23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

¥ gitmiştir. Deniz denilen şeyin bir sözcük olmadığını ilk kez o gün, bisiklet yolculuğunda anlamıştır. Denizin geceler boyu duvarını dövdüğü bir odada kalır. Giresun’daki öğretmenlik yıllarında Rimbaud okur. Şimdi baktığı zaman bu durum ona garip gelir. Dünyadan uzaktır ve başka hiçbir şeyle ilgilenmeden sadece Rimbaud okur. Bunu hiç unutamaz. Ama bugün bunu anlamsız bulur. Bu anlamsızlığın nedeni bir dünya vardır ve o orada o dünyayı kapatıp bir şair bulup onunla yetinir. 11. Giresun’da öğretmenken Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü’nü kazanır. Artık Ankara’dadır. Polisçe bilinen bir şairdir. Sakıncalı kişilerle görüşmekte, sol dergilerde yazmaktadır. Üstelik, şiirleri de tuhaftır. 12. Öğretmenliğe Zonguldak’ta Fransızca öğretmeni olarak yeniden başlar. Bu kömür ülkesinde kuyulara inip çıkar. Çalışan insanları tanır. Onların küçük toplantılarına katılır. Bir maden işçisinin “Ben öyle şiirler istiyorum ki, benim dünyayı değiştirme işimde beni harekete geçirsin” sözünden çok etkilenir. Samsun’daki öğretmenlik günlerinde en yakın dostları tütün fabrikasında çalışan işçilerdir. Sık sık onlarla görüşür. ‘Emek, sömürü, alınteri’ gibi yasak sözcükleri de kullanır. Kırşehir… Anadolu’nun bu yoksul kentinde tam sekiz yıl çalışır. Yıllar; okulla ev, eşi Edibe ve oğlu Ahmet arasında, Bekirkadı Mahallesi’nde bir evde geçer. Samsun’da işçilerle olan ilişkisi nedeniyle o zamanlar sürgün yeri olan Kırşehir’e gönderilir. Aynı tarihlerde, Kırşehir’de başka bir sürgünlüğü yaşayan A. Kadir, İlhan Berk’e ait sakıncalı dosyanın Samsun’dan Kırşehir’e ulaştığını söyler. Kırşehir Lisesi’nde Erol Güngör, Dursun Yastıman ve Ercüment Özkan’ın hocası olur. 13. Şiir serüveninde altmış yılı geride bırakır. Şiirde birçok dönemi yaşar. Bütün devinimleri sınar. Her seferinde eski kendisini inkâr eder gibi görünür. Anılarını silmek, bildiklerini unutmak ister. Sentezi değil, gelişigüzel sıralamayı ve bundan büyük tatlar çıkarmayı özler. Her gün biraz daha düşsever bir şair olmaya doğru gittiğini söyler. bana, Dünya Şiir Günü’nde yapacağı konuşmada hatırlatmamı istedi bu notları. Yolculuğumuzda verdiğimiz molalarda İlhan Berk arabadan iniyor, önce biraz yavaş hareket ediyor, katı bir duruştan hızlanarak akıcı, hızlı hızlı yürüyen bir adam oluyordu, ben de eşlik ediyordum ona. İlhan Berk’i evine gitmeden önce arardım, o bunu söylemişti bana. Her gittiğimde, elime bazı şiir çalışmalarını verirdi, yüksek sesle okumamı isterdi, okumamı beğenirdi, bazı dizelerde durdurur ve o dizeleri tekrarlatırdı ve ağız dolusu gülerdi, çok hoşuna giderdi bazı dizelerini bu şekilde duymak, tekrarlatmak. İlhan Berk’e aşk’ı sorduğumda ‘Bir kadını seversin, sonra seni vurur ve gider, işte aşk bu!’ dedi. 2005’te bir sabah okul çıkışı İlhan Berk’e uğramak istedim. Aradım ve gelebilir miyim dedim. Gel, dedi. Gittim, bana şunları söyledi: ‘Ben sabahlarımı karıma bile ayırmazdım, ama seni kırmak istemedim, ama bundan sonra akşam vakti ara ve gel.’” lama yaptı; bir yüz… Bir yapışta çıkardığı o yüzü çok beğendi. ‘Ben her zaman bir yapışta bu kadar güzel çıkaramıyorum’ dedi. Ortaya çıkan yüzün boyun kısmına bir çizgi ekledi, sonra yeniden resme baktı ve bu çizgi olmadı’ dedi ve yırttı attı. Sonra önüne yeni bir sayfa aldı, yeniden çizdi. Onu da beğendi, imzalayıp bana verdi. ‘Olur da bir gün parasız kalırsan bu resmi Pera Kitabevi’ne götür, onlar alırlar’ dedi.” 18. Gençliğinde etkilendiğini söylediği şairler Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Nâzım Hikmet’tir. Bu üç ad, yan yana getirildiğinde, iç içe geçirildiğinde ilkin, ortaya çok yüksek bir beğeni çıkar. İlk zamanlarda etkilenmekten hiç korkmaz. Bu konuda, son derece rahattır. “Şairlerin müşterek toprakları olduğuna inanırım. Şairlerin, o müşterek topraklarda hudutlarını koyarak birbirlerine doğru gittiklerini düşünürüm. Önemli olan şeyin, etkinin içte eritilmesidir” der. Şimdi, etkilenmekten nefret ettiğini söyler. mek, onlarla beraber yuvarlanmak, onların götürdüğü yerde de kalmak ister. 19. İlhan Berk’i anlatmak için onun kullandığı sözcüklerden yararlanmak gerek. “İlgilendirmek” sözcüğünü çok sık kullanır. En çok da şu haliyle: “Bu beni hiç ilgilendirmiyor!” işin doğrusu, pek çok şey de ilgilendirmez İlhan Berk’i, kalabalıklardan çok çabuk sıkılır. Şiirden ve kendi dünyasına yakın şeylerden bahsedilmiyorsa hemen kaçıp gider o ortamdan. İnsanlardan daima kaçar. Kaçamadığı zamanlarsa nezaketle; ama sıkıntıyla gülümser. Büyük çoğunluğu düşünerek şiir yazmaz. Azınlıkla yetinmeyi tercih eder. Ancak, bu azınlığın da büyük bir azınlık olduğunu bilir. Ona göre, okumak, okunmak şair için bir ölçü değildir. Hatta, her şeyini yitirmiş bir toplumda okunmamak iyi bir ölçüdür, iyi bir şair için. 20. Yeni şairler, ondan öğrenmek istediği şeylerin olduğunu bildirdiklerinde, kimseye bir şey öğretmeye meraklı olmadığını söyler. Ona göre, bir şair, gerçekten şairse, şiir, bir yerlerden çıkar gelir, yolunu kendi bulur, kimseye ihtiyacı yoktur. 21. Sıkıntı duymaya âşıktır. Sıkıldığında zamanın yavaşladığını keşfettiğinden beri hep sıkılmak ister, ki zaman kaçıp gitmesin. Anılarında birçok Avrupa şehrinden de bu yüzden nefret ettiğini yazar; o şehirlerde hiç sıkılamadığı ve zaman ellerinin arasından akıp gittiği için… Şiirin İngiltere’de bir lüks olduğunu görmüştür. İsyankârlığını yitirmiş, sorunsuz bir ülkede şiir yazılamayacağını, okunamayacağını düşünür. Sıkıntıdan hiç kurtulamaz. Çünkü sıkıntının yüce bir yönü vardır ona göre. AVLUYA DÜŞEN GÖLGE 16. 1956’dan 1969’a kadar Ziraat Bankası Yayın Bürosu’nda çevirmen olarak görev yapar. Adı: İlhan Birsen’dir. 1970’te Ziraat Bankası’ndan emekli olduğunda, 50 bin liralık emekli ikramiyesinin 24 bin lirasıyla Bodrum’da yıkık bir Bodrum evi alır. Bu küçük evi 3 aylıklarıyla onarır. Kısa sürede evi bir müzeye dönüştürür. Kalanıyla yarı arsa, yarı ev bir yer daha edinir. Sonradan bunları satarak şu an oturduğu yere sahip olur. Evi, Bodrum’a hâkim bir tepenin üstündedir. 1970’ten beri Bodrum’dadır. Masası denize karşıdır. Ege’yi önüne almıştır. Maviye bakarak yazar. ‘Avluya Düşen Gölge’de yudumlar çayını. 17. ‘Esriyen beden, tutkuyla çıldıran tin’le resim çalışır evinin bir odasında. Çizgilerini ‘Berknâme’ olarak adlandırmak ister. Resimlerine bir şairin resimleri olarak bakılmasını ister. Resimlerinin, büyütülüp önemsenmesinden, kendi dışına taşırılmasından, açığa vurulmasından rahatsız olur. Dostlarına kitap imzalarken yazı yazmakla kalmayıp resim de yaptığı bilinir. Zaten imzaladığı sayfalara da resim gözüyle bakmak gerekir. İthaf ve imza için ilk boş sayfayı ya da en az yazılı sayfayı kullanır. Kitaplarını imzalamaya öylesine alışmıştır ki, imzalanarak kendisine sunulan kitapları imzaladığı bile olur; kendisinden 66 yaş küçük Ertan Yılmaz’ın kitabını kendi kitabı sanması gibi. Çağın şiirinin göze seslenen bir şiir olduğunu iddia eder ve şiirle resim arasında her zaman bir ilgi kurar. Resim onun için çok başka bir şeydir. Onunla çok rahat eder. Mutluluklar duyar. Sıkıldığı zamanlar hep resim yapar. İlk sergisini Galeri Baraz açar. Bunu Ferit Edgü ve Bedri Rahmi’nin galerileri izler. Eskiden çok sergi açmıştır, resimleri çok satılır ve büyük paralarla da satılır. Şimdi artık eskisi kadar çok sergi açmaz, kaçınır bundan. Resim yaparken mutludur. Ressamlığı ellerine kondurmaz. Resimlerim iyiyse, bir ressam kılığı taşımadığı için iyidir, diye düşünür. Resmin de şiir gibi bozularak yıkılarak yapıldığını söyler. Resimle uğraşmasının tek nedeni vardır: Keyif. Özkan Satılmış, İlhan Berk’in resimleriyle ilgili şu anekdotu aktarır: “Onun resimlerini de biliyordum. Bir gün benim için küçük bir resim yapmasını rica ettim. İlkin biraz tereddüt etti. Ardından ‘Senin için yapacağım’ dedi. Önüne bir saman kâğıdı aldı, elinde kırmızı bir keçe kalem vardı. Önce bir kara “Kendimi hep sıkıntı olarak gördüm ve her yere taşıdım. Nerdeyse “sıkılıyorum öyleyse varım” diyebilirim. Aynı zamanda insani bir yön de buluyorum sıkıntıda. Sıkılmayan insan yaşamıyordur diyebilirim. Bir şey daha var ki o da; kitaplarımı ve odamı dünyanın her tarafına götürebilsem, taşıyabilsem, belki dünya o kadar sıkıntılı olmayabilir. Sıkıntıyla yapışık yaşıyorum adeta. Tepeden tırnağa sıkıntının içinde yaşıyorum. Canlı bir varlık sıkıntı bende.” Sıkıntının kederle yakınlığı olduğuna inanır. 22. Elinden geldiğince kendi işleriyle uğraşır, yani bütün hayatını kapalı tutar. Şair olduğunun bilinmesinden de memnun değildir. Ancak, ilişkiler sürmek zorundadır. Bir fotoğrafçı, fotoğraflarını çeken bir insan, arkasından bakar ki kendisinden bir şey ister; bir sergi açacaktır, fotoğraf üzerine bir konuşma, yani iki üç satırlık yazı ister. Genç bir şair kitabını gönderir. Eğer birkaç satır yazarsa o şaire, yayınevinin basacağını söylerler, onun için de şair İlhan Berk’e başvurur. Sonra dergi çıkaranlar... Her gün meşgul ederler onu. Bir yığın konuşma… Bütün bunlara elinden geldiğince kapalıdır. Sıkılır bu işlerden, bunları çok da gerekli bulmaz. Şiirini sürekli değiştirir, yeniler. Hep uçlarda gezinir: Necatigil onun için “şiirimizin uç beyi” der. Kendisi de doğrular bunu. ÇOCUKİHTİYAR 14. ‘Bugün aşırı ölçüde çocukihtiyar; ama hiç ölmeyecekmiş gibi görünümdedir.’ “Yaşama eskisiyim ben” der. Bir de ölümü ve yalnızlığı eskittiğini… Dalgındır, dura düşüne konuşur. Yüzünün eskiliğinden yakınır. Kendisine yakından bakamaz. Yaşlılığı kabullenemez. Bunun nedeni olarak çocukluğunu ve gençliğini yaşayamamış olmasını gösterir. Sanki ihtiyarlık yaşına gelince yaşamaya başlamıştır. 15. Ömründe otuzundan yukarı kadınlarla ilgilenmez. Üç kadını delice sever ve oturup üç kitap yazar. Adı kendinde saklı kadınlar… Kadınlara hep âşıktır; özellikle genç ve güzel olanlara. Kadınların budala olanlarından daha da çok hoşlanır. Şişmanlıktan tiksinir, yaşlılıktan da. Belki de bu yüzden hep genç şairlerle iletişim kurar. Hayatı ve şiiri hep genç kalsın ister. Genç şairlerden Özkan Satılmış, İlhan Berk’le olan ilişkisini şöyle anlatır: “Bodrum’da oturuyorduk. İlhan Berk ile Bodrum’dan İzmir’e 21 Mart Dünya Şiir günü kutlamasına giderken tanıştık. Bir araç İlhan Berk’i almak için İzmir’den Bodrum’a gelmişti, ben de İzmir’de Dünya Şiir Günü’nde bulunacaktım. İlhan Berk’i almışken Özkan’ı da alalım, dediler. Birlikte yolculuğumuz oldu. Bodrum’dan İzmir’ e gidiş ve İzmir’den Bodrum’a dönüş. Yolculuk süresince sohbet ettik. Benim şiirimi görmek istedi, yıllıktan bir şiirimi gösterdim, beğendi. Bodrum’a döndüğümüzde görüşelim, dedi. İzmir’de de yanında olmamı ve ona yardım etmemi istedi, araçta bazı notlar yazdırdı SAYFA 12 ÖMÜR İSTEYEN UĞRAŞ 23. Çok kitap gelir kendisine. Çoğu da şiir kitabı… İçlerinde ilgi duyduğu bir şaire rastlarsa cevaplar. Oradan sevdiği bir beyit, bir dörtlük, bir üçlük, bir dize olduğunu söyler. İlgilendirmezse de, yazık ki cevap vermez. Şiiri, şairliği öğretmeyi gereksiz bulur. Öğretmenliği de sevmemiştir zaten. Ona göre, şair bir yazgı adamıdır. Böyle bir adam çıkar gelir, o zaten kendisini çok uzun süre sonra kabul ettirir. 24. Türkiye’de çok şiir yazılmasından, şiir yazmanın su içmek gibi doğal bulunmasından; şiir yazan herkese şair denilmesinden şikâyet eder. Bu durumu çok saçma bulur. Yazı’nın, özellikle de bir yaratı sanatı olan şiirin ömür isteyen bir uğraş olduğu¥ nun bilinmemesinden yakınır. CUMHURİYET KİTAP SAYI 970 “Benim kaynağım sınır dışı alanlarda olmuştur. Şiir, uçları görmeden, uçlarla savaşa girmeden yazılamaz.” Yaşadıkça, öğrendikçe şiiri de değişir. Düzdoğru bir çizgiyi yaşamaz. Ayrıca, bundan da korkar. Çünkü kendini yineleme tehlikesi vardır. Şiirle birlikte düzyazı ve şiir düzyazı olan üç alanda çalışır. Örneğin “Güzel Irmak” düz yazısal bir şiirdir. Nedeni ise yeni anlatım biçimleri istiyor olması… Tek bir anlatım biçiminde olmak yorar onu. Hercai olmayı sever, çünkü orada yeni tatlar bulur. Hiçbir şeye karşı hazırlığı yoktur. Bırakır, rüzgârlar onun üzerinde etkiler yaratır. Bütün renkleri görmek, sesleri işit
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle