilk iki bölümde çok büyük ölçüde belirginleşiyor. Üçüncü bölüm, kapsam bakımından en kısa olanı; ancak romanda adı belirtilmeyen Toplayıcı diğer bölümlerde de anlatıldığı için bu kısalık pek göze batmıyor. “Diva” adını taşıyan birinci bölüm, romanın kişilikli başkahramanı, dünyaca ünlü opera sanatçısı Aliye Sema’nın “Hangisi gerçek hayatım benim? Kendi yaşadığım mı, onun anlattığı mı?” tümceleriyle başlıyor. Romanın ilk arabaşlığı olan “Bitpazarına Düşmüş Bir Hayat” bölümünde adı belirtilmeyen ancak yazarın açıklaması uyarınca, gerçekte var olan Toplayıcı Diva’ya başvurarak, kendisinde olan bazı resimlerini gerçek sahibine geri vermek istemesiyle başlar. Her başlangıç önemlidir ancak bu romanın başlangıcı, okunurluğunu yükselten bir sürükleyicilik taşıdığı için, bir yazınsal bakımdan önemlidir. İnsancıl ve alçakgönüllü olmasına karşın, çok çalışması ve her şeyiyle kendisini opera sanatçılığına adamasından ötürü ünlenen, Aliye Sema, resimlerini görmek/almak amacıyla, Toplayıcı’nın yazlık evine gider. Toplayıcı, her fotoğrafın, her kâğıt parçasının, her satırın ardına düşen ve onlardan kendince öyküler kurgulayan, kendini iyi yetiştirmiş bir müzik öğretmenidir. Diva’nın, “muhteşem hayatını” da öyküsünü birçok kez SAYFA 4 ? 7 ŞUBAT O niz” sözleri de aynı yaklaşımı anlatmaktadır. Toplayıcı, “romancı olsaydım kahramanlarımın kaderine hükmeder, hikâyelerini istediğim gibi biçimlendirirdim” diye konuşur; çünkü romandaki söylem uyarınca, “romancılar ve hayalciler özgürdür.” Diva’ya göre, zayıf bir figür olarak kurgulanan Arya, romanın ikinci ve asıl konusunun açımlandığı bölümdür. Sekiz yaşında aileyi terk eden anneyle kırk yaşından sonra buluşan Arya, etnomüzikoloji alanında uzman bir akademisyendir. Annekız ilişkisi, uzun bir aradan sonra Diva’nın/annenin, Arya’ya çocukluk resimlerini göndermesiyle başlar. Annenin kendilerini terk edişi, “sağlam desteğim” dediği babası tarafından hep onun “büyük bir sanatçı” oluşuyla açıklanmıştır Arya’ya. Anneye karşı oluşan tepki birikimini aşmak için kendi içinde epey savaşım veren Arya’nın FıratMunzur bölgesinde, “kapalı kutu, yabancıya kolay açılmayan, eski korkuların, kadim acıların, çekişmelerin” sürdüğü Dersim’de özgün müzik ve anlatı derlemeyi amaçlayan projesiyle birlikte, roman siyasallaşmaya başlar. Projeye parasal destek veren Dersimli işadamı da “kimlik arayışı”ndadır. Aslında Türkiye toplumunun büyük bölümü, kimliğini/kişiliğini ve insanlığını aramakta ve yeniden kurmaya uğraşmaktadır. Dersim’de 1930’lu yılların ikinci yarısında yapılan ZazaKızılbaşAlevi kıyımıyla birlikte, o insanların yüz yıllar içinde yarattığı ve yaşattığı öğretisinin öğeleri olan dualar, devriyeler, masallar, söylenceler, simgeler, ritüeller, ezgiler, ağıtlar, deyişler, semahlar ve onlara canlılık ve çekicilik veren müzik de kaçınılmaz olarak kıyımdan payını almıştır. Yer adları tümüyle değiştirilerek, adeta bir belleksizleştirme gerçekleştirilmek istenmiştir. Arya’nın yurt dışında etnomüzik araştırması sırasında “yörenin ne kadar özel bir kültüre, ne ilginç inançlara sahip olduğunu fark ettim” demesi üzerine, belki de yazar Avrupa’da uzun süre yaşamış olmasından ötürü, romanın dördüncü kahramanı ve Fransa’da öğrenim görmüş Dersimli Cansa’nın ağzından bir oryantalizm, hatta içselleştirilmiş oryantalizm eleştirisi yaptırır: “İlginç, sorunlu bir sözcük. Batılı antropolog gözü, araştırdığı ilkel kültürleri ilginç sayar.” Batılı ilginç diye nitelediği kültürü veya inancı, “anlamak, sevmek için değil, kendi kültürünün üstünlüğünü” ortaya koymak için araştırır. 1938’de Dersim’de Ne Oldu? Arya, Cansa aracılığıyla Dersim bölgesinin çokkatmanlı kültürel varlığını algılama, anlama ve çözümleme uğraşına girer. Eleştirel düşünme geleneğini içselleştiren Cansa’ya göre, Dersim’de yaşanılan her türlü kıyım ve yok etme girişimine, kültürel asimilasyona karşın, direnmeyi başarmış bir kültür vardır. ? Burada anlatının düğümlendiği 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1199
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle