05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Uğur Kökden’den ‘12 Mart Günleri’ Savunma Hakkı Uğur Kökden’in 12 Mart Günleri adlı yapıtı, bu yılın ilk aylarında okurla buluştu. ‘KarşıGünlük’ altbaşlığıyla yayımlanan kitap, Kökden’in tutukluluğu ve sonrasında yaşadıklarını, dönemin siyasi ve sosyal olaylarıyla birlikte okura aktarıyor. Kökden, kitabın yayımlanmasından sonra karşılaştığı tepkiler nedeniyle ‘Savunma Hakkı’ başlıklı bir yazı kaleme almış. Bu yazıyı sunuyoruz okurlarımıza. Ë Uğur KÖKDEN üşünülenin tersine, 12 Mart Günleri siyasal bir ‘günlük’ değil. Her şeyden önce, ben, özellikle yazınsal ürün verme kaygısı taşıyan birisiyim. Dolayısıyla, hem amacım hem de yazdığım metin bu yönde. Hiç olmazsa, benim isteğim böyle! Her ne kadar 12 Mart, dönemin Genelkurmay Başkanı’yla kuvvet komutanlarının bir arada ve emir/komuta zincirine bağlı kalarak gerçekleştirdiği bir iç darbe olsa bile, yine de başta bir sivil hükümet (önce Prof. Nihat Erim, daha sonra da Merkez Bankası eski Gn. Müdürü Naim Talu) bulunuyordu. Böylece, birbirini izleyen bir dizi hükümetten biri görevi bırakınca, öbürü onun yerine seçilmekteydi. Ayrıca, Meclis’in de çalışmaları tatil edilmemişti, sürüp gitmekteydi. Dahası, hükümete bakan veren bir parti, kendi uygun gördüğü zamanda bakanlarını kabineden geri çekebiliyordu. Bu arada, ülkenin kimi yerlerinde sıkıyönetim ilan edilmişti; kimi yerlerdeyse böyle bir uygulama yoktu! Dolayısıyla, 12 Mart günlerinin bu çerçeve içinde dikkate alınması gerekir. Yine de, o koşullarda bile, hiçbir başbakan ortaya çıkıp da “Sıkıyönetim Mahkemeleri’nin asıl savcısı benim!” demeye cüret edememişti. Günlükler ya da ‘içeri’yi yansıtan bir özgeçmiş, aslında, uzun bir uykusuzluğun öteki adı sayılır. Kanıtlanmamış siyasal suçlanmaları izleyen bir tutukluluğun suç fiili gibi geleceği de belirsizlikle örtülüdür. Aslında, durumu asıl ağırlaştıran da böyle bir belirsizlik sayılır. Ne iddianamenin ne zaman hazır olacağı çünkü ortada herhangi somut bir suç bulunmuyor ne davanın nasıl bir gelişme izleyeceği ve ne de nasıl bir karar çıkacağı; tüm bu süreç içinde ve sonunda, bir ‘tahliye’nin olup olmayacağı bilinebilir. yakınma değil ders çıkarma yanlısıyım. Elbette, tüne görüş alışverişi yapıyorduk. O kadar ki, gelmiş ve gelecek sorumlulukları kabul ederek. bir anlamda kurgusal bir ‘Resim Müzesi’ne ilişBöylece, bir meslek ve sivil toplum örgütünün kin düşünceler, birtakım öneriler bile üretecek yönetim uygulamasından bu yolla bir kesit verdüzeye gelmişti konuşmalarımız. Sanırım, 2001 meye çalıştım. yılında basılan Zaman Devriyeleri isimli resim denemelerimin ilk esin kaynağı, belki de bu Aslında, İMO Yönetim Kurulu’nun tutuksöyleşiler olmuştur. Kim bilir? lanması kimi üyelerinin siyasete yakın duruşu ne olursa olsun, siyasal nedenlerle gerçekleş*** Günlükler, o tarihte nasıl yazıldıysa, öylece, medi. Tersine, Erim öncesi Demirel Hükümeyani hiç el değmeden yayımlanmış durumda. ti’nce ülkedeki tüm teknik elemanların 657 saBununla birlikte, 1972’de ve 2007’de yani, kiyılı yasa içine alınmak istenmesinden kaynaktabın yayına giriş tarihi yazılmış iki önsöz ve landı. Böyle bir nedenden ve de sonuçlarından aradaki otuz beş yıllık zaman aralığı nasıl açıkdoğdu. lanacak? *** 1972’de, neden bir önsöz yazmıştım? ÜsteGenelde cezaevlerinin iki bölümden oluştulik, ortada kitaplaşmış herhangi bir ürün olmağu söylenebilir: Birincisi, herkesin tanıdığı bildığı halde? Önsöz, bir niyeti mi gösteriyordu? diği anlamdaki cezaevi adını taşıyan bölümler; Buna, kuşkusuz kabaca ‘Evet!’ denebilir. Ya öbürü de, tahliye ya da aklanmadan sonra göda, bir niyet değilse bile, önlenemez bir kararlırünüşte özgür bir ortam yansıtan sözümona lığın dışa vuran yazılı belgesi mi? geniş sınırlara sahip bir başka çeşit cezaevi! İkincinin özellikleriyse, soyutlanma, yeni ve bu BİR TÜR DURUM SAPTAMASI kez başka tür bir yalnızlık, işsizlik durumu; çoBelki de, özgür kalışın hemen ardından, sığu kez çevre, yer ve kent değiştirmeler. cağı sıcağına bir tür durum saptaması! İç ve Aslında, cezaevi, her anlamda bir ‘yalnızdış dünyaların kalın çizgiler içinde karşılaştırıllık’ın adıdır. Herkes, içeride, kendi özel yalnızması! Her durumda, içini korkunun doldurdulığını yaşar. Hiç kimse, bir başkasının yalnızlığu bir önsöz: “Şu anda bile, her yazılı kâğıt ğını ortadan kaldıramaz ya da değiştiremez. Kişinin tutukluluğa doğru gittiği günlerde bile daha doğrusu, o atmosferin kendini duyurduğu dönemlerden başlayarak yalnızlık, kendine özgü yolunu şöyle ya da böyle çizmeye başlamış demektir. Gerçekten arkanızda, yanınızdayörenizde artık kimse yoktur. Kan bağı dışında aileniz, örgütünüz, yakınlarınız, işiniz, hepsi artık ya uzaktadır ya da kopmuştur. Kimi kez de, bütün bütüne yoktur. Varolanların sessiz, edilgen ve kolay kolay “Günlükler, o tarihte nasıl yazıldıysa, öylece, yani hiç el değmeden yayımlanmış size ulaşamayan sevgi durumda” diyor Uğur Kökden. ve desteklerinden de parçası tıpkı günlükler gibi şüpheli kabul edisizin pek haberiniz olmaz. Olamaz. lebilir. Hayali bir suçun ve gerçek bir cezanın Tutuklu olan, bir bakıma cezaevi kalabalığı nedeni olabilir.” içinde de ‘yalnız’dır. Üstelik, böylesi bir yalnızYalnız geçen otuz beş yılın sonunda, yazıllık başkasına ya da başka bir yere de taşınamış kâğıtların yerini şimdi bilgisayarlar almış maz. İçeride, elde, yalnızca sözcüklerden bir görünüyor. sermaye kalmıştır kala kala... Göze çarpmayan, Aramalarsa, zamanımızda, tutukluluk öncekendini kolay kolay göstermeyen, bir anlamda sinde bile oluyor. Dahası, arananlar suçlanmaizin verilmiş sayılacak, tutuklunun kişisel müldığı halde! Ama, sonrası da bir kaygı ve korku kiyetinde bir zenginlik. Dahası, üstünde egekonusu! men olabileceğimiz belki, olduğumuz biricik “O sırada cezaevinde durum nasılsa, şimdi malzeme! Tek güç! Ama onlar da ne ölçüde, de öyle!” demişim, 1972 tarihli Önsöz’de, dınerede ve hangi sınıra dek kullanılabilir ki?.. şarıdaki koşulları kastederek. Bu nedenle, Ne cezaevi yönetimine, ne tutuklunun içeride1972’de “harfler dünyasının oluşturduğu özel ki kendi arkadaşlarına ve ne de dışarıdan onlasuç”tan söz ediyorum. Dolayısıyla, o tarihte rı ziyarete gelenlere karşı kullanılamayacak yazdığım gibi, “çağdaş engizitörlere göre, sözsözcükler!.. cükler mermilerden daha güçlü, daha etkili, 1982’de, Maltepe Askeri Tutukevi’nde örnedaha yıkıcı!” Öyle ya ortada bir suç, bir suç giğin, ozan Ataol Behramoğlu’yla uzun söyleşiler rişimi, dahası bir suçlama metni bile olmadığıgerçekleştirirdik. Genelde edebiyat, özel olana göre… rak da XIX. yüzyıl Rus edebiyatı üstüne. Onun Gerçekten otuz beş yıl önceki “Tutukevinin çevirileri, o konularda tartışmalar, yazarlara sınırları genişledi. Şimdi tüm Türkiye’yi içine ilişkin düşünceler, işte böylesi renkli konuşmaalacak ölçüde geniş bir alanı kapsıyor” sözü, lar. sanki günümüzü tanımlıyor. Öte yandan, Orhan Taylan’la da ‘resim’ üs D ÇALKANTILI DÖNEMLER 1969 Martı’nda İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Genel Kurulu’nda Genel Başkanvekili seçilmiştim. Yedi kişiden oluşan belli bir yönetim kurulunun içinde ve onlarla organik bir bütün oluşturarak. Zaten, 12 Mart Günleri’nin ekleri demek olan Yazılar bölümünde yer almış ‘Ana Sorunlar Komisyonu Raporu’ da, yeni çalışma ekibinin programını, düşüncelerini ve amaçlarını bir anlamda ortaya koyuyordu. Ancak, siyaset dışı bir meslek kuruluşunun içinde olmak, ister istemez, onun bütün sorumluluklarını da hep birlikte paylaşmayı getiriyor. Ama, bundan da bir yakınma anlamı çıkarmamak gerekiyor. Yalnız bir zorunluluk, kaçınılmaz bir zorunluluk olduğu için altını çiziyorum. Ne ki, İMO örneğinde, bir de, bu tür çalkantılı ve oturmamış dönemlere özgü bir başka gelişme daha yaşanmıştı. O da, 12 Mart’a giden günlerde bir dizi ölçüsüz/hesapsız konuşma, sorumsuzluk örneği, özellikle kısa sürede kimi hedeflere ulaşma isteği, Geri Bıraktırılmış Türkiye yazarını bir örnek vermek gerekirseönce çok öne çıkardı; sonra da, zor zamanlar baş gösterince her şeyi bir yana bırakıp kaçmasına yol açtı. Dolayısıyla, yakın geçmişin ve yaşanan günlerin ağırlıklı sorumluluğu, ister istemez, Başkanvekili olarak benim omuzlarıma binmiş oldu. Tüm olumsuzluklara karşın, bu sonuçtan SAYFA 16 Sanki, bugün! *** Günlükler’in bir de ‘içeride’ki serüveni var. İçerisi, hiçbir zaman tek bir ‘mekân’ değildi, olmamıştı; her zaman aynı koşullardan da oluşmuyordu. Kazıkiçi Bostanları (Yıldırım Bölge) tutukevi başkaydı, Mamak başkaydı. Benzer biçimde MamakI Numara başka, MamakII Numara’ysa çok daha başka! Ve bu yerlerin kendine özgü iç disiplini de değişiyordu, birinden öbürüne. Etkilendiği koşullar da. Dolayısıyla da, günlükler hem içerik hem oylum (uzunluk/kısalık) hem de yorumlar açısından değişiklikler gösteriyordu. Ayrıca, bir de, günlüklerin tutuklanma öncesinde ve özgür bırakılma sonrasında tutulmuş olan notlar biçiminde iki ayrı eki var; başka bir deyişle, ‘Giriş’ (başlangıç) bölümüyle ‘Dışarı’ başlığı taşıyan son bölüm! İktidarla mesafe ve hükümetin kimi üyeleriyle sürdürülen ilişkiler! Bu zaman dilimindeki İMO’nun tavrı, görüşleri, tek başına ya da öteki Sivil Toplum Örgütleri’yle (STÖ) gerçekleştirilmiş etkinlikler. Hükümete yakınlıkuzaklık. Kimi Oda üyelerinin kabinede yer alması. Özellikle, Onur Kurulu Başkanı Nezih Devres’in sözgelimi. Cezaevi sonrası dönemin günlüğüne gelince, tutukluluğun ‘özgür yaşam’ üstünde kendini duyuran etkileri, ağırlığı, sonuçları… Resmi iş yaşamının sona erişi ve her yerde insanın karşısına çıkan ‘ret’ler, ‘hayır’lar, ‘özür dilemeler’ ve değişik türden kısıtlamalar. Özgür bırakılınca, içe yönelik sürgünlük (yani, tutukluluk) yerini bu kez dışa yönelmiş bir sürgünlük durumuna bırakmıştı. Bir anlamda, yeni bir ‘yalnızlık’ biçimi! Bilinen, alışılmış yaşamın başka alanlara ve biçimlere doğru kayışı. Böylece, hiçbir zaman tutukluluk öncesi duruma dönemeyiş ve asla da dönülemeyeceği bilinci! Meslek yerine başka işler daha doğrusu, ne bulunursa onları yapmak! Dolayısıyla, ben de, her keresinde yani, hem 1971/72 yıllarının hem de 1982/83 döneminin ardından basın alanında çalışmaya kaymak zorunda kaldım. Birincisinde, İstanbul’a gidip İsmail Cem’in başyazarlığını ve bir ölçüde sahipliğini üstlendiği günlük Politika gazetesinde dış siyasa yorumları yazıyordum; öbüründeyse, yani haftalık Nokta dergisinde imzasız olarak dış siyasa konularında haberyorumlar hazırlamaktaydım. İç ve dışta sürdürülen bu açık cephe savaşlarının, kuşkusuz, bir de cephe gerisi vardı. Geride kalanlar, tutukluyla ilgili ya da az ilgili odaklar. Türkiye’de siyasal tutuklanmalar karşısında, genelde, aileler yakın resmi çevre, en azından bu tür dalgalanmalar için yeterince hazır, eğitilmiş, duruma alışık; böyle bir gerçeği ve gerektirdiği özveriyi yeterince paylaşacak hazırlıkta ve düzeyde değil. Başka bir deyişle, siyasal savaşımın geniş kitlelere yeterince yayılmamış olması. Belirli bir direniş ruhunun henüz tam anlamıyla kazanılmış olmaması. Bu nedenle, böylesi durumlar, zaman zaman ya da sık sık hiç beklenmedik üzücü sonuçlar doğurabilir. Ayrıca, özel sektör ya da serbest meslek çalışanlarının tutuklanması daha herhangi bir mahkumiyet kararı gerçekleşmeden bileuzun süren ya da uzun sürdürülen hesaplı bekleme aşamasında ciddi ekonomik yaralar açabilir. Ailenin geride kalan bireylerinin içine düşecekleri parasal sıkıntılar, birtakım ciddi bunalımlar dahası, kopmalar, ayrılmalar, suçlamalar doğurabiliyor. Böyle koşullarda, doğrudan, tutuklanan aile bireyleri suçlanır duruma geliyor. Mağdur kişi, aynı zamanda ‘aile içi suçlu’ sayılabiliyor. Başka bir tür söyleyişle, aile gözünde ‘suçlu’; yani, yanlış adım atmış bir aile bireyi! Düşünelim bir kez, Samsun’dan kalkıp Ankara’ya ya da Ankara’dan kalkıp İstanbul’a Maltepe’ye, Sağmalcılar’a, Silivri’ye arabasız/olanaksız ve yalnız gelerek beşon dakikalık bir görüşme yapmak zorunda kalanların iç dünyasını… Ayrıca, cezaevine dek sürüklenen, getirilen, taşınan küçük çocuklar ve onların yol açacağı sıkıntı, eziyet! Ardından, dönüş yolu! *** Cezaevi okumalarına gelince, onlar da ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 1021
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle