05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Y eryüzü Kitaplığı CELÂL ÜSTER [email protected] Karikatürle tarih yazmak Eylül’ün karanlık günleriydi. Üniversite öğrencilerine getirilen sakal yasağı, öğretim üyelerini de kapsayacak biçimde genişletilmek isteniyordu. Öğrenciler gibi öğretim üyeleri de sakal bırakamayacaklar, bırakanlar üniversiteden uzaklaştırılacaktı. Bir arkadaşın evinde akşam yemeğindeydik. Aramızda, o sıralar Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştürülmüş olan Güzel Sanatlar Akademisi’nden, sakallı bir öğretim üyesi de vardı. Konu, ister istemez, döndü dolaştı “sakal yasağı”na geldi. Biz sakal kesilirdi kesilmezdi diye tartışıyorduk 12 MÜREKKEBİ KURUMADAN Karikatürü karikatür yapan... asin Kayış, Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür adlı çalışmasının bir bölümünde de, siyasal karikatürün iki farklı anlayışını temsil eden çizerler olarak Ratip Tahir Burak ile Turhan Selçuk’u karşılaştırıyor. Yalnızca bu karşılaştırma bile, karikatürü karikatür yapan muhalifliğin ne kadar önemli olduğunu, muhalifliğini yitiren karikatürün ruhunu yitirdiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Son yıllarda da, muhalifliğini yitiren, iktidarın yanında yer almayı yeğleyen bir büyük gazete çizerimizin karikatürlerinin eski gücünü yitirdiğini gözlemlemiyor muyuz? “50’li yıllarda, kişilere ve gündelik siyasi gelişmelere bağlı klasik siyasi karikatür anlayışını sürdüren [Ratip Tahir] Burak, 10 yıl boyunca gözü kapalı bir başkaldırının, alaycı ve kavgacı bir tutumun temsilcisi olarak karikatürler çizer. Karikatürlerindeki asıl güç DP Karşıtlığı’na dayanmaktadır. Yaptığı eleştiriler ise kaybedilmiş CHP iktidarını geri getirme çabasından öteye gidemez. Yarattığı koca göbekli, kalın enseli, dazlak Y kafalı, balta burunlu tip de DP’nin iktidardan düşmesiyle anlamını yitirir. Çizdiği karikatürler adeta günlük yumurta gibidir. Birçoğu günün koşullarına göre popüler olmasına rağmen koşullar değiştikten sonra anlamsız hale gelir. 1960’tan sonra iktidardaki bir partinin milletvekili olarak muhalif özelliğini de yitiren Burak, sanat hayatında büyük bir düşüş yaşar. […] “Turhan Selçuk da Ratip Tahir Burak gibi başından beri muhalif bir karikatürcüdür. Ancak bu muhalefet kişilere ya da bir partiye yönelik bir muhalefet değildir. Selçuk, partiler arasında taraf olmak gibi gündelik siyasi kaygılar taşımaz. İktidarda kim varsa gördüğü hataları eleştirmeye hazırdır. Bunun doğal bir sonucu olarak da 50’li yıllardaki eleştirileri DP iktidarına yönelir. Ancak sırf muhalefet olsun diye de muhalefet yapmaz. Eleştirileri; DP’nin otoriter baskılarına, Atatürkçülükten verilen tavizlere ve ekonomi politikasının iflasına koşut olarak sertleşir. […] “1960’tan sonra Ratip Tahir Burak’ın aksine Turhan Selçuk’un sanat hayatındaki yükseliş devam eder. Tabii bu durumdaki asıl etken sanat anlayışları arasındaki farklılıktır. 50’li yıllarda Ratip Tahir’in tipik bir tek parti karikatürcüsü gibi davranmasına karşılık Selçuk, gençliğinin ve sanat anlayışının vermiş olduğu avantajla, çok partili hayata uyum sağlayabilmiş ve böylece iktidardaki partiler değişse bile, karikatürleri gücünü kaybetmemiştir…” ? ama, sakallı dostumuzun bir an önce kararını vermesi gerekiyordu. O, “Sakalımızı kesmezsek üniversiteden atılmakla kalırız, o zaman da meydan ötekilere kalır” gibisinden bir şeyler diyedursun, karısı soruna çok özel bir açıdan yaklaşıverdi: “Bana bak, ben seni sakallı gördüm, beğenip aldım. Sakalını kesersen, bakarım, beğenmezsem boşarım!” Tartışma gecenin geç saatlerine doğru uzayıp gidiyordu ki, birden aklımıza bir fikir geldi. Mimar Sinan, o koca sakalıyla Mimar Sinan Üniversitesi’ne geliyor, ne ki kapıdaki görevliler tarafından “Yasak!” diye geri çevriliyordu; Mimar Sinan, sakalı yüzünden, kendi adını taşıyan üniversiteye giremiyordu. Tam karikatürlük bir durumdu. Bendeniz o günlerde yine Cumhuriyet gazetesindeydim. Yıllardır başsayfaya çizen Ali Ulvi’nin geceleri çalıştığını biliyordum. Hemen telefona sarıldım. Kafamızda biçimlenen sahneyi anlattım. “Harika!” dedi Ali Ulvi. “Hemen çiziyorum.” Bizim Kültür Servisi, gazetenin Cağaloğlu’ndaki binasında asma kattaydı. O sıralar kat tümüyle kapatılmamış olduğundan, benim odamdan ana kapı görünüyordu. Ertesi sabah, Ali Ulvi’nin eşi Alev Hanım’ın kapıdan girdiğini, çantasından çıkardığı zarfı Ali Ulvi’nin gözüne bıraktığını gördüm. Anlaşılan, o günün karikatürünü getirmişti. Öğleye doğru pikaja uğradığımda başsayfaya bir göz attım, karikatür yerleştirilmişti. Evet, Ali Ulvi gece konuştuğumuz sahneyi aynen çizmişti: Sakallı Mimar Sinan, Mimar Sinan Üniversitesi’nin kapısından geri çevriliyordu. Gel gör ki, unuttuğumuz, daha doğrusu bilmediğimiz bir şey vardı. 12 Eylül yönetimi, üniversitelerde sakal bırakmayı yasaklamakla kalmamış, “sakal yasağı” konusunda yazıp çizmeye de yasak koymuştu. Neyse, akşama doğru durum fark edildi, karikatür başsayfadan çıkarıldı da, gazete kapatılmaktan kıl payı kurtuldu. Geçende, Yasin Kayış’ın, Libra Yayıncılık’tan çıkan Demokrat Parti Döneminde Siyasi Karikatür adlı kitabını okurken, 12 Eylül günlerinde yaşadığımız bu hem acıklı, hem gülünç olayı anımsadım. Karikatür, doğası gereği, muhaliftir. İlle siyasal anlamda değil, her anlamda. Kişi ya da olayların gülünç, çelişkili yanlarını yakalar, abartılmış çizgilerle mizaha dönüştürür. İtalyanca caricatura söz cüğünün, mecazi olarak abartmak, alay etmek anlamlarına da gelen caricare’den türediği; caricatura sözcüğünü ilk kez İtalyan ressam Annibale Carracci’nin kullandığı söylenir. Karikatürden bir anlatım biçimi olarak ilk yararlananlardan biriymiş Carracci. İnsan yüzlerini bir hayvan ya da bitkiyi andıracak biçimde, ama aslıyla benzerliğini koruyarak çizer, böylece yanında çalışanları eğlendirirmiş. Demek, bir zamanlar insanlar, bir hayvana benzetilen suretlerini gördüklerinde eğlenebiliyorlarmış. Şimdilerde çok öfkelenebiliyorlar. Kuşkusuz, hangi hayvana benzetildikleri de önemli; ama sözgelimi bir politikacı hangi hayvana benzetilirse benzetilsin, karikatür, başka bir deyişle eleştiri karşısında ne ölçüde hoşgörülü olabildiği değil mi asıl önemli olan? Hoşgörüden söz açıldığında, Erdal İnönü’yü, onun kendisine yöneltilen en ağır eleştirilere, çizilen karikatürlerine gösterdiği anlayışı anımsamamak olası mı? Yasin Kayış, kitabında, Türkiye’de iktidarın hoşgörüsüzlüğünün doruğuna vardığı bir on yılı, Demokrat Parti dönemini inceliyor karikatür sanatı açısından. Karikatür dergilerinin, karikatürlerin yasaklandığı, karikatürcülerin kovuşturmalara uğradıkları, dahası kendilerini hapislerde buldukları dönem, ülkemizde karikatürün en bereketli dönemi belki de. Kitabın başında, karikatürün doğuşu ve tarihsel gelişimi, Osmanlı’dan 1950’li yıllara Türkiye’de karikatür ve siyaset, 1950 yılında Türk karikatürü ve 50 Kuşağı inceleniyor. Ardından dönemin siyasal gelişmeleri ve bunun karikatüre yansıması çok zengin örneklerle sunuluyor. 195060 döneminin siyasal karikatüründe öne çıkan başlıca konular irtica, demokrasi, politikacı imgesi, basınradyo, ekonomi ve dış politika. Sonra Karakedi, Akbaba, 41 Buçuk, Tef, Dolmuş, Taş, Karikatür, TaşKarikatür gibi dönemin önde gelen mizah dergileri ve bunların yayın politikaları ele alınıyor. Yasin Kayış, basın, yazarlar ve karikatürcüler üstündeki iktidar baskısının çok yoğun yaşandığı Demokrat Parti döneminde, özellikle de 1950’lerin ikinci yarısında karikatür sanatı ile siyaset arasındaki etkileşimi derinliğine ve ayrıntılarıyla gözler önüne sererken, aynı zamanda söz konusu dönemin geniş erimli bir panoramasını çiziyor. Baskı yönetimini keskin bir mizahla eleştiren, yeren, alaya alan karikatürler ve karikatürcülerden yola çıkarak, yakın dönemin on yılının tarihini yazıyor. Bence, Kayış, bu çalışmayı burada bırakmamalı. 27 Mayıs’ı, 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü izleyen dönemlerin, 90’lı ve 2000’li yılların karikatürsiyaset etkileşimini de inceleyerek “karikatürle tarih yazmayı” sürdürmeli… ? SAYFA 6 CUMHURİYET KİTAP SAYI 1021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle