04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Ben, genç eleştirmenlerin benimle kuracakları her türlü bağlantıya açığım bu nedenle. Eleştiri yazınımız, gençleriyle, onları koşulsuz sahiplenerek varlık gösterebilecek çünkü! E leştiri alanı ille delikanlılığa yaslanıyormuş da ondan söz etmeye girişecekmişim gibi alınmasın. Hoş, hangi alanın delikanlılığı yok ki? Tıpkı çıraklıkla ustalığın, çılgınlıkla olgunluğun olduğu gibi… Ama bu yazıda söz konusu edeceğim yan, alanın gereksindiği delikanlılık olgusu, o kadar… Bir yakıştırma da olabilir bu, ama nedense pek hoşuma gidiyor eleştiride “delikanlı” tutum. Neden mi? İnsanın soru üretmekliği gençliğine, bundan da önce çocukluğuna düşer belki ilkin, ama sorgulayıcı kimliğine erişkinliğinde ulaşır ancak. Bu nedenle deneme türü için kişinin sağlam temele dayanması, yeterli birikime sahip olması beklenir. Oysa eleştiri için tam tersi gerekli bu durumun. Gençler yargılamaya yatkın değil midir? Şöyle bir bakıp yargıda bulunmaya hemen? Var olan yargılara katılmaya, karşı çıkmaya, karşı çıkmak ne, bunları toptan onaya ya da yoksamaya? Eleştiren, yargılayan genç, dirimsel varlık olarak kendisi için, gençlerin simgesi olarak tümü için bir bağışıklık, dayanma, direnme gücü değil midir tutumuyla? Biz, Doğu toplumsallığının yönlendirdiği bakışla gençliğimizi ezip biçmeye, diz çökertip iğdiş etmeye pek yatkınız nedense… Bu uzlaşmaz çelişki dizgesel boyuta varmış bulunuyor artık. Oysa adı üzerinde “delikanlı”dır genç insan. Budur zaten ondan beklenen: Delikanlılık. Bu, yararlanacağımız yandır bizim. Gerçekten de birer erke kaynağı olarak yararlanmak dururken onlardan, böylesi güçten yoksun olmanın, bu ataklığı sonsuzca yitirmenin mantığı olabilir mi sizce? Bu gerçekliği, bir yansıtım bağlamında, olduğu gibi eleştiri alanına da taşıyabiliriz bana göre. M. Sadık ASLANKARA Kitaplar Adası Eleştirinin delikanlılığı de yararlı olacağı kanısındayım ben. Katılsanız da katılmasanız da bu sarsıcı, silkeleyici yazıların yazınımız için işlev taşımayacağı düşünülebilir mi? Özellikle Yıldızoğlu ile Yıldız arasındaki düşünsel uyum da çarpıcı doğrusu! Ancak sırası gelmişken bir yaygın yanlış konusunda uyarıda bulunayım. Birinin “eleştirmen” sayılması için ille kitap mı yayımlaması gerekiyor? Bu konuda gençlerin zorlandığı kanısındayım ben. Oysa erken yaşlarda nasıl şiir, öykü, roman, oyun yayımlıyorsa eleştiri de verimleyebilmeli gençler. Onlarsa öyküde, romanda yaptıklarına benzer bir iç dökmeyi “deneme” sanıp akılları sıra kendi kavruk yaşamlarından sızdırdıkları bilgece laflar etmeyi pek seviyorlar da adı “üfürmek”, “savurmak” bile olsa, yargılamaya, eleştiri alanında ürün vermeye gönül indirmiyorlar. Alalım Hürriyet Yaşar’ı. Bir kitabı yok diye eleştirmenden saymayacak mıyız onu? Öte yandan dünya görüşü bağlamında örtüştükleri görülen üç eleştirmenin birbirinden ayrılan yanları hiç mi yok? Olmaz olur mu? Üstelik Ahmet Yıldız’la Ergin Yıldızoğlu arasında kurulmuş görünen, birbirine gönderme de içeren birebir köprü de ortadayken?... dırının verdiği heyecan duygusu dışında ne alabiliyorum ya da istiyorum?” (29) Yayımladığı Edebiyat Yıllığı 2006 da (Kritik, 2006) bu tutumun kanıtı. Ahmet Yıldız’ı tedirgin eden kaygı açık: “Şu anda ülke edebiyatının, entelektüel yaşamının, üniversitelerinin, kültür dünyasının yıkılışının hazin sonuçlarını yaşıyoruz. (…) Cahil bıraktırılmış nüfusun, teslim alınmış kalabalık yığınların ve defalarca oy verdiği hükümetlerin durumlarını görüyoruz. Bu ülkenin elimizin altından kayıp gittiğini görüyoruz. Oysa bu ülkeye en son kayıtsız kalacak kişilerin yazarları ve sanatçıları olması gerekmez mi?” (74) Bu düşüncelere katılmamak elde mi? Nitekim Ergin Yıldızoğlu’na göre de “Edilgen ve çürüyen, çürüdüğünü de bilmeyen bir sivil toplum”dur (9) bu. O, bu sorunsalı “gerçeklik” temelinde de deşiyor: “Gerçeklik, her zaman simgesel… düzeyde, toplumsal olarak kurulmuş bir gerçekliktir. …Bir simgesel evrenin, esas olarak da dilin içinde yaşarız.” “…Gerçekliğin simgesel sistemi, …her zaman iktidarı meşrulaştırmak üzere oluşur ve işler.” “Bu yüzden gerçeklik (bizi saran bütünsellik sahte olduğundan) aslında gerçek değildir, ideolojik bir kurgudur.” (63, 64) Buradan yazına, yazın eleştirisine geçiyor Ergin Yıldızoğlu: “…Edebiyatın gerçekliği, bireyin optiğinden bakılan bir gerçeklik. İç dünya ile dış dünyanın kesiştiği yerdeki gerçeklik…” (67); “Eleştirinin nesnesi işte böyle bir gerçekliğe ilişkin edebiyat, toplumsal bir bireyin ürünü olan yapıttır. / Eleştiri yargılamaktır, yapıtın edebiyatın gerçekliğine, yazarın da yazma ediminin ahlakına sadık olup olmadığına bakarak yargılar. Eleştiri, yapıtı bu açıdan irdeler ve yargılar öncelikle… Eleştiri hem nesnesini (yapıtı) yargılar hem de nesneyi üreteni…” (69) Ahmet Yıldız’ın söylediklerine de kulak verelim bu noktada: “Türk edebiyat eleştirisi, hep, bir kuramdan yoksun olmuştur… Yazar ve şairlerin kendi algılama, sezinleme, koku alma yetilerine güvenerek ve böylece çoğu kez öznel tavırları ağır basarak yaptıkları eleştiri ‘denemeler’i, bugün egemen olan eleştiri anlayışıdır” (23); “Ne kadar edebiyatınız varsa o kadar eleştiriniz var!”, “Türkiye’de edebiyat eleştirisinin felsefesi, felsefesizliktir!” (25) Bu alıntılar, aslında bize eleştirinin kendi iç disiplini yönünde yapılandırılması gerektiğini gösteriyor, yoksa eleştiri adını verdiğimiz yazı türünün kendisi de kalkabilir ortadan. B.Sadık Albayrak, Yıldız’la Yıldızoğlu’na oranla çok daha az başvuruyor çözümleyici, yargılayıcı dile. Böyle olunca kimileyin söyledikleri birer önyargıymış izlenimi bırakabiliyor. Oysa yargılayan dil, kanıtlar getirir, tanıklar gösterir, bunlardan kalkarak bağlar kurar, ileriye dönük ya da geçmişe değgin yaptığı kurguları temellendirmek ister. Yıldız’la Albayrak’ın kitaplarında “kertenkele”yle, “noter”le yazının karşı karşıya getirilmesi, bir açıdan olumluolumsuz karşıtlığı gibi kendilerinin de karşı olduğu bir yazınsal tutumu sezinletiyor insana. Yıldızoğlu ise Ahmet Yıldız’ın öyküsünden kalkarak adlandırdığı Köpeğin Ahlakı’nda, yine beklenti içindeki birinin yaklaşımıyla alana yönelirken ötekilerden ayrılıp sorunsal bağlamında da konuya daha derinden yaklaşmış izlenimi bırakıyor. NE KİTAPLI NE KİTAPSIZ... Dikkati çeken bir yan daha var bu kitaplarda: Türk eleştiri geleneği içindeki adlara duyulan güvensizlik. Nitekim yabancı yapıtlara, bunları verimlemiş düşünceci, yazar pek çok insana kaynakçada bol bol yer açılırken, bunların düşüncelerine gönderme yapılırken bizimkilere genelde sırt dönülmüş olması… Yüreğimin sızlamadığını söylersem yalan olur. Alalım Memet Fuat’ı; aile, bu büyük yazarımızın adına ödül koyarken çok önemli bir yanını unuttu onun. Gençlere yönelik tutumunu, gençlik üzerine düşüncelerini… Neden genç eleştirmenler arasında bir yarışma düzenlemiyor aile? Onları yüreklendirip kışkırtmıyor? Arada bir eleştirileri, eleştirel değinileriyle ya da düpedüz yazılarıyla dikkatimi çeken gençler oluyor, bir iki yazıda da kalsa çabalayışları, adlarını anmaktan, verimleri üzerinde durmaktan büyük mutluluk duyuyorum bu genç eleştirmen adaylarının. Geçenlerde Saba Kırer’den bir dosya aldım. Siz, bunun öykü dosyası olduğunu sanacaksınız, biliyorum, ama yanılacaksınız… Çünkü bir “eleştiri dosyası”ydı bu, kitap boyutuna varmış bir bütün dosya! Gençlerin bu alandaki verimleyişi desteklenmeli sürekli! Saba Kırer’in dosyası da yayımlanmalı bir an önce. Böyle yapılırsa alana değgin bir düzeysizliğin başgöstereceği, değer yitiminin ortaya çıkacağı sanılmamalı kesinlikle! Gençler karşısında Kenan Evren kesilmenin âlemi yok! Eleştiri, yapıtı nasıl didikleyip ayıklıyorsa, bir disiplin olarak kendine dönüp içindeki önyargıyı açığa çıkarabilir kolayca. Niye kuşku duyulsun ki alanın gücünden? Bu nedenle delikanlıların eleştiri adına verimlediği her ne varsa, nice önyargı da barındırsa hoşgörüyle karşılanmalı hep! Var olsunlar, eksikliklerini duymayalım yeter ki. Onlar olmadı mı iş kötü. İşte yazınımız, şu son yıllarda böyle bir genç yoksulluğu yaşıyor. Gençlerimiz olmadığı için eleştirimiz de yok bugün. Ben, genç eleştirmenlerin benimle kuracakları her türlü bağlantıya açığım bu nedenle. Eleştiri yazınımız, gençleriyle, onları koşulsuz sahiplenerek varlık gösterebilecek çünkü! Gün, eleştiri günü! Gün, gençlerin günü! Hadi gençler, eleştiri başına! ? KİTAP SAYI 856 KİTAPSIZ KİTAPLI... İşte Ahmet Yıldız’ın Kertenkeleler ve Edebiyat (Papirüs, ikinci basım, 2004), Ergin Yıldızoğlu’nun Köpeğin Ahlakı (Gri, 2005), B.Sadık Albayrak’ın Noterler ve Edebiyat (Papirüs, 2005) adlı kitapları bu yönde örnek olarak alınabilir. Andığım üç yazarın, verimledikleri kitaplarda “delikanlılık yaptıkları”nı savlıyor değilim. Tutumlarını alıyorum yalnızca. Minnet etmeyen, eğilip bükülmeyen, ama bu arada katı mı katı buyurgan, tepeden bakan, sert, yer yer kırıcı yanlarını… Bu tutum, yaşları ne olursa olsun birer “delikanlı” gibi almamıza yetiyor onları. Gerek Ahmet Yıldız’ın gerekse Ergin Yıldızoğlu’nun eleştiri, deneme odaklı yazılar toplamı kuramsal açıdan getirdiği bütünlemelerle, açılımlarla da dikkati çekiyor. Bütün bunların bir siyasal çatı oluşturduğu, bunun ideolojik örüntülere kapı araladığı gözden uzak tutulmamalı ama. Bu çerçevede yazınımızda yeni bir siyasa oluşturulması, yazın alanıyla sanatın öteki dallarındaki tüm verimlerde bunları üretken kılan, bunların dönüşümünde rol alan bir siyasa belirlenmesi yönünde çabalayış gözleniyor… Yeni bir estetik açılım olduğu düşünülmemeli bunun. Marksçı dünya görüşünün belirlediği bir yeniden yapılanma yönündeki ideolojik işleyiş için birer adım, birer dayanak bunlar yalnızca. Eleştirimizin delikanlıları, en uygun zamanlamayla bir gürültü çıkarıp yazın evreninde her ne varsa, bunları hizaya sokmaya çabalıyor belki de. Ağız birliği içinde sürdürülen bu çabanın yazınımız için SAYFA 18 HEM KİTAPLI HEM KİTAPSIZ... Turgut Uyar için yaptığı eleştirel inceleme ya da değerlendirme Ergin Yıldızoğlu’nun yazınımız için ne denli önem taşıdığını gösteren ilginç bir veri bence. Gerçekten de Yıldızoğlu, sorunları, konuları diplere, derinlere inerek deşen tutum sergiliyor, hatta bunu da aşıp çözümleyici yan sergiliyor. Bu doğrultuda Yıldızoğlu, kanıtlayıcı tutumla, çözümleyici yaklaşımla kişilere, yapıtlara yönelirken karşısındakini sıkıştıran bir yöntem uyguluyor enikonu. Oysa Ahmet Yıldız, zaman zaman polemik kaleme alıyorcasına bir tutuma bürünebiliyor. Buna bakarak, Yıldız için de Yıldızoğlu için de savlayışlarının kendileri için taşıdığı önem görülebiliyor. Ne var ki Ergin Yıldızoğlu, bir iki kanıtla yetinmeyip pek çok kanıta başvururken Ahmet Yıldız savlayışının can alıcılığını öne çıkarıp bunun altını çizmeye girişiyor daha çok. Böyle olunca Yıldızoğlu, çözümleyici, kanıtlayıcı adımdan şaşmıyor da, Yıldız zaman zaman polemikçi bir tutumun peşine takılmışçasına izlenim bırakabiliyor. Ne ki tüm bu kaygılara, ötesinde kimi savrukluklarına karşın önemli de bir kitap Kertenkeleler ve Edebiyat. Çünkü tüm eleştirilerini bir “delikanlı eleştirmen” tutumuyla sergiliyor Yıldız. İsterseniz buna, “kan kustum, kızılcık şerbeti içtim” diyen tutumunu da ekleyebiliriz yazarın. Örneğin şu sözü bu yönde alınabilir pekâlâ: “Yıllardır Edebiyat ve Eleştiri adlı bir dergiyi çıkararak ve eleştiri yazıları yazarak ben, karşılığında bazen koyu bir umutsuzluk, değirmenlerin şımarıklığı ve gücü karşısında bazen soylu bir başkal Ergin Yıldızoğlu CUMHURİYET
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle