Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
¥ yı yadsımak için söylemiyorum tabii. Osmanlı’yı olduğu gibi vereceksin, onu yüceltmeye gerek yok. Eğer bu yüceltme laikliğin tartışıldığı, Osmanlı hanedanına ilişkin programların yapıldığı bir zamanda, sanki Osmanlı’ya bir özlem duygusunu topluma yaymak için yapılıyorsa ben, bunu ona yakıştıramıyorum.” İlber Ortaylı’yı anlatırken söyledikleri de şunlardır: “Üzülerek son yıllarda görebildiğim bir yönü üzerinde durayım. Kendi kendine âşık bir hali var. Bütün Osmanlı tarihini kapsayacak değerlendirmelerde bulunurken, o dönemin sadece parlak taraflarını öne çıkarıp, dönemi ve düzeni yüceltmek yönünde bir çaba içerisinde. O bakımdan bana göre biraz yanlış yolda. Elbette Osmanlı dönemi dikkate değer özellikler taşır. Öyle olmasaydı, 600 yıl yaşayamazdı. Ama o düzeni 21. yüzyıl dünyasında uygulama olanağı yok. Halil İnalcık’ın ve İlber Ortaylı’nın yayınlarında öyle bir hava esiyor ki, işte o düzen şimdi olsa, olabilse de geri getirilse, hiç iç kargaşa, savaş filan çıkmayacak; her şey güllük gülistanlık olacak. Türkiye’de Avrupa Birliği’ne kolayca girecek. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun hoşgörüsünü laiklikle ilişkilendirmek; zımmi düzenini, cemaatler arası iyi ilişkilerin kaynağı diye nitelemek bana göre yanlış bir şey. Oysa İlber Ortaylı, bana göre dikkate değer bir şey de yaptı; son zamanlarda bir de Osmanlı hanedanıyla yakın ilişki kurmaya başladı. Belki tavrının ortaya çıkmasında bu psikolojik etken de var; çünkü Osmanlı hanedanının sarayında yaşıyor şimdi.” Prof. Turan’ın üniversite dışındaki “alaylı tarihçilere” eleştirileri de az değil: “Artık akademik tarihçiliğe tepeden bakan, ancak tarihçi olmayan, buna karşın medyayı da yanına alarak ünlenmiş kişiler çoğaldı. Bana bile resmi tarihçi deyip geçiyorlar.” “Bir entel sosyologlar kitlesi var. Tarihi hiç bilmedikleri halde, tarihi çok iyi biliyor gibi konuşuyorlar. Kendilerine göre mangalda kül bırakmayan derin tahliller yapıyorlar. Böyle bir çevre türedi. Kavramsal ağırlıklı konuşuyorlar bol bol. Ve bütün bu yönelmeler, bir restorasyon düşüncesine kadar gidiyor. Cumhuriyeti biraz törpülemek; Osmanlıyı biraz yüceltmek ve bağdaştırmak. (...) Bir halife özlemleri zaten var. Osmanlı hanedanının Türkiye’ye gelişini alkışlayanlar var. Hep de vardı. İşte ‘Şahbaba’ diye kitap yazanlardan söz ediyorum.” Söz konusu kitabın sahibinin ‘Murat Bardakçı’ olduğunu hatırlatan A. Gözcü’nün daha sonra Ecevit’le ilgili sorusu üzerine Prof. Turan’ın şu açıklamaları dikkat çekici: “Atatürk devrimine ilişkin bazı eleştiriler geliştirdi. Her tarikatın kötü olmadığını vurguladı. (...) İlk kırılma Fethullah Gülen’den ödül kabul etmesiyle başladı bende. TV programlarında ‘Hocaların hocası’ diye tanıtılan çok yaşlı emekli öğretmen Refet Angın, Atatürk’ün ‘manevi kızı’ olduğunu, Gazi Eğitim’den sonra onun emriyle Dil Tarih’i bitirdiğini, hafta sonlarında Atatürk’ün köşkünü ziyaret ettiğini ileri sürünce Şerafettin Turan bunların doğru olmadığını kanıtlarıyla bir bir ortaya çıkarmıştır. Adı geçen hanıma bir mektup yazdım. Bunları kendisine de anlattım. ‘Ben, toplum önünde sizi mahcup duruma düşürmemek için, bunları yayımlamıyorum. Ama siz bu sevdadan vazgeçin...’ dedim. Yazdığım mektuptan sonra bir süre ortadan kayboldu. Ancak üç yıl sora yeniden görünmeye başladı. Gene çıktı ortaya; diyor ki, ‘Ben Atatürk’ün manevi kızıyım, hastalandım, para verin.’ Ve verdiler.” GÖZDEN KAÇANLAR Prof. Ş. Turan’a yönelttiği sorular, Alev Gözcü’nün çok genç olduğu halde zengin bilgi birikimi ve olgun düşünce sahibi olduğunu göstermektedir. İşlenen konularla ilgili olarak sayfa altında yaptığı açıklamalar, verdiği bilgiler doyurucudur. Ancak ses bandına alınan sözler yazıya geçirilirken kaçınılması belki güç yanlışlıklar olmuş, bunlar basım sırasında da düzeltilememiştir. Örneğin Gazi Eğitim’de Müzik Tarihi dersi veren, “Halil Bediz Yönertgen” değil, “Halil Bedi Yönetken”dir. Baltacıoğlu’nun dergisi “Hür Adam” değil, “Yeni Adam”dır. Farsça “vakanüvis”in, her yerde “sosyalist” der gibi “vakanüvist” diye yazılması yanlıştır. TRT Genel Müdürü, “Adnan Öztürk” değil “Adnan Öztrak”tır. Ecevit’le ilgili açıklamada adı geçen dergi “Uyanış” değil belki de “Özgür İnsan” olacaktır!? Tarih Yaşanmış HayattırŞerafettin Turan ile Söyleşi/ Söyleşi: Alev Gözcü/ Şenocak Yayınları/ 440 s. Soldan sağa: Şerafettin Turan, Alev Gözcü ve eşiyle birlikte görülüyor... CUMHURİYET KİTAP SAYI 996 SAYFA 17