Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
K az aşkları” denir ya hani, “yaz şiirleri”, “yaz öyküleri”, “yaz romanları” da var mıdır peki? Ya da bütün bunları karşılayacak “yaz okumaları”? Böylesi bir ayrıma gidilebilir mi dersiniz? Kimileyin kıyı kentlerinde rastlanan farklı düzeneklerle açık hava sergisi açmış kitapçıların sunumuna veya tatil köylerinin, yazlık sitelerin, otellerle pansiyonların minik kitaplıklarına kabaca göz atıldığında, bunların ilginç örtüşmeyle birörnek seçilmiş oldukları sezilebiliyor hemence. Gerçekten bu kitapların çoksatarları bir araya getirdiği, yalınkat aşk, polisiye, tarih romanlarıyla kişisel geliştirim, oyun kitaplarından oluştuğunu görmemek için kör olmak gerek… Bunca yoğun yaşandığı halde gündelik siyasetin bile denize düşmüş karpuz kabuğu gibi sahipsiz salınıp durduğunu gözlemiyor muyuz zaten? O zaman yaz okumalarının enikonu savrulmalarla sarmaş dolaş olduğu söylenebilir… Bir de ekitap yaygınlığı düşünülürse, bütün bunların kitaptan kaçışta “resmi”, ötesinde “meşru” dayanağa dönüşeceği bile kestirilebilir kolayca. Yaz okumaları bir yanıyla belki böyle kısıtlar getiriyor olabilir, doğal bu, ne ki düşünsel anlamda, öteki mevsimlere oranla yaşamsal gevişe, düş kurmaya çok daha olanaklı olduğu açık böylesi zamanların. Öyle ya, kendisiyle hesaplaşmaya tutuşup anılarını gözden geçirmesi, gelecek tasarımlarına girişip kimi ilişkilerini alt üst etmesi için bundan daha uygun zaman dilimi yakalayabilir mi insan? İşte kitaplar, böyle bir yolculuğa çıkarken kişinin kendisine koltuk değneği yapabileceği önemli dayanaklar… Nice sıradan, yalınkat da olsa, her kitabın kişiyi böylesine bir yolculuğa çıkmaya, serüvene atılmaya kışkırtacağı açık… Üstelik kitapların gevezelik yapabileceği, hatta insanı yaz temizliğine uçurabileceği de gözden uzak tutulmamalı. Sözgelimi Attilâ Şenkon’un Cumhuriyet tarafından yayımlanan öyküler toplamı Bahar Temizliği (2011), çocuklar için kaleme aldığı Geveze Kitap (2010) bu yönde örneklenebilir. Bunların yanına Nedret Gürcan’ın “yazlık anıları” olarak kaleme aldığı Yazlık Öyküleri de (Heyemola, 2011) eklendi mi, bir örtüşme bile sağlanabilir kolayca… KİTABIN TATİLİNDEN KİTAPLI TATİLE... Şenkon’un kitapla aynı adı taşıyan kahramanı Geveze Kitap da, “İlk fırsatta, sayfalarımı şöyle iki yana açıp gerinerek iyice dinlenmeliyim,” (30) diye düşünür nitekim. Elden ele geçerken sersemlemiş, birlikte olduğu çocuklarla, gençlerle serüvenlere SAYFA 14 ? 16 AĞUSTOS itaplar Adası M. SADIK ASLANKARA msaslankara@hotmail.com sadikaslankara@gmail.com Yaz gezegeni şiirler, öyküler, romanlar... “Y atılırken yorulmuştur enikonu. Alın işte, yaz sevimlisi sıcacık bir kitap size; herkesin tat alarak okuyabileceği… Dilde sergilenen hünerli işçiliğin de altını çizmeliyim ayrıca. Türkçenin olağanüstü rengini, kokusunu duyuran, şakacı, cin parıltılı bu Geveze Kitap’la dönem dönem ona arkadaşlık edenlerin serüvenleri bir araya geliyor çünkü bu öykülerde. Yazlarda hiç değilse birlikte yol bulmalıyız okumalarımız için; her yaştan, kuşaktan aile bireyleri, akrabalar, yaz komşuları olarak… Attilâ Şenkon, romanlar da kaleme alan bir öykücü. Onun “aldatılmış erkekler üzerine kurduğu” öykü üçlemesi olan Ten Yükü (Can, 2000), Bıyık İzi Yalanları (Can, 2002), Sustum Duydun mu (Turkuvaz, 2008) başlıklı kitapları üzerinde de durmuştum farklı zamanlarda. Bu kez Şenkon, Her Gün Perşembe Olsa (Yazıt, 1990), Uykusuz Gece Düşleri (Ümit, 1993) adlı ilk iki öykü kitabına eklediği “Labarbalar” bölümüyle birlikte “ilk üçleme”sini Cumhuriyet Kitapları’nda Bahar Temizliği başlığıyla sunuyor. Bu hesapla yirmi yılı aşkın süredir alanda üretimini sürdüren bir yazarımız Şenkon… Bu da onun altıncı öykü kitabı. Öte yandan hani ne derler, iflah olmaz bir Ankara tutkunu. Bu çerçevede bütün anlatılarıyla Geveze Kitap Ankara’ya sunulmuş birer demet çiçek. Ankaralılığın enikonu bir “eda”, “tarz”, “hava” olduğunu eklemeliyim. Kısa örgülü sözdizimleri, her insana sevgiyle yaklaşan tutumu, yaydığı duyarlık iklimi ile Attilâ Şenkon’un öykülerinde göze çarpan evren, karakterler, okurun bunlardan aldığı dinamizmi de besliyor aynı zamanda. Öte yandan öykülere yayılan söyleşimler, Şenkon’un bunu kurmak kadar kişilerini konuşturmakta da ustalaştığını gösteriyor. Ayrıca suskunlukları tam gediğine yerleştiren, yan anlam örgüleriyle metnini zenginleştiren, öyküyü katman çağıltılarıyla köpürten bir öykücü o. O halde bütün bunlar bir temizliğin, anılar boşalmasının, bellek yenilenişinin kapısını aralıyor denebilir. Onun kitaplarını yaz okumaları bağlamında önerirken özellikle bu yanını vurgulama gereği duyuyorum. Bu, okur düzleminde bir duygusal semizlik için de gerekli kuşkusuz… YAZ SÖYLENGENLİĞİNDEN ANLATILARA ROMANLARA... Attilâ Şenkon, “içinde çocuk” (124) besleyen bir yazar olarak alınabilir bana göre. Pek çok öykü kişisinin, içinde çocuk taşıyan insanlar olması doğal bu nedenle. O halde onun anlatımında, köşe başından fırlayıverecekmişçesine şakacı bir anlatıcının yer yer bir çocukluğu giyinerek “nahif” evren kuruculuğuyla karşımıza çıkmasından daha doğal ne olabilir? Nitekim satırlardan bir yandan sevinçler uçuşup havalanırken hüzünlerin satır ara2012 larından başını uzatıvermesi ne de çok yakışıyor bu öykülere. Kaldı ki dairesel ya da köşegensel yalnızlıkların hüzün bekçileri gibi de alınabilir onun öykü kişileri. Güneşe çıkarılmış ama yine de içi üşüyen birer hüzün bahçesi her biri… Sonra ev içlerinde duygularını yüreklerine kilitlemiş kadınlar, mutsuzluğunu, gecikmiş yaşlarında bile şikâyet konusu yapmayıp kızılcık şerbeti içtiğini söyleyen erkekler… İşte Nedret Gürcan’ın Yazlık Öyküleri’nde de denklik sergilemese bile yaklaşım bağlamında bununla örtüşen bir anlatı yapısıyla karşılaşıyoruz. Yazarın, “içinde yanan lambalar”la (41) masaya oturarak kalem oynattığı bir anlatı harmanı kitap. Ama aile bilir yine de onun yaz günlükleri tuttuğunu. Sözgelimi eşi, “[G]ünlüğünün sayfaları bunları yazmağa yetmeyecek!” (65) diyecektir bir yerde Gürcan’a. Gürcan, gerek kendisine gerekse ailesine yönelik, incecik teyellediği alaysamalı dille kaleme alıyor bu anlatıları. Böyle olunca arada gülmeceden içeri sızıldığı oluyor belki bir ölçüde, ama bir yandan da bu sıcacık yaz öykülerinin gülücüklerle içimizi serinlettiğine, öte yandan nitelikçe de anlatının yükselip havalandığına tanıklık yapıyoruz. Gelin baştan yanaşalım Gürcan’ın yaz güncesine… Aile, kooperatif aracılığıyla bir yazlık sitede ev edinmeye çalışmış, sonunda amacına ulaşmıştır. Bu tür deneyimler yaşamış pek çok insan da olmalı 1960’larla birlikte, yükselen kıyı turizmi olgusu çerçevesinde… Ne var ki büyük düş kırıklığı yaşanacaktır. İlk düş kırıklığı evin denize uzaklığında yaşanır. Tepenin ardında şeftali bahçesiyle komşudur yazlık ev. Aile bireyleri, ama özellikle şairin eşi buna bozulur. Nedret Gürcan, şair yaratılığının sırtına yüklediği avarelikle bunları dengelemeye çalışır bir bakıma. Örneğin şöyle geçirir içinden: “Ağaçtaki kırmızı pembe yanaklı şeftalilerin görünümleri insanı tahrik ediyordu. Git, uzan ve kopar şu yumruk kadar olmuş şeftalileri, üzerini nazik ellerinle sil, sonra avucunun içine al ortasından ikiye ayır, çekirdeği kendiliğinden yere düşsün, yarısını karına ver; o ağzının suyu aka aka yesin helalinden, sen de ömründe bu kadar güzel şeftali yemiş ol! Ne de olsa artık arka komşunuz olacaktı o şeftali bahçeleri!” (23) Gürcan’ın, eşine yönelik dişil göndermeleri, onu bir çalım genç kız havasında görmesiyle tam bir bütünlük sergilerken ikisi arasındaki çelişkiler de metne büyük akışkanlık kazandırıyor. Böylece şairin eşine beslediği, flörtlerle durma büyüttüğü aşkıyla da tanışıyor okur; bu haliyle yer yer bir romans bağlamında alınabilir anlatı… ANILARIN GÖLGESİNDE ÖYKÜLÜ ROMANLI BİR YAZ... Yazar bütün bunlardan ama bu arada yapım, yerleşme aşamasında yaşanan sıkıntılardan ötürü kendini sorumlu tutacaktır bir ölçüde. Ne ki aradan birkaç yıl geçtikten sonra bu kez bağımsız bir arsa sahibi olarak, üstelik eski sitelerine komşu gönüllerince bir yaz evi yapmaya girişirler. İşin üstesinden gelmesi beklenen Gürcan’dır elbette. Eşi hanımefendi yanlarından geçen mayolu kadına “görmemiş gibi bakan” şairi çimdikler (33) ama bu arada onun, yeni evlerinde kaleme aldığı “Palmiyeli Ev” adlı şiirinin bir yerinde, “Sen hep balkondasın/ Orada başlamıştı gözlerimiz/ Annen gülleri budardı/ Elleri eldivenli/ Sen bir çıkardın kapıdan/ Bir girerdin içeri/ Ne yaptığını bilmeden” dizeleri için de kıyameti koparır: “Kim bu balkondaki kız söyler misin?” (105) Kuşadası’nda yapılan her iki ev de, çevrede “usta” geçinen kimilerinin iş batıran tutumları yanında, Gürcan’ın, şu bizim “bando”suyla ünlü Dinar’ımızdan getirttiği ustalarla tamamlanabilecektir ancak. Sonunda yaz evi biter. Şu satırlarla birlikte gireriz yazlık evden içeri: “İki çalışan kadınla evin kaba temizliği üç gün sürdü. Temizlikten sonra bütün gün eşya taşındı. Birkaç kez Ada’ya giderek yeni ev için yeni eşyalar aldık. Yerleştirme ve yerleşme süreciyse bir haftayı buldu. İnce temizlikten sonra yazlık evimize girmeden önce karım bir kilo toz şekerle, yarım metrelik aynayı nazik kollarında taşıyarak oturmakta olduğumuz deniz evimizden 300 metre mesafedeki yeni deniz evimize kadar taşıdı. Yol boyunca dua etmiş, bu nedenle bana vermedi./ ‘Yoruldun; bana vermeliydin,’ dedim/ ‘Bu işlerden sen anlamazsın! Şeker tatlılık, ayna aydınlık içindir. Gölge etme!’ dedi. Toz şekerleri bahçenin kıyısından kapıya değin ince parmaklarıyla ince ince serdi, kalanını da evin mutfak bankosunun üstüne koydu. Aynayı da bir kenara dayadı. Okudu, okudu, okudu…” (101) Bilmez değilsiniz ya; bereket getirmesi için nar da çalarlar ev girişlerinde eşiğe. Bilge Karasu’da karşılaşmıştım sözgelimi böyle bir anlatıyla. Gerisi derseniz; kitaplar sizleri bekliyor okumanız için… Görüyorsunuz ya, binlerce yılın kültürüyle geziniyoruz kışlarda, yazlarda… Gelin öyleyse biz de kitaplar serpelim bu yazlarla kışlara, beynimizi, yüreğimizi aydınlatsın, ruhumuzu ışıtsın diye… ? CUMHURİYET KİTAP SAYI 1174