Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Burak Fidan’la Orhan Duru’nun ‘Az Roman’ı üzerine ‘Orhan Duru’dan son bir selam...’ Orhan Duru son yıllarında, bir gece yarısı, kendini “kıyak bir otel”e kaçırılmış bulur. Bozuk uykusunun ona sunduğu bu armağanı yılların verdiği öyküleme gücüyle sımsıkı yakalar, bir roman yazacaktır, bu roman bir “az roman” olacaktır. Hayaletlerin ortalıkta cirit attığı “Kıyak Otel”… Hayalet pilot, atom fizikçisi, Perihan Hanım, bir dolu renkli kahraman… Yüksel Arslan, İlber Ortaylı, Komet, Burak Fidan ve Duru’nun diğer dostları… Güncel olaylar, bilgiler, düşünceler, düşler… Tür dışı, sıra dışı, eğlendiren müthiş bir metin. Elindeki çıpayı ileriye fırlatmış ve öldükten sonra yapıtlarıyla ismini hâlâ oraya doğru çeken büyük bir yazarın son çalışması olan bir “ilk roman”. Fotoğraf: Ara Güler ? Ahmet GÜNTAN rhan Duru kendi için “Güncel Gerçekçiyim” diyor. ‘Az Roman’ da bu tanımlamanın içine girer mi? 1970’lerin başında söylemişti Güncel Gerçekçi’yim diye. Bu tarihe kadar, toplumcu gerçekçi, eleştirel gerçekçi, fantastik gerçekçi öyküler yazdığını söylemişti eleştirmenler. ‘Az Roman’ın önsözünde “Neden Az Roman?” diye soruyor Orhan Duru. “Belki de güncel yaşamımızda içine düştüğümüz saçmalıkları yazında da yürütmek istiyoruz.” diye cevaplıyor. ‘Az Roman’, Orhan Duru’nun yürütmek istediği güncel gerçekçiliğin zirvesiydi bence. Tüm metin, iki ayrı kanaldan güncel gerçeklerle beslenerek ilerliyordu. Bir yandan, gündelik yaşamın getirdiği güncel sorunların içine düşmüş, burada saçmayla karşılaşmış, hastalıkla boğuşan bir anlatıcı, diğer yandaysa toplumcu bir bilinçle günceli yakalayıp, onu fantastik bir biçimde öyküleştiren bir yazar var ‘Az Roman’da. Biraz açar mısın Güncel Gerçekçilik’i nasıl tanımlıyordu Orhan Duru? Şişenin ‘Öööö’ adlı öyküsünde şöyle diyor: “Güncelliğin saçmalığını ya da yanlışlığını görmedim daha, hele güncel gerçeklerin. Onları hızla harcıyoruz. Zaman bir taşıyıcı şerit gibi geriye doğru akıp gidiyor. Güncelin dışına çıkınca işin içine duygular karışıyor, romantikleşiyorsunuz. Soyutluyorsunuz kendinizi giderek. Niye yapayım bunu? Güncel bir gerçekçiyim ben.” Duru, bir sanat yapıtında gerçekliğin olduğu gibi göze sokulmasına da karşıydı. Gerçeği, gerçeğin dışına çıkarak kurgusal yollarla gösterirdi. Güncel gerçekçilik de Az Roman’a bakılarak şöyle tanımlanabilir: Gerçekliğin güncelle yakalanıp, onun kendi zamanının da dışına fırlatılarak gösterilmesi... Az Roman’ı yazarın hayatının son SAYFA 14 ? 7 ŞUBAT O günlerinde yaşama tutunmak olarak da yorumlayanlar var. Pek ölümden korkacak bir adam da değildi, tutunmasaydı da olurdu. Yakınında durduğun için soruyorum, tutununca ne kazandı, bunu anlayabildin mi sen? ÖLÜMÜ KARŞILAMAK Sokrates hücresinde ölümünü beklerken flütle bir melodiye çalışıyormuş. “Şimdi neden bunu çalıyorsun”, diye sormuşlar. O da, ölmeden önce bu melodiyi çalmak için, diye yanıtlamış. Orhan Duru da, ‘Az Roman’da böyle bir melodiye çalışıyordu, öyle görüyordum ben. Buradaki tavır, yaşama tutunmak değil aslında. Yaşama tutkuyla bağlı birinin tavrı bu, doğru. Benim anladığım, yaşama tutunmak değildi. Daha çok ölüme hazırlanmak, ölümü karşılamak gibi bir şeydi. Eğer hastalığınız, doktorların üç aşağı beş yukarı ölüm tarihi verebildiği denli kötücül bir hastalıksa yaşamın içinde kocaman bir boşluk açılıyor. Duru, bu boşluğu bir yapıtla doldurdu. Bu en büyük kazanım, ama bu süreçte Duru ne kazandı diye soruyorsan, bunun için yaşım çok genç, gene de, bir insan ve büyük bir sanatçı olmanın onurunu gösterdi bize diyebilirim. “Büyük yazarlık” ya da “örnek sanatçılık” da hep büyüklüğünü anlamayan ya da örnek bir duruş sergilemek için kendini paralamayanlardan geliyor. Peki, etrafındaki “edebiyata mal olduğundan emin yazarlar” arasında öyle bir kenarda durmayı nasıl beceriyordu? Kendinden emin olsaydı, son anda ‘Az Roman’ gibi bir sıçramayı becerebilir miydi? Her şeyden önce samimiyet. Orhan Duru, sonuna kadar kendine karşı samimi kalabilmeyi başarmış bir yazardır. Dışarıdaki yazarlar sahnesinden bu samimiyet sayesinde korunuyordu. Sahneye çıkana mutlaka bir rol verirler, doğal bu. Kendinden emin edebiyat! İşte yüksek edebiyatın tanımlarından biri daha. ‘Az Roman’ın sonunda, “Neden Az Roman” sorusunu “Hiiiç, bilmiyoruz da ondan” diye yanıtlıyor. Bilmemek, edebiyatta keşif açan, yenilik getiren bir durum, tıpkı yaşamda olduğu gibi. Son büyük sıçramayı bu emin olmama haline bağlayabiliriz yani. Peki nasıl dayanırdı seyirci kalmaya? Var mıydı ruh egzersizleri? Elbette bağlayabiliriz. Yalnız emin olmama hali, burada yazarın kendi yapıtıyla baş başa kaldığı yerde söz konusu. Sahne sahtelerle doluysa seyirci kalmak bir bilinç gerektirir. Hatta zorunluluk. Benim gördüğüm, bu egzersizlerini, yaptığı edebiyat dışı okumalarda ve resimde buluyordu. Bazen tüm gün desen defterlerine portreler çizerdi. Seyirci dedin de oradan aklıma geldi. Meclis muhabirliği yaparken, bir seyirci olarak saatlerce bir koltukta oturmak zorunda kalırmış. Portre çizmeye öyle başlamış, siyasetçileri karikatürize ederken, bir ruh egzersizi olarak. Peki seni hayatına bir gecede şeksiz şüphesiz sokmasını da bu egzersizlerinden biri olarak görür müsün? Sahnenin aydınlattığı değil, günlük hayatın önüne koyduğu işaretlere olan keskin duyarlılığı olarak. Bu o kadar özel bir soru ki, bilmem farkında mısın? Ben Orhan Duru’yla tanıştığım o günlerde, sabah uyandığımda akşam nerede kalacağımı bilmiyordum. Sokaklardaydım ve günün sonunu gene sokaklar belirliyordu. Yani beni Orhan Duru’ya götüren, günlük hayatın önüme koyduğu işaretleri takip etmemdi. Sonra bir şey oldu. Birden kendimi hem Orhan Duru’nun evinde, hem de hayal ettiği kıyak bir otelin içinde buldum. Şimdi, senin sorunun içinden bakınca çok net bir biçimde söyleyebilirim. Bu da aslında bir ruh egzersizi Duru için. Ama bence daha da ötesi var. Dostoyevski Yeraltından Notlar’da şöyle diyor: “Sizin, yaşamınızda yarıda bıraktığınız şeyleri sonuna kadar götürme cesaretini göstermekten başka bir şey yapmadım.” Çoğu yazar, yaşam koşullarının içinde kendine bazı ruh egzersizleri bulur. Orhan Duru gibi yazarlarsa, bu egzersizleri sonuna kadar götürme cesaretini gösterirler. Benim büyük şansım ise bu sonu Orhan Duru’da görmek oldu. ‘ROMAN İŞÇİSİ’ Senin ‘Az Roman’ı hazırlarken kendi rolün hakkında ne kadar sıkıntı çektiğini biliyorum. Bazı eleştirmenler senin bu kitabın eşyazarı olduğunu söyledikçe nasıl sıkıldığının da şahidiyim. Sana buradan karışıklıkları düzeltme fırsatı versem, nasıl konumlarsın net olarak ‘Az Roman’la ilişkini? Orhan Duru, ‘Az Roman’ ile ilgili Dünya Kitap’a yazdığı yazıda beni romanın fikir babası ve ortak yazarı olarak göstermişti. Yazı yayımlanmadan önce elime geçtiğinde neye uğradığımı şaşırmıştım, çünkü o güne kadar ‘Az Roman’a tek dahlim, Orhan Duru’nun yıllar önce tuttuğu bir günlükte gördüğüm, altı çizili kısacık bir notu Duru’ya hatırlatmam oldu: “Az Roman, neden olmasın?” Dünya Kitap’ın aynı sayısına ben de bir yazı yazmak zorunda kaldım. Bu yazıda özetle, kendimi ancak bir “roman işçisi” olarak gördüğümü belirttim. Hâlâ öyle görüyorum. Bu karışıklıkların ortaya çıkmasını da doğal bulmaya başladım. Benim hakkımda, herhalde Türkiye’nin en iyi yazarlarıyla çalıştığımdan olsa gerek, şiir yazmadan şair, öykü yazmadan öykücü, roman yazmadan da romancı denildi. Bu, Türkiye’deki mevcut durumu, yani bir insanın hiçbir şey olmadan her şey olabileceği durumunu gözler önüne seren harika bir portre bence. Az Roman’da ortaya çıkan doğal karışıklığıysa şöyle yorumluyorum. Türkiye’de, belki dünyada da edebiyattaki dostlukların getirdiği birliktelikler çok az. Ya da şöyle söyleyeyim, birlikteliklerin sınırları çizilmiş, aşkın değil. Duru, yapıtında olduğu gibi, dostluğunda da sınırsız ve aşkın biriydi. İşte bunun kanıtını ? Burak Fidan (solda) kendisini ancak bir “roman işçisi” olarak görüyor. Yukarıda Ahmet Güntan ile söyleşide. 2013 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1199