02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Türk edebiyatında az rastlanır bir tema İki kadın romancıdan yolculuk ve kadın Zafer Hanım’la Şükufe Nihal, yolculuk temasıyla, içinde yaşadıkları toplumu ve toplumun önemli bir öğesi olan kadını kişisel gelişimi ve mücadelesi içinde, ezilmeden ve yıkılmadan hedefine ulaşmış bir halde göstermiş başarılı yazarlardır. r A. Didem USLU ürk edebiyatında yolculuk malzemesiyle kadın temalarını bir araya getirmiş iki kadın romancı, 19. yüzyılda doğmuş Zafer Hanım’la Şükufe Nihal’dir. Her iki kadın da yolculuklardan esinlenip kendi tarzlarını yaratarak romanlar yazmışlardır. Ancak Zafer Hanım uzun yıllar bir Osmanlı tebası olarak yaşamışken yine bir Osmanlı olarak doğup büyüyen Şükufe Nihal cumhuriyetle birlikte otuzlu yaşlarına doğru Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olmuştur. Her iki kadın da Osmanlı sarayına hizmet vermiş İstanbullu ailelerin kızları olarak, iyi eğitim alıp sanatsal yeteneklerini başarıyla ortaya koyarlar. Zafer Hanım, Fuat Paşa ailesinden gelmiş olup Kabuli Paşa’nın karısıdır. Şükufe Nihal’se V. Murad’ın baştabibi Emin Paşa’nın oğlu Miralay Ahmet Bey’in kızıdır. Zafer Hanım Aşkı Vatan (1295, 1878) başlıklı 109 sayfalık kurgusunda, vatan aşkını anlatmıştır ama bu aşk aslında, Osmanlı gemileri tarafından kaçırılmış İspanyol kızlarının ülke hasretlerini ve İstanbul’da alıkonma çelişkilerini tartışmaktadır. Müslüman Türk yaşaması beklenen kadınların zorlamalı/iltifatlı yaşam öyküleri, karışmış bir yün yumağı kadar anlaşılması ve açıklanması zor bir haldir. Bir yanda Müslüman olmuş İspanyol Dilber vardır, öte yanda Katolik Lorenza. Bu kapsamda, Zafer Hanım Doğu/ Batı ve Hıristiyan Avrupa’yla (İspanya) Müslüman Avrupa (Osmanlı) arasındaki kültür farklılıklarını gözler önüne sermiştir. Roman 93 Harbi diye bilinen 187778 OsmanlıRus savaşı sırasında yazılmıştır ama yazar Zafer Hanım’ın hüzünlü kadın anlatıcısı, romanın kurgu zamanını yazılış tarihinden on yıl öncesine çekmiştir (1284/1868). Bunun nedenleri önemli değildir çünkü zaten öne sürülecek tüm düşünceler, tahmin düzeyinde kalacak, gerçek neden hiçbir zaman bilinemeyecektir. Buna karşılık, Aşkı Vatan romanından 68 yıl sonra yazılmış olan seksen dokuz sayfalık Şükufe Nihal’in Domaniç Dağlarının Yolcusu (1946) isimli yurt gezisi S A Y F A 1 8 n 5 A R A L I K T seyahatnamesindeyse, 1940’ların Türkiye’sinde Bursa yakınındaki Domaniç’e yapılan bir arayış yolculuğunun hikâyesi dile getirilir. Ne var ki yazarın geleneksel seyahatname türüne getirdiği en büyük yenilik, anlatıcı Şükufe’nin zor koşullarda Domaniç’in hayal kadınını aramasıdır. Anlatıcı Şükufe’nin yazar Şükufe’yle aynı kişi olması şart değildir çünkü anlatıcı her an yazarın fikrinden ayrılabilir ve onun doğrularını paylaşmayabilir. POSTMODERN SEYAHATNAME Bir edebiyat eleştirisi çalışmasında akla ilk gelecek soru belki de, biri 109, öteki 89 sayfalık kurguların edebiyatın hangi türüne dahil olması gerektiği şeklinde olabilir. Bu kurgular, uzun hikâyeler midir, yoksa kısa romanlar (novella) mı? Bu iki terim her iki çalışma için uygun olacaktır çünkü uzun hikâye ile kısa roman türleri arasında net farklar bulmak ve ayrımı yapabilmek zor olduğundan, her iki kavram doğru sayılır. Sonuçta her iki kurgu da başka karakterlerle çatışma içindeki asal karakterleri geliştirilmiş ve başlangıçtan sona doğru değişim dönüşümden geçirilip bir olay dizisiyle birlikte nihayete erdirilmiş anlatımlardır. Ne var ki bu iki romanın farklı edebi üslup ve sanatsal tarzı bulunmaktadır. Zafer Hanım’ınki gerçekçi bir kız kaçırma kurgusu, Şükufe Hanım’ınkiyse içerdiği gerçekçi yolculuk maceraları fantastik öğeyle bezeli bir anlatımdır. Aslında Domaniç Dağlarının Yolcusu romanında postmodern seyahatname diyebileceğimiz bir tattaki günün olayları da anlatılmaktadır. Anlatıcı Bayan Şükufe Nihal, Domaniç dağlarında, etkisi 24 yıl sonra silinmiş Kurtuluş Savaşı sırasında, ülkesine ihanet eden oğlunu vurmuş bir anayı aramaktadır. Bu arayış yolculuğu sırasında bir kadın olarak yaşadıkları ve tanıştığı kaymakam, müdür, polis ve otelci gibi erkeklerle olan arkadaşlığı okuyucuya 1940’ların atmosferini vermektedir. Köylülerle kasabalılar yabanıl ve çekingen insanlardır ama onların kadın korumasında ve yabancıya yardım etmelerinde, yabanıllığı unutturan bir nezaketleri vardır. Anadolu insanları, yabancıları rahat ettiremeyecekler diye 2 0 1 3 erkek çocukların eğitilmesi şeklindeki devşirmelere verilen addır. Harem köleliği ise kadınların ileride sarayın ve üst düzey memurların hareminde akıllı ve iyi yetiştirilmiş kadınlar olmaları için eğitilmeleridir. Ehud R. Toledano, Slavery and Abolition in the Ottoman Middle East (Seattle & London: University of Washington Press, 1998, 68) adlı çalışmasında başarılı ve yapıcı Osmanlı sistemini ayrıntısıyla anlatmaktadır. Zafer Hanım’ın romanından farklı bir tadı olan Şükufe Nihal’in, Domaniç Dağlarının Yolcusu romanında idealist bir cumhuriyet kadını olan Şükufe Nihal, gözlemlerinden yola çıkarak Anadolu köylüsünün meselelerine sahip çıkmak ister. Kentin karşısında köyün az gelişmişliğine dikkat çeker ama kendisi de Domaniç kadınlarına acır, öte yandan onları kutlar. Aslında Şükufe Nihal’inki ikili bir yol, önce bir iç yolculuk, arkasından İstanbullu bir kadının ülkesini tanıma merakıdır. Romanın sonunda Habibi kadını bulup bulamayacağı ise baştan sona tam bir muamma olur. FARKLI ROMAN DÜNYALARI İki kadın romancıdan Şükufe Nihal ülkesini tanımak üzere araştırmalar yaparken, Zafer Hanım romanında vatan diye İspanya’yı kastedip Hıristiyan kökenli harem kadınlarının yaşamlarını anlatır. Mekân Şükufe Nihal’in romanında Bursa ve çevresi, Zafer Hanım’ın romanındaysa Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’dur ama olaylar Madrid’de de geçer çünkü asal karakterler Madrid kökenli iki genç kızdır. Epizodik bir yapıya sahip olan bu romanda, İspanyol cariye Refia, İspanyol Loranza ile erkek kardeşi Lorenzo ve Maria’nın sevgilisi Roberto gibi karakterler, Doğu/Batı yolculukları nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu’yla İspanya kıyaslaması yaparlar. Romanın en ilginç ve erkek romanlarından farklı yönü ise mutlu sonu olan gerçekçi bir kurgu oluşudur. Genellikle aynı dönemin erkek yazarları ya romanın sonunda hüsran ve acıyla biten trajediyi ya da aşırı iyilerle aşırı kötü karakterlerin her işi çözümsüzleştirdikleri melodramı tercih etmişlerdir. Zafer Hanım’ın romanı kadınları mutsuz ve yenik göstermediği için tam bir feminist roman sayılır. Zafer Hanım’ın romanının önemli bir özelliği de, olayları anlatan anlatıcının her iki kültürü de iyi tanıması ve kültürel arka planı, oluşturduğu başarılı atmosfer içinde zorlama yapmadan aktarmış olmasıdır. Genellikle uzak ve yabancı mekânlarla yazarların fazla bilmediği ortamlar, romanlara zorlama coğrafyalar, sosyolojiler ve psikolojiler olarak yansır. Oysa Zafer Hanım, sinemaskop bir anlatımla romanının girişinde İstanbul’un bir yalısındaki bahçelerle denizi ve İspanya’daki heykel ve tablolarla dolu balo salonlarını betimleyerek okuyucuyu inandırıcılıkla doğal bir ortamdaki sosyokültürel atmosferin içine çeker. Karakterler de bu mekânlara uygun davranırlar. K İ T A P S A Y I 1242 Şükufe Nihal’in yolculuk anlatısı, güçlü bir postmodern kurgudur. veya memleketlerinde kalınacak yer olmadığını düşündükleri için hep eksiklenen insanlardır. Roman, bir dedektif öyküsü tadında heyecan ve merak unsuruyla ilerlerken Anadolu sevgisi, leylek öyküleri ve bir tarım ülkesi gerçeğini ortaya koyar. KENT KARŞISINDA KÖY Zafer Hanım’ın romanından yola çıkılıp kız kaçırma ve kölelik kurumu ele alınacak olursa, kız kaçırma kurgularının Amerikan edebiyatında Kızılderililer tarafından kaçırılmış olan beyaz kadınlar yüzünden bir edebi tür (captivity narratives) haline geldiği bilinir. Kızılderililer, topraklarını işgal eden İngiliz kökenli Amerikalıların kadınlarını kaçırıp onları kabilelerine dahil ederler. Kaçırma öyküsü türü, Osmanlı edebiyatı ve kültürü için de kullanılabilir çünkü zorla kadın kaçırmanın sonucunda kadın cinsi, evlilik ve annelik özellikleriyle götürüldüğü toplumun önemli bir parçası haline gelir. Amerikan Kızılderilileri kaçırdıkları kadınları, beyaz Amerikalıların karaderili Afrikalıları kaçırdıkları gibi çalıştırmak ve sömürmek üzere esir etmemişlerdir. Bu olay kurumsallaşmış bir insan transferi değildir. Ancak Osmanlı kültüründe “kul” ve “harem” köleliği kurumsal bir eğitim aracı olmuştur. Kul köleliği, devletin çeşitli makamlarında görev alacak C U M H U R İ Y E T
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle