Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
? da, 23 yaşında bir çocuğun elinden tutup eserine ortak etme cesaretinde görebiliriz. Romanın parçalılığı hakkında bir sorum var. Amatör bakışa yer yer bir eskiz defteri niteliğinde görünse de daha eğitimli bir bakışla romanın bir tema romanı olduğunu da görebiliyoruz. Aslında her yazar ömrü boyunca geri dönüp dönüp tek bir yarasını kaşır derler. Orhan Duru’nun ‘Az Roman’ı toparlayan, disipline eden teması neydi sence? Az Roman’ın parçalılığı, yaşamın parçalılığından geliyor bence. Adı üstünde. Az Roman. Az az roman. Burada roman yerine yaşamı alalım. Az Yaşam diyelim. ‘Az Roman’ın temalarını Az Yaşam’ın içinde arayalım. Ağırlıklı olarak karşımıza çıkan temalar hastalık, hiçlik, boşluk, sonsuzluk, beraberinde gelen hayaller ve hayaletler. Düşün ki hastalığın pençesinde az bir yaşamla kalakalmış, hiçlik duygularıyla boşluğa düşmüş bir yazar birtakım hayaletler üzerinden hayaller kurup sonsuza ulaşmak istiyor. Bu uğraşını da gündelik hayatın güncel sorunsalları içinde ilerletiyor. Bu ne demek? MR cihazının içine giren yazarın, cihazı bir uzay mekiği gibi algılayıp, içinde bulunduğu azlığı bir yapıtla, sanatla sonsuzluğa fırlatmak demek. Az Roman’dan bir alıntı yapayım: “Sonsuzluğu deliyorum, sonra gene sonsuzlukla örülmüş bir yapıyı gündelik yaşama ekliyorum.” Daha önce dediğim gibi Sokrates, ölümünü beklerken bir melodiye çalışıyordu ya, işte bu temalar birer melodi, ama ‘Az Roman’ı oluşturan melodilerin tümü, sanıyorum tüm yazarların da yarasını kaşıyan o armoni, yaşamın ta kendisidir. Peki, bu yaşamın ta kendisinde, Orhan Duru’nun sürekli dönüp dolaşıp anlamak ve anlatmak istediği neydi diye soruyorsan, çelişkiler derim. Duru’nun tüm öyküleri bir çatışmadan doğar. İnsanın insanla, toplumla, çevreyle ya da tanrıyla çatışması. Bu çatışmanın içindeki insan bir çelişkiler bütünüdür. Bir söyleşide şöyle diyordu: “Öykülerimde yaşadığım günleri anlatırken çelişkiler hep ön planda yer aldı. Öykülerimde yer alan alaycı anlatım bu çelişkilere dayanıyordu. Çünkü mizah, bir çeşit dirençtir.” ‘Az Roman’ı da, hastalıkla sağlığın, ölümle yaşamın çatışmasından doğan çelişkilerin romanı olarak görebiliriz. Romanın içindeki mizah da, işte bu çelişkilere karşı bir dirençtir. Kitapta Orhan Duru’nun gerçek hayatta arkadaşı dostu olan bir sürü isim var. Onların tepkileri ne oldu ‘Az Roman’a? Birçok isim var, Yüksel Arslan, Komet, Ergin Ertem, İlber Ortaylı, Murat Bardakçı gibi. Bir de küçük tiplemeler var, onlar da dostları aslında. Şaziye Hanım, Oktay Bey, Perihan Hanım gibi. Fakat kimse tam olarak gerçek bir kişiliği temsil etmiyor. Roman gerçekliği içinde bir görünüp bir kayboluyorlar, onlar da birer hayalet. Bunlardan, ‘Az Roman’ üzerine konuştuklarım arasında ortak bir izlenimim oldu. Kitabın bitmesini hiç istemiyorlardı ve böyle bir yapıtın içinde olmanın gururunu taşıyorlardı. ‘Az Roman’, yakın çevre içinde, Orhan Duru’nun dostlarına giderayak gönderdiği duygu yoğun bir selam gibiydi sanki. ? Yaşamla hiçlik arasındayken ? Demir ÖZLÜ evgili Orhan Duru’nun ölümünden üç yıl sonra yayımlanan anlatısı (récit)’nin bir başyapıt olduğunu söyleyeceğim. Onun üzerine birkaç satır yazmanın benim için ne kadar zor olduğunu edebiyat çevresinin değerlendirebileceğini, ama bu arada değerlendiremeyenlerin de çıkacağını bilmiyor değilim. Gene de bu zorluğu sırtlanmak durumundayım; geçmiş, uzun zaman sürmüş edebiyat çalışmalarımız, hissettiğimiz edebiyat anlayışları adına. Çünkü BURAK FİDAN NASIL ORTAYA ÇIKTI? konumlar ne olursa olsun, her çeşit yaşamsal duruşta edebiyat Az Roman üzerine yazdığım notta, Duru’nun rahatsızlıüzerine görüş alışverişinde bulunabildiğim çok az sayıda yazarğından söz ettim. Bu sinsice gelişmiş hastalık onun bacakladan biriydi. Bu görüş alışverişlerinin uzun, can sıkıcı çözümlerını zayıflatmıştı. Bu zayıflama sonra da sürecek, onun yürümeler olduğu düşünülmesin, birikimler kendiliğinden, tek bayüşünü giderek zorlaştıracaktı. Bu yüzden İstanbul’da olduşına yaşam içinde oluşuyordu, fakat birikimlerin kapısının açığum dönemlerde, arada bir, evine uğrayarak, onu mahallelıp da ortaya dökülmesi için birkaç sözcük yetiyordu. Sonuçladeki kahvelere çıkarmaya çalışıyordum. Cihangir! Kahvehara ulaşmak çok kolaydı. neleri bol bir semtti. Ama gene de en ünlü olanı caminin diOrhan Duru ilk öykü kitabı “Bırakılmış Biri”ni (1959) bindeki en eski kahve, halk kahvesiydi. Bugün artık orada yayımladığında, o dönemde Şükran Kurdakul’un yönettiği oturacak sandalye bulmak, her zaman kolay değil. Yelken dergisinde uzun bir inceleme yazmıştım. Bu inceleKısa bir yol olan yokuşu indik. O inerken bana yaslanımenin el yazısı elimdedir. 80’li yıllarda Stockholm’daki yordu. Caminin yanındaki kahveye dört beş metre kadar Yüksek Öğretmen Okulu’nda ders verirken öğrencilere o uzaktan baktık. Çok kalabalıktı. Sağ tarafta ön sırada olan metinden hareketle, Duru’nun öykülerine uzanarak Türkçe bir küçük masada, sarı saçlarıyla göze çarpan şair Lale Müldersler vermek istiyordum. Çünkü Duru’nun Türkçesiyle dür, yanında genç, iri olmayan birisiyle oturuyordu. Ona el ilgilenmek 13. yüzyıldan günümüze gelen Türkçenin bütüsalladım, o da aynı hareketi yaptı. “Onların yanına gidelim nüyle ilgilenmenin kapılarını açar. Zaman bulup da o eski Orhan” dediğim halde Orhan Duru, dikilip durduğumuz incelememi, günümüzde aşırı kalmış öz türkçe sözcüklercadde kıyısında kararsızlık içindeydi. Oysa Lale Müldür’ü den arındırarak yeniden yazamadım. Öte yandan da bu tabenden çok tanıyordu. Çekingenliği yakalamıştı onu. Oysa sarıyı gerçekleştirebilecek kadar çok ders saati yoktu. İşte o Lale Müldür’ün, kendi çizim defterine çizdiği karikatürünü incelememde, o eski yıllarda öne sürmüştüm, Orhan Dubana birkaç defa göstermişti. Sonra da, eski Nisuaz kahvesiru’nun bir roman yazması gerektiği temelsiz savımı. Ama nin olduğu köşede (İstiklal Caddesi’yle bugünkü Ayhan Işık Duru bu romanı ölümcül bir hastalığın elindeyken, yaşamısokağının kesiştiği yerdeki) bir bankanın açtığı galeride, genın son yıllarında yazdı. Yaşamla hiçlik arasındayken. ne sanırım Müldür’ün ortalama 120 Hastalığın belirtileri dışa vurduğu zasantimlik, süpürge saçlı bir maketini manda muayenesinden ilk olarak geçtide dışarıdan o göstermişti bana. O ği doktorun söylediği kadar yaşadı. kadar da değil, Gülhane Parkı’nda, Hastalığın iyiliğe doğru yönelmesi olabahar mevsiminde yapılan kalabalık naksızdı. Son üç dört yılını giderek arbir şiir gününde Müldür, şiir okurtan hiçlik duygusunun üzerinde uçuşaken genç bir vatandaş eleştirel bir söz rak, ama yarı varlık, yarı hiçlik olarak atmış da, Müldür, o vatandaşa karşı yaşayacaktı. Fransız varoluşçu düşüparmağını uzatmış “sen bir sıfırsın” nürlerinden Lavelle çok kısa, kesin oladiye bağırmak cesaretini göstermiş. rak “varoluşun bir yüzü varlıksa, onun Bu olayı da bana birkaç defa anlatan arka yüzü de hiçliktir” dememiş miydi? Orhan’dı. (Niçin “cesaret” diye yazıHem de Katolik eğilimli olduğu halde. yorum. Çünkü şiir matinesinin yapılİşte Orhan’ın hastalığı ortaya çıktığı zadığı yer, parkta Müslim Baba’nın da mandan sonra arta kalan yaşamı. türkülerini okumadan önce “lütfen Tam da bu konumun içinde hiçliğe göğsünüze jilet atmayın” anonslarının doğru kayıyordu. Getirdiği sanrılarla yapıldığı yerdi. Herhalde dinleyici yabirlikte. Tam bir varoluşsal durum. Bu pısı bakımından fark azdı arada). durum, Burak Fidan’ın da yardımıyla Duru’yu yönlendirdim. Böylece (çünkü Burak yanında olmasaydı bu kiMüldür’ün masasına oturduk. İşte tap ortaya çıkamazdı) gene tam bir vaoradaydı o ufak tefek genç adam. Orroluşçu anlatıya dönüştü. Sadece Duhan Duru yazarken bilgisayarını pek ru’nun hayal gücünün yaratıcılığını içide kullanamaz olduğunu söyleyince, ne alarak değil, yazarın dil rokunu da hemen “ben yardım edeyim” diyen (evet rock müziğinden söz ediyorum) de oydu. Ne para istiyordu, ne bir içine da alarak. Bu dil roku, onun külşey. O akşamüzeri Orhan’ın yakında türel birikiminden de her zaman yararolan evine gittiler. Sanırım hemen de lanmıştır. çalışmaya başladılar. Bu dostluk, çaUzun yazınsal yaşamımız içinde lışma arkadaşlığı böyle doğdu. BuDuru, Batı kültürlerinden gelen varorak’ı kuşkusuz kahveye Lale Müldür luşçu felsefelere de karşı çıkmaya çagetirmişti. Onu orada cami altındaki lışmıştır. Sonuç öyle olmadı. Bir haskahvede Orhan Duru ile bir araya getalık, başkalarının belki panik içinde tiren, Beyoğlu’ndaki Baylan Pastaneyaşayacakları uzunca bir yaşam parçasi’nin yaşayan ruhuydu. Pastanenin sı içinde onu tam varoluşsal bir durudip bölümlerinde 50’li yıllarda toplumun yaratıcılığı içinde yaşattı. Az RoOrhan Duru, ‘Az Roman’ ile ilgili Dünya Kitap’a yazluğa katılmaya gelen genç çocuklarman’da hiçlikle ilgili yazılmış ne çok dığı yazıda Burak Fidan’ı romanın fikir babası ve ordan biriydi bu. ? sayfa var. Bu sayfalar, varoluşsal söy tak yazarı olarak göstermişti. Fotoğraf: Ara Güler S lem olarak eşsiz değerdedir. Hasta olmadan önce de Duru’nun varlıksal konumu ikili, çatallıydı. Bir Meclis muhabirliği yapan, koyu renk giysiler giymiş, alçak sesle konuşan, ölçülü, nazik görünüşlü bir Orhan Duru vardı. Bu akılcı, kendini koruyan Orhan Duru idi. Bir de çatallı bir dönüşle içe inen, Rock öncülerinden herhangi biri kadar isyankâr, inatçı Orhan Duru vardı. İşte bu kişilik dört yıl kadar varlıkla yokluk arasında, hem de felsefenin asıl anlamıyla uçuşan Orhan Duru’ya dönüştü. Fidan, onun yakaladığı ipi eline alarak söylemi sürekli kıldı. Bu discours’u yonttu, tamamlattı, benzersiz yapıta, Sennur Sezer’in belirttiği gibi ortak oldu. Az Roman/ Orhan Duru/ Raskolun Baltası Yayınları/176 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1199 7 ŞUBAT 2013 ? SAYFA 15