03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Nejat Birdoğan özellikle Alevilik araştırmalarında üstünden atlanılamaz yapıtları, “Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik” ile “Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı”nda, Aleviliğin oluşum süreci ve nedenleri, diğer dinlerin Alevilik üstündeki etki ve katkıları, Anadolu Aleviliğinde Ali olgusu ve anlamını öğreniyoruz. Erdoğan AYDIN Kritik 2 001’de yitirdiğimiz Nejat Birdoğan, Aleviliğin ne olup olmadığından, nasıl ve hangi kaynaklardan etkilenerek şekillendiğine kadar bir dizi soruya dair bize, bugüne kadar oluşturulmuş en ciddi literatürü miras bırakmıştır. Onun konuya ilişkin birikimi, hem çok uzun yıllar boyunca halk kültürü üzerine çalışmasının hem de ele geçen bulguları doğru yorumlayacak kadar soruna hâkimiyetinin sonucudur. İşte bu birikimi ve çıkar ilişkilerinden uzak duruşuyla, konuya ilişkin ilk yazanların tümünden farklı sonuçlara varmıştır. Bunları dillendirdiğinde karşılaştığı tepkiler ise, ciddiyetsiz içeriklerine karşın şiddeti ve spekülatif değeri yüksek saldırılar olmuştur. Önceden de belirttiğim gibi o, “Anadolu Aleviliğinin, yeraltından gün yüzüne, sözelden yazılıya, safsatadan gerçeğe çıkarılmasında en dikkate değer aydını” (Aleviliği Ne Yapmalı, s. 250) olacaktır. Onun tezlerindeki netlik ve gerekçelendirmelerindeki sağlamlık, alanın egemenlerini ürkütürken, yok sayılmaya çalışılmasını beraberinde getirmiştir. Ancak onun ortaya koyduğu savları karalamak, adını ve eserlerini yok saymaya çalışanların kaçamadığı temel bir kaygıya dönüşmüştür. Bu gibilerin yanı sıra ondan öğrendiklerini atıfta bulunmadan yinelemek gibi bir vefasızlık da yaygın bir örnek oluşturacaktır. Birdoğan, “Anadolu’nun gizli kültürü” olarak ifade ettiği Aleviliğin İslamlaştırılmaya çalışılmasının karşısına güçlü bir barikat olacaktır. Gerek kitaplarına gerekse konuşmalarına hâkim olan soğukkanlılığıyla, “Alevi geleneklerini İslamın hangi alanına sokacaksınız? Ya da İslam koşullarının hangisini, hangi Alevi yöresinde bulacaksınız? –diyerek başladığı sözünü, Alevilik, (bir kısım düşünür ve yazarların sandığı gibi) Heterodoksi bile değil. Anadolu’ya gelen göçebe Türkmen ve Kürt topluluklarının geçmişlerinden gelen kültürlerinin etkileşimde bulundukları başka inançların kimi parçalarını da içine alarak oluşturdukları başlı başına özgün bir inançtır. Bu inançta Kıyamet, MünkirNekir, günah tartımı ve dolayısıyla cennet ve cehennem yoktur. İslamın salt tarihi ile, o da 12 İmam bölümü ile ilgilidir” (Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik, Kaynak Yayınları) diye sürdürür. Görüşleri bugün çok geniş bir kabulle karşılanmaktadır, ama onları ilk ifade ettiği 90’ların başında etkin bir aforozla karşılaşacaktır. Söz konusu saldırılar iyi ki gerçekleşti dedirten bir gelişme ise, bunlardan hareketle oluşan ve birincisini tamamlayan “Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı” (Mozaik Yayınları) eseridir. “Bu kitap bana atılan taşlarla yazıldı” der, ama bu kitabı da birincisi gibi bir polemikten uzaktır. Tam tersine çok geniş bir kaynakça kullanarak, belirleyici öğelerin tümünü sağlam bir mantıkla irdeleye Aleviliğin yol ayrımında Nejat Birdoğan rek ciddi bir Alevilik çözümlemesi yapar. ALEVİLİK İSLAMIN BİR YORUMU MU? “Anadolu Aleviliği Müslümanlıktan doğmamıştı. Giderek esinlenmemişti bile. Bence bu inanç, Anadolu’daki Türklerin ve Kürtlerin, yaşadıkları eski Orta Asya, İran, Mezopotamya bölgelerinde tanıdıkları kimi dinlerin ve geleneklerin bugüne sarkmış, karmalaşmış ve süzülmüş kalıntısı idi” diye başlayarak, bu yargıyı Alevi geleneği içinde çürütülemez olgularla gerekçelendirir. Saptamalarına karşı, “Sıradan Alevi vatandaşlarının tepkilerini çok doğal karşıladım. Bin yıllık eritmenin giderilmesi bir anda olamazdı. Onlar İslam dışı olurlarsa ezileceklerini sanıyorlardı” diye yazar. Ancak ortalıkta araştırmacı olarak dolaşanların tepkilerini anlamanın olanaksızlığını ifade eder: “Bir yandan ‘hulul, sudur, dem, cem, insan kıblesi, semah, deyiş, müzik’ diye mangalda kül bırakmayan bu insanların, bu sözcüklerin İslamlıkta yer almasının olası olmadığını göremeyişlerine şaşırmamak elde değil” der. Aleviliği araştırmanın, kaynak, yorum ve bu yoldan geçinenlerin tepkileri çerçevesindeki zorluklarına yaptığı vurguyu takiben Birdoğan, kitabı okuyacak olanların hak vereceği gibi sözünü şöyle sürdürüyor: “Kaynaklar uzun yıllara varan çalışmaların sonucunda az çok bulunmuştur. Okuyucu bu kitabı okudukça bu kaynakların yeterli olduğunu görecektir. Yaşadıkları tüm coğrafyalardaki Arap, Fars, Türk ve Kürt araştırmacıların yanı sıra konuya ilgi duyan Batılı doğubilimcilerin yapıtları, Anadolu Alevilerinin inanç ve tapınmaları ile birleştiğinde konumuz bütün görüntüsüyle belirginleşecektir. Bu görüntüyü İslam kantarına vurduğumuzda ise Aleviliğin İslam olup olmadığını açık açık göreceğiz. Aslında bu tanının daha basit bir yolu var; İslam olmanın koşulları belli. Birincisi biçimle ilgili koşullardır ki oruç, namaz, hac, zekat ve tanıklık sözcükleri olarak adlandırılmaktadır. İkincisi ise inanma ile ilgili koşullardır ki, Allah’a, melekler, peygambere, Kuran’a, son güne ve kaza ile kadere inanmadır. İşte bir Alevinin kendi inancının bu koşullar ile bağdaşıp bağdaşmadığını araştırmak elindedir ve de kolaydır. Ancak bu uygulamanın bir koşulu var 1232’de verdiği seyyidlik belgeleri ile Aleviliği “İslami hurafeler ile doldurmaya başladığını” yazar. Bu yolla “Göktanrı ve Zerdüşt inançlarından bize gelen nice geleneklere İslam giysisi giydirildi. Kutsal törenleri ateş yöresinde yapmak, ocak kutsallığı, yol kardeşliği, kadın erkek birlikte tapımı, törenlerde semah ve müzik vb. nice ritüeller hep İslama bağlandı” der. Anadolu Aleviliğine bu İslam aşılama girişimlerinin 15 yy. sonlarından itibaren Erdebil Tekkesi ve Şah İsmail üzerinden yinelendiğini, Ali, 12 İmam ve Kerbela kültlerinin bu dönemde Aleviliğin içine girdiğini, üçüncü aşılamanın ise, Yeniçeriliğin tasfiyesi sonrasında Bektaşi Dergâhlarına Nakşibendi şeyhlerinin atanmasıyla gerçekleştiğini söyler. Bu süreçte en kolay ve gönüllü benimsedikleri İslami öğe, kendilerinden özellikler buldukları Ali ve 12 İmam olmuştur. Ancak burada da haksız otoriteye direniş anlamında KerbelaHüseyin’e özel bir yer verilmiş, Ali ise İslamcı görüş ve uygulamalarından soyundurularak, adaletçi ve merdan şahsiyetiyle kâh Tanrı’nın ismi kâh sonraki önder isimlerin “donunda” dünyaya gelen temel sembol kılınmıştır. Birdoğan özellikle Alevilik araştırmalarında üstünden atlanılamaz yapıtları, “Anadolu'nun Gizli Kültürü Alevilik” ile “Anadolu Aleviliğinde Yol Ayrımı”nda, Aleviliğin oluşum süreci ve nedenleri, diğer dinlerin Alevilik üstündeki etki ve katkıları, Anadolu Aleviliğinde Ali olgusu ve anlamını öğreniyoruz. Birdoğan’ı okurken Aleviliği Ali’den başlatmanın ne büyük bir yanılgı olduğunu, 12 İmam ve Kerbela kültündeki paylaşıma karşın, Aleviliğin Şiilikten de en az Sünnilik kadar farklı, insan eksenli bir teoloji olduğunu görüyoruz. UMUDU GENÇLERDE Konunun salt Alevileri ilgilendirdiği düşünülmesin; çünkü N. Birdoğan’ın Alevilik üst başlığıyla anlattıkları, en az Aleviler kadar olmayanlarımızı da ilgilendiriyor, çünkü anlatılan bu toprakların, yani hepimizin hikâyesidir. Böylece hem bu topraklarda doğup, türkü ve danslarının çoğunu yaratmış, onca baskı ve asimilasyonla azaltılmasına rağmen bitirilememiş bir inancı tanımış hem de onun üzerinden Anadolu'da yaşanan sınıf mücadelelerini, egemenlik ilişkilerini, kültürel ve toplumsal tarihimizi, Baba İlyas’tan Ebul Vefa’ya, Hacı Bektaş’tan Mevlana’ya bir dizi önemli şahsiyeti ve misyonlarını öğrenmiş oluyoruz. Birdoğan, Alevilik araştırmalarındaki bilimsel tutumu yanı sıra hayat karşısında da laik duruş sergiler. Bu bağlamda, “kişiler gibi devletin de inançlara karışması benim en büyük savaşım nedenim olmuştur ve olacaktır. Devlet askere aldığı, vergi aldığı vatandaşının inanç güvencesini salt yazıda bırakamaz. Birtakım zorlamalarla devletin birleştirici din araması kesinlikle olumlu sonuç vermez. Ulusun ve devletin birlikteliği ancak çağdaş ve laik yöntemlerle olanaklıdır. Ben kişisel olarak 1995 yılında böyle bir yönetimin izlerini görememenin acısını çekiyorum” diyerek resmi laikliğe eleştirel tutum sergiler. Son olarak paylaşmak istediğim, Birdoğan’ın, yüzyıllara dayalı baskılar nedeniyle Aleviliğin kendini olduğu gibi açığa vurmaktan yana yaşadığı korkuya dair eleştirel tutumudur. “Açığa vurulduğunda kimi yönleri korkudan törpüleniyor. Bu Aleviliğe zararlıdır. Olayları korkmadan yansıtmak gerek” demekte ve bu bağlamda asıl umudu olan gençlere bu beklentisini iletmektedir. ? KİTAP SAYI 856 dır ki, bu da ortaya çıkacak sorulara dürüst yanıt vermektir.” N. Birdoğan, Aleviliğin, “bir dinin ortaya çıkışı sırasında bu dinden olan, ancak sonra değişik nedenlerle ve kimi alanlarda dinin ilk buyruklarından ve gereklerinden uzaklaşan inançlar” anlamında, İslamın heterodoks bir yorumu olduğu fikrine de itiraz eder. Bu kapsamda Aleviliğin hem ortaya çıkışının İslamın içinden olmadığı (yani Şiilik gibi AliMuaviye ayrışmasından oluşmadığı) hem de teoloji ve ritüelleri itibarıyla ondan kaynaklanmadığını gerekçelendirir. Tüm dinlerin zaman içinde heterodoks yorumlarının oluştuğunu, ama ibadet mekânı, kıble, kutsal kitap, dinin şartları vb. temel konularda aralarında ortaklık olduğuna ama kendi içlerinde ve uygulamalarda farklılaştıklarına işaret eder. ALEVİLİĞE İSLAM AŞILAMA Birdoğan, seyyidlik belgeleri ve secereleri de ciddi veriler ışığında sorgulayarak şimşekleri üzerine çekmiş bir bilim insanı. Nihai yargısını, “Horasan illerine sığınan İslam seyyidleri elbette var. Bunu yadsımak yanlış olur. Ancak bunların torunları olarak Anadolu dedelerine bakmak da yanlıştır” şeklinde belirtir. Esasen bu seyyidlik iddialarının çoğunun gerçekdışı ama dönemin egemenlerinin halkı bu payelerle kontrol etme amacına yönelik olduğunu, bu uygulamanın ilk örneği olarak Alaaddin Keykubat I.’in SAYFA 20 CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle