22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

K Üç yazarın ilk öykü kitaplarıyla birlikte olacağız yine… Uğur Yücel’den Yağmur Kesiği (Can, 2013), Mustafa Albayrak’tan Dilsizin Yeri (Kanguru, 2012), Kerem Alp Usal’dan Fikir Uçurtması (Truva, 2013). ent Oyuncuları’nın sergilediği Toplu Hikâyeler’i kaç öykücümüz izledi dersiniz?.. Ötekiler bir yanda duradursun, İstanbul’dakilerden söz ediyorum… Gidebildiler mi izlemeye? Öykünün her yere yetişen yirmilik, otuzluk çıtaları bir önce koşup sıraya girebildi mi oyun için? Öykücülerin ama özellikle genç öykücülerin kesinlikle izlemelerini isterdim bu oyunu… Yalnız öykücüler de değil, tüm yazarlarla öteki alanların verimleyicileri için de geçerli bu… Donald Marguiles’in kaleme alıp Defne HalmanBalam Kenter ikilisinin çevirdiği Toplu Hikâyeler, Kadriye Kenter’in yönetimiyle yaşam buluyor sahnede. Bir öykünün gözler önünde yaşam bulması bu. Usta yazarda Kadriye Kenter’in, ustaya yanaşıp ona “Sen de mi Brütüs?” dedirten çırakta Defne Halman’ın doygunluk yansıtan usta oyunculuklarıyla… Toplu Hikâyeler, sanatsal üretimde, üretim sürecine dönük ilişkilerde sanat, ahlak bağlamında gündeme alınabilecek önemli iki sorunsalla yüz yüze getiriyor seyirciyi… 1. Yaşantıdan süzülen olgusal ayrıntılar bir öyküye nasıl taşınabilir ya da olgusal olan nasıl sanatsal kılınabilir? 2. Kişisel olarak bir başkasına ait, deneyimlenmemiş olgusal veri nasıl kullanılabilir ya da başkasına özgü sanatsal gereç ahlaksal olarak “temiz” bir hale nasıl getirilebilir? Biz de zaten bunlar üzerinde durarak girmedik mi “Kitaplar Adası”nın öyküyle geçen iki haftasına? Yaşamla öykü arasındaki kıldan ince kılıçtan keskin “çizgi” üzerinde gezintimizi sürdürelim istiyorum bu hafta da… Üç yazarın ilk öykü kitaplarıyla birlikte olacağız yine… Uğur Yücel’den Yağmur Kesiği (Can, 2013), Mustafa Albayrak’tan Dilsizin Yeri (Kanguru, 2012), Kerem Alp Usal’dan Fikir Uçurtması (Truva, 2013)… YAŞAMI ÖYKÜLEŞTİRİP DERİNLİĞİNE KAVRAMAK... Kerem (d.1989), tıp fakültesi son sınıf öğrencisi. Bu ilk öykü kitabına eklediği yaşamöyküsünde şöyle bir not var: “Çok sayıda öykü ve iki roman yazdım, üçüncü romanım üzerinde çalışmaktayım.” Bir de “Önsöz” kaleme almış genç yazar. Kitabındaki “dokuz öykünün birbirinden kopuk olma(dığını)” beSAYFA 14 ? 28 ŞUBAT itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com ÖYKÜCÜLERİMİZ ARASINDA3 Öyküyü yaşamak, yaşamı öyküleştirmek... K lirterek “sıkı sıkıya bağlı olduklarını iddia edecek değilim ama işte, aşinalar bir şekilde” deyivermiş… Kerem Alp Usal’ın bağlamlı öyküleri için kendisine başvuralım: “…[B]izi ayıran isimlerimiz üzerine değil de yaklaştıran fikirlerimiz üzerine yazıyorum.” (8) Usal, bu anlamda düşünsel yoğunluklu öyküler üretmeye girişiyor sürekli. Duyarlılık gerektiren anlara, “düşünce polisi” (140) aracılığıyla yönlendirildiğimiz adımlara özgülerken öykülerini, bir genç yazar olarak toplumsal sorunlar, oluntular karşısında duyarlığını da ele veriyor aynı zamanda. Öte yandan Usal’ın genç bir hekim kimliğiyle kullandığı kimi tıp bilgilerinin, ansiklopedik verilerin gereksinirliği aşmadan belirli doygunluk düzeyinde öyküye alınması, okurun sıkboğaz edildiği milimetrik anlatım yanında rahatsızlığa yol açmıyor yine de. Bunu, genç yazarın başarı hanesine yazıyorum… Böylelikle okur, bilgi pompalandığı duygusu yaşamıyor çünkü. Kerem, öykülerine düşünsel yoğunluk içirirken yaşamın içinden sökmeye çabalıyor bunu. Öykünün, yaşanmışlıktaki olasılık bağını gösteriyor bir biçimde bize. Ne var ki böylesi olumlu tutumu yanında kullandığı dolgu ya da yığma ayrıntı dizisiyle kendi öyküsünü boğup havasız kılıyor, adeta bıkkınlığa yol açıyor. Eksiltiye gidilmeyen öykülemede yoğunluk da kalkıyor. Genç yazar bütün olup biteni anlatıyor ama bu tutumu yoğunlaştırmıyor öyküyü, tersine seyreltiyor. Hayatta olduğu gibi öyküde de yük oluyor bire bir anlatım… Ayrıca buna dil yanlışları da ekleniyor. Bir örnek: “Ağızlarını açıp açıp kapatıyorlar, sınırlanmış olmalarına rağmen sanki mutlulardı.” (15) Bu durum bize, öykünün işlenişi sürecinde ötekiler kadar dili işlemenin de önem taşıdığını gösteriyor. Zaten izleksel, konusal açıdan öyküyü yoğururken biçemsel olarak soyutlayım, dönüştürüm üzerinde uzun uzadıya durup bunu dilde parlatmak gerekmiyor mu ilkin? Kerem Alp Usal’ın Fikir Uçurtması’nda bıraktığı boşluğu Uğur Yücel, doğrusu hakkıyla kapatıyor Yağmur Kesiği’nde. ÖYKÜYÜ YAŞARKEN YAŞAMI DAHA KATMANLI KILMAK Uğur Yücel’in bir öyküsündeki “1974– 1982” notu, öyküyle kırk yıla uzanan ilişkisi olduğunu ele veriyor bir açıdan. Belki öykü, sanatla ilişkilenişinde ilk göz ağrısı olmuştur, kim bilebilir bunu kendisinden başka? Bu çerçevede yapıta, “film öyküsü şenliği” gibisinden bir açılım da getirilebilir kuşkusuz. Nitekim yazarın, öykülerini “Bir Sinemacı’nın kitabı”, “çekilecek filmlere fragman” olarak niteleyişine bakılırsa bunların kare mantığıyla kurulduğu düşünülebilir. Ancak senaryo türünde bir teknik metin değil bu, yazınsal bir metin. Yücel, öykülerini verimlerken kendine 2013 Donald Marguiles gibi alınması da olanaklı bunun. Aynı ortama yaydığı, gide gide pekiştirdiği öykü evrenlerinin, Boğaz köyleri bağlamında tek bir evrene dönüştüğü, özellikle Rum, Ermeni, Yahudi, Türk, Kürt, Arnavut, Rus vb. İstanbul köylülerinin serüvenlerinin yansıtıldığı ama her karakterin değişip dönüşerek ya da kendisiyle aynılaşıp çakışarak farklı zamanlarda yeniden karşımıza çıkıverdiği bir büyük anlatı… Bunların ardından Uğur Yücel’in yazarlık deneyimi bulunmadığı söylenebilir mi? Nereden varıyorum bu yargıya? Eksiltili anlatımdaki başarısından, sıçramalı anlatımdaki uçuşundan, işlevsel ayrıntıları yerleştirmedeki hünerinden, dolgu ya da yığma ayrıntıya sırt dönüşünden… Belki söylenebilecek tek söz, Yağmur Kesiği’nin arkasını beklemek gerektiği… Ama siz şimdilik bu sinema uçurtmasıyla yetinebilirsiniz elbette… OLGUKURGU BAĞLAMINDA ÖYKÜNÜN KILAVUZLUĞU... Mustafa Albayrak daha önce yayımladığı şiirleriyle iki ortak kitabın yanı sıra öykü kuramına değgin özgün bir çalışmasıyla da buluşturmuştu okuru: Türk Öykücülüğünde Deneysellik, Farklı Metinler ve Öyküler (Kanguru, 2010) Albayrak, Dilsizin Yeri’ndeki kimi öykülerini alaysamayla bütünlerken bu tür verimlerden beklenen şaşırtmacalı sona açtığı yerin önemi de anlaşılıyor. Öte yandan kimilerinde anlatıya bir öykü yazarı da eşlik ediyor hoş kıpırtılarla. Bu doğrultuda olgusal yaşamda karşımıza çıkanlar, yazarın bir öyküsünde dile getirdiği biçimde, “kitapta uzun bir öykü(dür) de” sanki, “okuduğunu zanneden bir okurun okuması”nı (34) anımsatır bize. “Kesik Süt” başlıklı öyküde, öykü yazarını tanımanın yanında öykü sanatıyla da haşır neşir olabiliyor okur. Art alanı sıkı örgülü bir öykü bu. Buna yönelik dönüştürüm getirilirken köy toplumlarında son dönem yaşanan dönüşümlerle ilgili çıktılarla da yüzleşiliyor. Pek çok köy öyküsü arasından sıyrılıp farklı yapısallık sergileyen bir örnek bu. Göndergeler, yerleştirdiği yan anlamlarla işlevsel ayrıntılar arasında kurduğu ilmekler açısından da dikkati çekiyor ayrıca. Söz konusu öykü, köy gerçekliğindeki dönüşümlerin ötesinde, yansıtımın etkisini de yoğunlaştırıyor. Böylelikle öykü sanatına değgin didiklemeleri ustalıkla bulandırıyor yazar bir bakıma. Öykülerdeki öykü yazarı karakter aracılığıyla da öykünün yapabileceği yaşam kılavuzluğunun altını çiziyor belirgin biçimde. Mustafa Albayrak’ın alaysamayla örülü, ancak dervişçe tutum yansıtan dil kavrayışıyla, beğenisinin altını da çizmeliyiz. ‘Dil Dönümü” (71) bağlamında söyledikleri bunu ele veriyor. Ne ki dile, anlatıya bunca önem veren bir yazarda pek çok yazım yanlışıyla karşılaşmak enikonu şaşırtıcı. Bunlar yazardan mı yayınevinden mi kaynaklanıyor, kestiremedim. Faturayı yazara kesmek, söz konusu verimlerine bakarak doğru görünmüyor belki ama, bunca yazım yanlışını bir yayınevi tek başına nasıl becersin? Nitekim bakıyoruz, bir öyküsünde yazar “program izlencesi” (55) deyivermiş. Okuduğum kimi kitaplar, nesne bağlamında kitaba yönelik yaklaşımda bu tür katkılara dönük kaygı uyandırıyor. Yayın yönetmeni, editör dediğimiz kişiler, yayına hazırladıkları kitapların neresinden ne ölçüde sorumlu? Bilgi Üniversitesi’nin, “Eğitim Sertifika Programı” çerçevesinde 9 Mart27 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirileceğini duyurduğu “’Kitaplar ve Editörlük’ Atölyesi”, alanda duyulan eksikliği gösteriyor olmalı… Konunun artık buralara uzanışını, bu yöndeki vurguyu olağan karşılayacağız demek ki. Öykünün yaşama yönelik kılavuzluğu buralara dek uzanacak mı yoksa? ? Uğur Yücel özgü dil oluşturmaya girişiyor önce, bu yanıyla etkileyici hava yarattığı açık. Metin Kaçan, Seray Şahiner vb. yazarların ardından Uğur Yücel’in Yağmur Kesiği’nde sergilediği dil farklı yapısıyla dikkati çekiyor. Aziz Gökdemir’in İç İçe Geçmiş İstanbul Öyküleri (Gendaş, 1967) adlı yapıtına da uzanılabilir bir çalım. Öte yandan bu dile Anadolu’da yaşayan dinler, halklar, kültürler de ekleniyor. Bunun sonucunda albenisi yüksek, renkli bir dil çıkıyor ortaya. İnsan gerçeğinin hemen her yakasına uzanıyor sinemacı yazar. Kendi yolunda direnen birey toplumla çatışırken tüm öykü evrenine yayılıyor. Dogmaların şiddetinden cinselliğin kaçınılmazlığına uzanan, yaşam kültüründen kentsel birikimlerin ıssız duvarlarına tutunan, yer yer acı veren, zaman zaman da bıyık altı gülümseten anlatılar… İstanbul, Boğaz’da konuşlanmış minyatür güzelliğinde köydür ya da köylerdir önümüze serilen. Öykülerdeki bağlam bu çerçevede alınabilir. Her biri birer İstanbul öyküsü olarak anlatılar belirsiz bir zaman, mekân eğrisinde daraltıcı, bunaltıcı coğrafya baskısıyla iç ezinci getirir… Kentin geçmişten günümüze biriken, içe sızan neleri varsa hüzünlü, kırık, birazı mutlulukta gerisi acıda nice öykü, onlara sunulur hep. Böylece yaşam, bizim düşünemeyeceğimiz biçimde yeniden kurulur öykülerde. Yaşamdaki gerçekliği daha derinden kavrarız sonuçta. Bu yanıyla bir öyküler toplamı olmakla birlikte bağlamlı yanından ötürü İstanbul’a özgülenmiş bir ağıt roman gibi de okunabilir Yağmur Kesiği. “Gibi” diyorum çünkü yine de derin yarılmalara yataklık yapan yıllanmış acıların tanıklığında öyküler bunlar. Daha açığı Uğur Yücel, bir büyük İstanbul filmi koyuyor ortaya. Siz buna roman ya da öykü diyebilirsiniz, bir tablo veya senfonik yapıt olarak da adlandırabilirsiniz hatta… Türkiye gerçekliğinin dönüştürüldüğü bir siyah beyaz film CUMHURİYET KİTAP SAYI 1202
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle