Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Deneme ve eleştirilerinden tanıdıgımız Sadık Aslankara bu kez öyküleriyle M. Sadık Aslankara, okuru çocukluğunun, masumluğunun en ince, duygulu zamanlarına, gençlik heyecanlarıma ve de olgunluk dönemimdeki geçmişi, yeniden bir serinkanıılık ve sükunetle gözden geçirmeye götürüyor. Bu yalın ve kristalize bir temizlilikle arınıp nektar olmuş öykülerin başlıkları bile bir öz şiir adeta. MUSTAFA ALAK S abah. Perdelere dışarıdaki ağaçların göriıntüsü vtırmuş. Renek benek motifler. Gözlerinıi açmadan bu sıcak rahimdc daha da ııyumak istiyonım, kendimi yastıklarııı arasına, yorganın içine bırakmış scssizce bu sıcakhğı ve aydınlığı gözlerim kapalı yaşıyorum... Birden kapının posta deliğinden pat diye bir ses ve postacının bahçe kapısını kaparıp çıkması... Fırlıyorum yatağımdan, biliyorum bu ayki kitap postamın geldiğini... Gözlcrim ağir ama dinlenmiş. Vücudum daha günün mekanikliğine hazır degil, bir beceriksizlikle açıyorum paketi, hızla, sabırsızlıkla. Diğer Idtaplann ara sından birini, scvecen, küçük, sıcak olanını parmakJarım kavrayıveriyor. Kapağın da perdeden sızan güneşin, perdedeki desenıeri belirginleştirmesi ve yüzünü güneşe dönmüs bir çocuğun uzıın bir geleceği sakinlikle gözden çeviren hali... Başlık: Uykusu Sakız. Öyküler. Yazar: M. Sadık Aslankara. Can Yayınevi... Alt odadayım. Burası daha los. Kitabın adı bir gizem sanki... Meralda ilk sayfayi açıyorum... "Biz buraya dışarıdan gelmişiz, îzmir'dcn..." Bir damla sakız: 'Uvkusu Sakız "Şu sümüklü oğlan gelmesin..." denilince müthiş iizülen, kırılan bir küçük yürek... Ailelerimizin, tekdüze, tek yanlı yaşamına arada sırada giren "eksantrik" karakterli akrabalarımızı hepimiz sevmişizdir. Onların olduğu anda sanki evlerimizde bir süre "örfi idareler" ya kalkar ya da koşulları hafifletilirdi... Sonra kim anımsamaz, avlulara kumlan kazanların isli tenekelerinden çıkan kaynak sularla yıkaıımalarımızı, başlarımızın kiri çıksın diye tırnaklarla kazınnıasmı. Komşu kadınlann gelip annelerimizle çene calarken bizi çırçıplak göriip bizimse bülüğümüzü saklamalarımızı... Sonra havluda sarılıp kurulanırken annenıizin o yakın yüzünü, kokusunu, derisinin pürüzlerini, benlerini, gözlerinin bebeklerindeki dev görüntülerimizi. "Yazlık evlerkültürii" uzıın süredirTürkiye'nin hayatına girdi. Kışjık şehir apartmanlannıızın sanki biçimini değiştirip başka bir haritaya girip yine yan yana dizdik ve burun burıınalığımızdan vazgeçemedik." Yazlar Gözler deki Engin'in öyküsü çok güzel... Yazlık sitede yaşayan bir kişinüı öğleden sonrası "iç rahatsızlığı"... Büriin büyüme ve sofistik anlayışına rağmen, Engin hâlâ bir çocuk. Ciciannenin pörüşleriyle kendisi arasında bocalayan bir büyük çouk... Öykülerin başında yüzünü seçCmedigimiz, başkalarıyla karıştırdığımız, hep geç vakitlere kadar dışarıda kalan, eve sessiz bir misafir gibi gelip bir resmi ciddiyetle uğurlanan Baba, "Babalar Aralar'dakendisini yeniden keşfettifiimiz biri olmaya baijlıyor. Ve babasını kaybetmek üzere olan bu genç çocuk adamın kendisiyle çatışması. Babanın bir yaşam boyu, bir seyleri eksik yaşayışını insan, onıın Hediye Hala'ya sarılmasıyla fark etmiyor mu? Kaynayan bir eksiküği yatıştırmaya çalışan serin gözyaşları... Babanın yeniden gözden geçirilişi... Hani kaybettikten sonra gözden geçirdiginıiz babamız. ünce fiziğini, yürüyüşünü, bakışını, öksürüşünü sonra duygusal davranüjlarını kendimizle mukayese etmedik mi ve hep "hayran kaldık fotoğraltaki komutana". Belki de onunla, kendimizi de keşfediyorduk birlikte. Londra'ya geldiğim 1972 yılları. O zamanlar, daha geçmişime olan hasretim taze... Çocukluğumdaki sinemaları anımsıyomm. Bir açık hava sineması için eski bir arsanın taşlarını topluyoruz... Sonra filmin kontraplağa yapışmış afişini sırtıma vurup renkli Türkçe sinemaskop diye kocabirhuniylebagınşımı... Sıcak mayıs ööle bonrasındaki kovboy filmleri seanslannı... Uykusu Sakız'ı 76. sayfasmdaki tzmir I Iatay açık hava sinemasından gelen sesler, imbatın getireceği bir dolu izlenimler, taş plakların şarkıları ve en güzel şeyleri yaşamak için uğraşır dururken, şu Allah kahretsin meslek okulu imtihanları. ü paragraf, bizim kuşağın açık hava sineması deneyimini en akıcı, yalın birekonomiyle yaşatıyor okurken. Sanırım bizim kuijaktaki herkesin müzikle anısını hâlâ taşıdığı bir açık hava taş plağı parçası vardır. Bcnimkisi "Portofino" adlı bir Italyan parçasının tngilizce versiyonuydu... Kadın "I tound my love, in Portofino" derken dalgaların vuş vuuş diye sesleri minikten şarkıcıya eşlik eder dururdu... Küçük kasabalarda devlete çalışanla devletle çalışanların iç içeliği daha yakındır. Küçuk kasabalı, dışarıdan görevle gelmiş devlet memurlarını sessizlildc takip eder. Kasabaya bir yatak ve yorganla gelen doktorıın, mal müdürünün, birkaç yü sonra nasıl birkaç villa sahibi oluşuna şaşmaz, bunu sadece not eder. Nasılsa akıl almaz ve düzeltilmez bir aynciUık, kapanmayan bir diz kapagı varasının kabuğu gibi orada hep dıırur cukla paylasabiliyor. Belki de ağabeylerin küçük kasabalarda cahillik ve kadcrcilikten dolayı gizli odalara hapsedilmeleri. Arada sıracla bu gizli odalarda saklanan gizlerin sokaklara fırlayan zaptedilmez çığlıkları. "Beklenen Yüzler"debu kez çocuk dışarıdan gelmişleri gözlüyor. Degisik giyinen bir adanı, pardösülü, şapkalı. Kadın, et beııi olmayan, güzel kokulıı, deği şik davranışh. Ve onlaruı çocuğu Barış. Kasabalılarca bir uzay ailesi gibi algılanıp yadsınan modern bir aile ve kasabalardaki köylü kalma ile modern olma ikileminin birbiriyle bir türlü geçinemeyişi. Bu geçimsizliğin dogurdıığu kıskanclıklar, ço cukların merakını yok edip, onların aklını puslandırmaya çalışan, irrasyonel cahil likleriyle mantık dışı davranan aile kalabalıkları. Ve bu kalabalıkta canı yanmış ama kendi görüşlerindcn vazgeçmemiş bir çocuğun biiyüyiip bu kalabalıkla annesi da hil çaresiz hesaplaşması. Daha önce de dediğim gibi sinemalar, açık olsun, kapalı olsun hep büyüledi bizi. Yazın filmin yüksek sesi karanlığı delerken milyonlarca ayçiçeğinin çit çiti ve bu çitçitlerle, filmin sesineyorgun yorgun kalılan çay bahçelerinin yaseınin ve hanımeli kokulan... Kapalı sinemalardaki localar. Locaların ardındaki kare delikten gelen keskin bir ışık, karşıdaki perdeyi aydınlatan... Tırr tırr sesleri gelen makınist odası. Film afişleri, akşamüstleri arabalarla anons edilip dağıtuan sakladığımız el afişleri. Bankaların verdiği cep defterlerine yazdığınıız, gördüğümüz filmlerin listesi. Ve de en çok istediğimiz o yaşlarımızda, makinisde bir akrabalığımız olması... Zeki Enişte'nin aracılığıyla en iyi yerde oturarak, binlerce film göreceğiz bedava. TV etkinliğiyle, ne yazık ki Zeki Enişte artıkmakinistliğini televizyona uyguluyor. Onun kendine özgii bir iş ahlakı ve bunu TV seyircisi misafirlerine uygulaması ve en iyi seçilmiş kavrulmuş kestaneleri de karşılığında bir armağan olarak sunması. Onun için sinemasız yaşam, nefessiz bir vaşam. Ama o da herkes gibi sevdiği şeylerden vazgeçirilmiş biri. Artık o hayalindeki sinemayı evindeki oturma odasında yaşıyor. Gençliğinin bedensel ve duygusal arzularına yenilip o kııtsal kamaracla bir kızla basılan, bu mabedin kutsallıAını bozmanın sanki cezasını çeken bir adam. Bunun hıncını bir tokatla çıkarnıaya çalüjan... Uykusu Sakız'ın son öykülerinde, As lankara'nın kahramanları artık olgunluğa erişmişler. Ve bu olgunluk yüzünden de artık geçmişleriyle hesaplaşabiliyorlar. "Menekşeler Perdeler"de, gençliğin^etirdiği ivedı heyecanların kurbanı olan kahraman, şimdi kendi başına gelenlerle, geçmişteki heyecanb hatalarmııı doğurduüu cezaları ödüyor sanki. Bu olgun çocuk döneıni hikâyelerinde bir anne ve babayı takdir etme, ancak anne ve baba olduktan sonra akılcı bir yön alıyor. Gerçek pişmanlıklarımızın farkına ne yazık ki belli bir yaştan sonra vanyoruz. Genellikle sevdiklerimize veda ettikten sonra... Uykusu Sakız'daki her hikâycyi birkaç kez okudum. M. Sadık Aslankara, beni çocukluğumun koca ağızlılığından, ma sumluğumun en ince, duygulu zamanlarına, gençlik heyecanlarıma ve de olgun luk dönemimdeki geçmişi yeniden bir serinkanldık ve sükunetle gözden geçirme lere götürdü. Bu yalın, kristalize bir temizlilikle annıp nektar olmuş öykülerin başlıkları bile bir öz şiir. M. Sadık Aslankara, bu iki kelıme lik başlıklarla bir yarım yüzyıllık vaşam dosyasının seriivenini bize sızdıra sızdıra yürek, beyin ve dil birlikteliğinin taılıyla içirtivor... Yıllar önce annemin, dıunla sakız için bize söyledilderini anımsadım öyküleri okurken... Annem, bir şeyin "öz"ü için "damla sakız" derdi. Uykusu Sakız, bir damla sakız. • Uykusu Sakız/ M. Sadık Aüankara/ Can Yayınlan /166 s. CUMHURİYET KİTAP SAYI 602 SevdMertmte veda Izmir denince, bir dc hayvanat bahçesi ziyareti katılınca işe, işte o zaman başımı alıp gidiyorum... Karekare resimler negatifler, soluk, varısı basıldıktan sonra ağarmış, iist tabakası cadamış rotoğraflann bıraktığı anılar, antlar... Büyiiyünce hepimiz merak etmişizdir, üç yaşında ya da beş yaşındayken neler yaptık, neler duyduk, "nasıl"dık diye... Ben kendimi ilklerde düşünürken, hep yeni yürüyen bir yaratık olarak anımsarrm. Gerisi sanki boş bir nokta... Keşke diyc bir dilekle noktalanmış. "Açılmış, torba ağzım... bir şeyler yiyorum... sevinç içindc..." derken bir küçük dev çocuğun kendini göriip gözlemlemesini, kendi küçük bedeni ve beyninden anlarıyor Aslankara. Çocuk, önce kocaman bir ağızdır. Hani kundakta kafasını sağa sola kıvınp, gözleri kapalı ağzı hep açık. Hani kırlangıç yuvalarında ağızlarını hep birlikte açan ve kocaman bir ağız olan kırlangıç yavruları gibi... Bu ağzı bes leyerek, ona yaşama direnci veren, güven veren insanların yüzleri giderek anımsanmıvor. Anımsadıklarımızsa iliskilerimizdeki çapraz ve çapraşık etkinlikler... Ve bu erkinliklcrle duygularımızı karmakarışık yapan annelerimiz. Sonra Mine ve Selim'in trajik duygularını anlatan öykiide, bu karmaşadan ha bersiz Tolga. Yürek ve cinselliklerini bastırmaya çalışıp bunu başaran bir üzücü ikili. Morbacağından, mor gözünden yaralannıış bir boşluk Mine ve bu boşlukta dıırmadandönenSelimve Tolga...Negüzel, çocukça tiyatro oynama sahneleri... Uzun deneyimli bir tiyatrocu olan Aslankara'nın hüneri bunlar. Çocuklann "masum"luğu, çabuk incinebilirliği, yani kendini savunamazlığı ve bu yüzden de zarara kesinlikle uğrayacağı öykülerin her sayfasında var. Kıçını açıp gösteren, bu vücuttan utanmayan, ama SAYFA 12 AiMlar, aralar... Yeniden keşfetflğbniz biri Öyküerdeki çocuk Aslankara'nın övkiilerindeki çocuk, kasabalı değil, zaten başında "tzmir'den gelmişiz buraya..." diyor. Ama bu çocuk, ilkokulda, ortaokulda olsun, hep ön sıralara oturtulup yogun ilgi gösterilen memur çocukJanndan değil. Herkesin kâğıt kutu fu altı renkli boya kalemi varken onun 24 kalemli teneke kutusu yok. Bu çocuk, ona babasının görevinin vereceği ayrıcalıktan çekinen bir çocuk. Bu çocuk kasabadaki insanların yaşam yoğunlu^unun farkına varmış, onlaruı deneylemelerinden pay almak isteyen, yeni anlamlar arayan bir cocuk. Tevfik de bu çocuğa yeni boyutlar veren bir çocuk arkadaş. Tevfik'le birliktelikten doğan başka olmamak duygusunun yanında, her evde saklanan, üstü örtülüp art edilen bir sırrı da Tevfik bu ço