05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Haluk Yurtsever’le ‘Yeni Bir Sol Atılım İçin’ “Tarih, ‘sol’u çağırıyor” Marksist yazar ve siyasetçi Haluk Yurtsever’le, Kalkedon Yayınları’ndan çıkan Yeni Bir Sol Atılım İçin adlı kitabı çevresinde, Türkiye solunun güncel sorunlarını konuştuk. Yazar, Türkiye’de solun toplumsal açıdan etkili olduğu 19601980 kesitini bir başka açıdan değerlendirerek, geçmişte yapılabilenler üzerinden bugünü düşünmenin ufuk açıcı olacağını belirtiyor... Ë Attila AŞUT ürkiye solunun kuramsal, örgütsel, siyasal sorunları üzerine sürekli kafa yoran ve aynı zamanda bu pratik içinde eylemli olarak yer alan bir yazarsınız. Son yıllarda, gözlem ve deneyimlerinizin sonuçlarını okurlarla paylaşma konusunda üretken bir çaba içinde görüyoruz sizi. Özellikle Tarihten Güncelliğe Sınıf Savaşları ve Devlet (Yordam Kitap, 2006) ile Özgürlük ve Örgütlülük (Yordam Kitap, 2007), sol çevrelerde büyük bir ilgiyle karşılandı. Dizinin üçüncü kitabı olan Politik Proletarya’yı beklerken, 2008’in ilk ayında, hesapta olmayan bir “ara kitap”la çıktınız okurun karşısına: Yeni Bir Sol Atılım İçin (Kalkedon Yayınları). Dünya, Ortadoğu, Türkiye ekseninde dolaşan güncel bir kitap yazmışsınız. Bu kitabın, yayın programınızı bozan önceliği ve “aciliyeti” nereden kaynaklandı? Evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. 2007 ilkbaharında yoğunlaşan siyasal gelişmeler, bu toplumda yaşayan herkes gibi beni de etkiledi. Dünyada ve Türkiye’de ideolojik/siyasal eksenlerin yerinden oynadığı, kavramların ve kafaların karıştığı bir dönemde, gelişmeleri sol bir konumdan çözümleyip sadeleştirmeyi denemenin, planladığım kuramsal kitabı yazmaktan daha gerekli ve acil olduğunu düşündüm. T DÜNYA BU HALE NASIL GELDİ? Kitabınızın ilk bölümünde “dünyanın hali”ni değerlendirirken, “Dünya hiç bu kadar eşitsiz ve adaletsiz, gericilik hiç bu kadar pervasız ve dizginsiz olmamıştı” diyorsunuz. Peki, dünya bu hale nasıl geldi? Bu sorunun birbirine bağlı, hepsini burada hakkıyla, hatta adıyla sayıp dökemeSAYFA 4 yeceğimiz birçok nedeni var. En önemli nedenin Sovyetler Birliği’nin çözülmesi, dünya sol ve işçi hareketinin o sürece koşut, onunla eşzamanlı biçimde güç, inisiyatif ve konum yitirmesi olduğunu düşünüyorum. Emperyalistkapitalist sistemin yapısı, ideolojisi, stratejisi, siyaseti ve işleyişleri üzerinde başkalaştırıcı ve denetleyici bir etki yapan, “refah devleti”nin önemli bir dış dinamiği olan “reel sosyalizm”in yıkılması, dünya güç ilişkilerinde sol ve emekçiler aleyhine önemli değişiklikler yarattı. Bu temelde emperyalist kapitalizmin saldırganlığı ve pervasızlığı arttı. Dünyada ve Türkiye’de bir “eksen kayması” yaşanıyor. Değerler altüst olmuş. Müthiş bir kavram karmaşası içindeyiz. Kim sağcı, kim solcu, ayırt edebilmek artık kolay değil. “Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en kritik dönemecinden geçiyor. Varlığı, bütünlüğü, kuruluş ilkeleri, devlet ve toplum örgütlenmesi, dışarıdan ve içeriden, tarihin ve güncelin sorgulaması altındadır” diyerek tehlikeye dikkat çekiyorsunuz. Dahası, böyle bir ortamda, Marksist bir yazar olarak, Türkiye’nin “karmaşık sorunlar”ına “sade yanıtlar” bulma çabasında olduğunuzu söylüyorsunuz. Bu “sadeleştirme”yi ne ölçüde başarabildiğinizi düşünüyorsunuz? Kitapta da yazdığım gibi, toplumların tarihi, özellikle de sıçrama uğrakları, görüntü ne kadar karmaşık ve kaotik olursa olsun, her şeyin olağanüstü bir sadeleşme üzerinden geliştiğini gösteriyor. Bugün yapılması gereken en önemli ve aynı zamanda en zor iş, maddenin, tarihin ve bugünün güçlerinin karmaşık hareketi içinden geleceğin sadeleştirici damarlarını seçebilmektir. Bunu kitapta ne ölçüde başardığıma kendim karar veremem. Bakışımı ve izlediğim yöntemi özetleyebilirim: Marksist siyasetin “reel politik” yaklaşımlardan farkı, sorunlara güncel miyoplukla değil, tarih çevreninden bakmasıdır. “Sadeleştirme”, bugünkü karmaşık güncelliğin dünden bugüne gelen ve bugünden yarına gidecek olan çizgilerinin ayırt edilmesi demektir bana göre. Bu çerçevede, en sadeleştirici yöntemin, merkeze emperyalist kapitalizmi koymak, sınıfsal bakmak olduğuna inanıyorum. Somut durum çözümlemesini bu anlayışla yapmaya çalıştım. Öte yandan, “sadeleştirme” bir kez yapılıp kenara konulacak bir şey değil; bunun sürekli, yeniden ve hep daha yetkin biçimde yapılması gerekiyor. duğu görüşündeyim. Türkiye sol birikiminin önemli bir bölümü, tutumunu eyleme, sınıfa taşımadaki bütün yetersizliklere rağmen “değişim” rüzgârlarına kapılıp savrulmadı. Öte yandan, medya içindeki etkili konumu nedeniyle sesi çok çıkan “eski” solcu, yeni liberal zevat, son çözümlemede emperyalist tasarımları ve AKP’yi meşrulaştıran, sol değer ve ilkeleri sulandıran bir etki yayıyor. Bunların belirli bir çizgileri, siyasal bir iddiaları yok. Herhangi bir kolektif amaç için mücadele de etmiyorlar. Ama toplumda ve solda kafa karışıklığı yaratıyorlar. Benimki türünden uyarılar, liberalleri değil, onlardan etkilenenleri hedefliyor. Boşa gitmediğini deneyimle biliyorum. Sonuca varmada, ısrarlı ve inisiyatifli ideolojik mücadeleyle birlikte, öğretici ve ayrıştırıcı pratiklere güvenmek gerekiyor. Bize düşen, liberallerin kendilerini solcu diye sunmalarını, öyle algılanmalarını olanaksız kılacak ideolojik bir basınç yaratmaktır. Kitapta var ve arka kapağına da aldık: “Emperyalizm, en büyük gericiliktir. Emperyalizm en büyük bölücülüktür.” Söz açılmışken soralım: Solda ve Kürt demokratları arasında, son zamanlarda zemin bulan şöyle bir yaklaşım var: “Emperyalizmin böl yönet politikaları, ‘ceberrut, militarist’ devletleri çözdüğü için nesnel olarak halkların özgürlüğüne alan açıyor.” Bu yaklaşıma katılıyor musunuz? Bu, baş aşağı duran bir yaklaşımdır. Kimse kendini aldatmasın, emperyalizm bugün hiç kimsenin, hiçbir ulusal, etnik, dinsel, mezhepsel kimliğin hakkıyla hukukuyla ilgili değildir. Emperyalizmin, “Her ulusa bir devlet” türünden bir yaklaşımı da yoktur. Ne yaptığı ise ortada: Arapları, Filistinlileri, eski Yugoslavya halklarını, kasabın satırı gibi dilim dilim doğruyor; etnik, din ve mezhep temelli düşmanlıkları körüklüyor. Emperyalizm, tarihsel olarak ulusdevletin gerisinde, küçük, kendisine doğrudan ve sımsıkı bağımlı siyasalekonomik birimler peşindedir. SOLDAKİ KAFA KARIŞIKLIĞI Yeni çalışmanızda, Türkiye solunun güncel konulardaki kafa karışıklığını gidermeye yönelik çok önemli saptamalar var. Sözgelimi, “Halkları, emekçileri ırk, din, mezhep, tarikat vb. temelinde bölüp birbirine düşman etmek, emperyalizmin en bilinen ve hiç değişmeyen yönetme ilkesidir. Emperyalizm, en büyük bölücülüktür” diyorsunuz. Dinci ve etnikçi akımlara olumlu yaklaşan “eski solcu”ları ise, “Laik devlete karşı din devletini, sekülerliğe karşı dinciliği, ‘ülke’ ya da ‘ulusdevlet’e karşı dinsel, etnik temelli eyalet, emirlik ya da belediye örgütlenmelerini savunmak hem gericilik, hem bölücülüktür. Emperyalist bölücülük ve gericiliğin belirlediği herhangi bir süreci halkların, ulusların kendi yazgılarını belirleme hakkıyla karıştırmak büyük bir şaşkınlıktır” diye uyarıyorsunuz. Bu uyarıların sol kesimde nasıl bir sonuç vermesini bekliyorsunuz? “Sol”un tanımının, “sol kesim”in sınırlarının belirsizleştiği bir zamanda, solun olmazsa olmazlarını anımsatan, yeniden bilince çıkaran her çabanın bir karşılığı ol “SOL YOL” İÇİN KOŞULLAR UYGUN MU? Kitabınız, Türkiye’nin kurtuluşu için yeni bir “sol yol” önermesini ana doğrultu olarak öne koyuyor. “İnsanlar, kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi, en az zamanda en uzak mesafeler arasında ulaşım ve iletişim köprüleri kurmayı, yapay döllenmeyi, genlerinin sırlarını, birçok hastalığı sağaltmayı, daha birçok şeyi öğrendi. Ama bu dünyada insanca, eşitçe, kardeşçe yaşamayı unuttu” diyerek, çıkış yolunun ne olması gerektiğini gösteriyorsunuz. Peki, verili koşullarda “yeni bir sol atılım için” koşullar elverişli mi? Türkiye’nin devrimci olanakları ve dinamikleri hangi düzeyde? Ülke insanının, liberal kuşatmayı kırarak yeniden “sol yol”a girebileceğinin somut göstergeleri var mı sizce? Üç noktaya değineceğim. Birincisi, dünya ve Türkiye nesnelliği. Tarih, solu bugün her zamankinden çok çağırıyor. Dünya nüfusunun yarısının aç olduğu, en zengin yüzde ikinin yeryüzündeki tüm gelirlerin yarısına el koyduğu, gezegenimizin doğal fiziksel yaşam ortamının yok edilmekte olduğu bu kapitalist “uygarlık”, tarihsel, nesnel ve insani amaçlar bakımından “son kullanma tarihi”ni doldurmuştur. Türkiye’de emekçi halkımız, bunlara ek olarak, emperyalist kapitalizmle bütünleşmenin yıkıcı sonuçlarını yaşıyor. Emperyalizmle bütünleşmiş egemenler, Türkiye toplumuna İslamcı korporatist gerici bir dönüşüm dayatıyor. Türkiye bir dönemeçten geçiyor. Kanımca bu sürecin en önemli özelliği, geleneksel burjuva, düzen içi akım ve öznelerin Türkiye toplumunun ve emekçi halkının ekonomik, toplumsal, ¥ CUMHURİYET KİTAP SAYI 970
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle