20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Karin Karakaşlı’yla ‘Cumba’ üzerine miyetle anlatması arzu edilmiş bir kitap olsun istedim. Ne denli başardığım elbette okurun takdiri. ŞİİRLER, NAİFLİK VE HRANT DİNK Naif denilebilecek bir yazı diliniz var. Bu dil, haftalık siyasi bir gazetede yazarken sizi zorladı mı? Hayır tersine bu dile özellikle sığındım çünkü gazetenin geri kalan her bölümünde bambaşka kaygılarla, son derece hassas siyasi dengeleri gözeterek çalışmak ve Hrant Dink’in o çok önem ve emek verdiği karşılıklı onur gözeten, empatik, yepyeni söylemi üretmek durumundaydık. Dolayısıyla Cumba beni özellikle de sürecin en zorladığı noktalarda dengeleyen bir alan oldu. Edebiyathayat ikilemimi giderdi, hayatın çok hoyratlaştığı zamanlarda özümü hep Cumba sayesinde korudum. Bizimki gibi toplumsal yaşamın ve siyasi gelişmelerin bireyin küçük dünyasına bir anda tecavüz edebileceği coğrafyalarda böyle sakınımlı köşelere her zamankinden de çok ihtiyaç duyuluyor. Şiirlere, şairlere olan sevginiz köşe yazılarınızda da kendini belli ediyor. Ama Furuği Ferruhzâd’ın sevdiğiniz şairler arasında ayrı bir yeri var gibi... Bölüm alıntılarını Furuğ’dan aldığım için öyle bir his oluşmuş olabilir ama benim için sanırım esas ayrı yer şairlerimin tümü açısından geçerli. Şairleri topluca ayrı bir kavim olarak görüyorum. Onların yapıyı en ekonomik haliyle kullanma zorunluluğuyla giriştikleri mühendislik, öte yandan dilin sınırlarını zorlayan yaratıcılıkları ve bütün bunlar olurken de doğal akışın saflığından asla ödün vermeyişleri beni büyülüyor. Şiirin kendini sese büründürme, sürekli beyinde dönenip durma ve yüreği on ikiden vurma haline de gıpta ediyorum. Şiir, dilin müziği, sözün sesi. Bu açıdan benim için çok ilham verici, bereketli bir alan. Furuğ ise sadece şiirleri ile değil, kadın, yazar, şair, çilekeş sanatçı ve insan kimlikleriyle de hayranlık uyandıran bir kişilik. O yüzden Cumba’daki bölümleri hep ona bir selam olarak da kurguladım. Edebiyat, mekân ve zaman kısıtlamalarına takılmadan dilediğiniz yürekle bütünleşmenize olanak sağlıyor. Hayatı alt ediyor bir bakıma. Furuğ’la buluşmayı böylesi bir coşkuyla yaşadım. Hrant Dink’in yaşamınızda ayrı bir yeri olduğu açık. Öldürülüşünü, Türkiye tarihinin bu ‘kara sayfa’sını, ardından düşündüklerinizi, duyduklarınızı işlediğiniz yazıları da taşımışsınız seçkinize. Kitabın giriş yazısında anlaşıldığı gibi, bu seçki bir teşekkür mü? Hiç şüphesiz öyle... Hrant Dink, kalemime benden çok inanmış olan insan. Sadece bana değil, hayatına dahil olduğu herkese ve özellikle de gençlere kendi gerçek potansiyellerini ortaya koyabilme adına ilham vermiş bir kişilik. Bugün halen tıpkı bütün bu yıllar boyunca olduğu gibi, yürümekte olduğum yolda en belirleyici olan varlık. Her zamankinden daha da müdahil hayatıma. Ve sanırım bu cümlemi de genelleyebilirim. Onun samimiyetinden, hayat deneyiminden damıttığı ışıl ışıl düşüncelerinden, empati üzerine temellendirdiği söyleminden ve sınırsız düşlerinden bugün Türkiye de her zamankinden fazla etkileniyor. Ve ben yazmaya devam ediyorum çünkü onun koşulsuz inancı olmadan Cumba da olmazdı. Bu benim borcum... Bu dünyada ondan daha fazla müteşekkir olduğum kimse yok. Olmayacak da. ? Cumba/ Karin Karakaşlı/ Doğan Kitap, 2009/ 258 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 996 Cumba, Karin Karakaşlı’nın Agos gazetesinde 19962008 yılları arasında yayımlanan yazılarından bir seçki. Karakaşlı, Hrant Dink’in teklifiyle başladığı köşe yazılarında, siyasi ve sosyal gündemden bir parçası olduğuedebiyata kadar pek çok konuyu ele almış. Ama en çok ‘insan’ işlenmiş satırlara. Karakaşlı’yla yeni kitabını konuştuk. Ë Mehmet ÇAKIR itabın adı, Agos’taki köşenizin adından geliyor. Neden Cumba? Küçüklüğümden beri cumbalı evleri çok severim. Onların bugünkü zaman içindeki aidiyetsiz duruşları, asarı atika ilan edilerek el sürülmeden çürümeye ve yok olmaya terkedilişleri beni çarpar. Cumba, hayata kıyıdan bakmanın metaforudur bir anlamda. Geçmişin bugünle yadsınamaz bağını, hayatın sürekliliğini anımsatır. Öte yandan azıcık kendi gerçeğinin dışına çıkarak kanıksanmış yalanları fark etmeyi, yaşamın kıyısından bakarken boyutsuz hakikati algılayabilmeyi sağlar. Büyütür insanı çünkü bir kez durmayı ve dışına çıkmayı göze almış olursun. Ondan sonra da zaten hep ‘cumba’dan bakarsın artık dünyaya. En başta belki de bu kadar çok şeyi bir arada düşünerek koymadım o ismi. Daha ziyade görselliği ile cezbetti; cumba dediğimde aidiyet hissedebileceğim, farklı boyutta bir imge canlanıyordu gözümün önünde. Sesi de bir komikti, insanı gülümseten, alışılmadık bir yanı da vardı. Adın içiyse sonradan doldu. Bu seçkiyi oluştururken nelere dikkat ettiniz, seçtiğiniz yazıları nasıl belirlediniz? On iki yılın malzemesinden bugün okunduğunda, içinde yer aldığı gazeteden bağımsız, tek başına ayakta kalabilecek olanları seçmeye özen gösterdim. Öte yandan en çok hangi alanlara yoğunlaştığıma bakarak tematik düzen oluşturdum. Kainat ile Memleket genel olarak dünya ve Türkiye’de olagelenlere dair yazılarımı kapsıyor. Aidiyet’te kimliğimin farklı boyutlarına değin yazılar var. Medeniyet’te sanatın değişik dallarının izdüşümlerini toparladım, Kıyamet ise ağırlıklı olarak 19 Ocak sonrası yazılarımı içeriyor. Bu yapı içinde kronolojik bir sıralamayı da gözeterek hayatımın on iki yılının izini sürdüm. Cumba’yı kitaplaştırmak daha bütünlüklü durmamı SAYFA 4 ‘Esas olan kendimi hatırlamaktı’ ve kendimi hatırlamamı sağladı bu açıdan. GAZETECİLİK YAŞAMI Agos’ta yazmaya nasıl başladınız? Agos’un kuruluş aşamaları sürerken ben öyküler yazan, üniversiteden yeni mezun bir gençtim. Gençlik Kitabevi’nin düzenlediği öykü yarışmasının ödül törenine gelen Hrant Dink bana gazeteden söz ettiğinde iki dilde yayınlanacak olması, öngördüğü açılım ve paylaşım hedefleri çok cazip geldi. Basın yayın mezunu değilim, gazetecilikle ilgim yok ama Hrant Dink’in coşkusu ve inancı tüm çalışma arkadaşlarını olduğu gibi beni de derinden etkiledi. Hayatın akışı denen şeyi ilk o an hissettim çünkü eğer benim kendi irademle asıldığım hedeflere kalsa, akademik bir kariyer arzuluyordum. Oysa sanki hayat beni kendine çağırdı. “Hayır, gel güven, buradan devam et” dedi. Doğru zamanda doğru yerdeydim. Gazete de biricikliğini o sinerjiden aldı büyük ölçüde. Bir iki profesyonel arkadaşımız dışında hepimiz el yordamı ile yetiştirdik kendimizi. Gazetenin kültür bölümünde benimle yapılan röportaj yayımlanırken artık kadronun parçası olmuştum bile. Ondan sonrası öğrenme ve paylaşma yılları olarak geçti. Köşe yazıları yazıyor olmak, gazetecilik.. yazarlık yaşamınızı nasıl etkiledi? Çok olumlu açıdan etkiledi. Bunda elbette benim içinde yer aldığım Agos’un özel konumunun da rolü büyük. Orası benim için kimlik, dil, insan ilişkileri, cemaattoplum dinamikleri, siyasi formasyon da dahil pek çok alan açısından gerçek bir okul oldu. Bu birikim edebiyatıma da yansıdı. Konu yelpazem alabildiğine genişledi, çok farklı ayrıntıları yakalayabilir oldum. Gazetecilik dilinin edebiyatımı olumsuz etkilememesi endişesi de kendi edebiyat dilim, biçemim açısından çok özenli bir farkındalığa yol açtı. Ve tersi de geçerli: Yazarlık da benim, esasen doğama da aykırı olan gazetecilik girdabında kayboluşumu önledi. Girdabın, gazetecilikle hiç ilgisi ol K mayan sebeplerle artık denetlenemez duruma geldiği son yıllarda da zaten mesafelenmek zorunda kaldım. Bildiğim kadarıyla Agos’tan ayrıldınız ve gazeteciliği bıraktınız, neden? 2004 sonrası süreci Hrant Dink’e ilişkin sürdürülegelen kampanyalar ve davalarla çok sancılı geçirdik. Her yıl, kendi zamansal süresini kerelerce katlayan bir sonsuzluğa uzadı. Çok yalnızlaştırıcı, hırpalayıcı bir süreçti. 2006’da biraz mesafelenme ihtiyacı hissettim. Asla tam bir kopuş söz konusu olmadı, zaten buna katlanamazdım da ama her gün mekânsal olarak orada olma halim değişti. Öte yandan hayat 19 Ocak sonrası bambaşka şeyler dayatınca, hiç olmadığı kadar mesafelendiğim konuların içinde buldum kendimi. Gazetecilikten de tam kopmuş sayılmam. Haftalık yazılarıma Radikal 2’de devam ediyor, Cumbalara kıyasla tamamen farklı bir dil, kurgu ve anlayışla yazıyorum. En son kendi irademle ne yaptım inanın bilmiyorum, hayatın akışı hep daha belirleyici olandı. Bu durumu kabullendim artık. Payıma düşeni yaşıyor ve yazıyorum kaçınılmaz olarak. Köşe yazıları, fıkra türünün örnekleridir. Siz yazılarınızı deneme olarak adlandırıyorsunuz. Neden? Tüm köşe yazılarım için böyle bir şey diyemem. On iki yıllık süreçte çok daha o haftanın güncel siyasi olaylarına değin yazmak durumunda olduğum köşe yazıları oldu. Ama bu kitabı hazırlarken içinde deneme lezzeti taşıyanları, belli bir konu bütünlüğü içinde okuru farklı boyutlara sürükleyebilecek olanları tercih ettim. Aslına bakarsanız adlandırmalara da çok fazla takılmıyorum. Bir noktadan sonra neyin ne olduğuna sadece okur karar verir. Benim için esas olan, edebiyat açısından soluk alıp kendimi tarttığım bir süreçte bu yazılar aracılığıyla geçtiğim yollara bakmak ve bir anlamda kendimi hatırlamaktı. Okur açısından da ellerine aldıklarına pişman olmayacakları, rastgele ve “şişirme” olarak yan yana getirilmiş yazılardan değil, bütünlük arz eden ve insani bir hikâyeyi sami
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle