Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
da bir denemecidir. Çeşitli konularda deneme yazıları da yazar. Ama önemli olan onun anlatıcıhğı ve hikaye yazarlığıdır. Kendisi tam farkında mıdır bilmiyorum ama, özgün ve iddialı olabileceği alan orasıdır. Gazetecilikten gelen Kızılkaya'mn daha çok bir yazar olması, yoluna bu alanda devam etmesi gibi. Kızılkaya Hakkarili, bir Kürt, ama edebiyat dili Turkçc olan bir yazar. Türkçe'yi, bu güzel ve zengin dili anadili kadar seven bir aydın. Bu dilin dokularına farkh bir duyarlılığı işleyen bir insan. Bu konuda şunları söylüyor yazar, son kitabı hakkında konuşurken: "Ben Türkçe yazıyorum, çünkü edebiyat dilim Türkçe'dir. Dil düşüncenin bizzat kendisidir. Hangi dilin keliınelerini kullanıyorsan o dilin, o fikriyarın ürünüsün... Ama bcni Türkçe yazan diğer insanlardan ayıran bir şey vardır bana göre; bu düşünmenin içine fazlasıyla Türkçe okuruna yabancı olan bir duygııyu katıyorum, bu duygu Kürtçe'dir. (...) Bir alt sestir o." (a.g.d.) Ve devam ediyor Kızılkaya son kitabının arka yüzünde: "Anadilinden bir başka dile sürgün olan herkesin ortak sorunudur galiba; ner şeyden habersiz yaşarken, bir de bakar ki, yeni dili anadiline kanşmış, iki dil birbirinin içine geçmiş, hatta yeni dili anadilinin yerine geçmiş. (...) Zaman zaman hangisinin anauilim olduğunu unuttum. Ikisini de kullandım..." Tuz Sünleri'nin şiirl Orhan Alkaya, geçmişin uğultusunu toparlayarak geliyor. Yitik kuşakların, kanayan güllerin savrulan öyküsünde belleğinin'aynasını canlı tutmuş, şiir denen o "saklı su"vurı görünmez çağıltısında çağdaş bir Batıni içselliğiyle anlamı derinden kovalamış. AHMET GÜNBAŞ yip giderken ölüm bile anlamından uzağa düşmüştür: "orman büyüyor, ekmek dağıldı, cinim kayıp bir kez daha dönmek için o büyük aileye yol karanlık, dil engel, yakmmak çok ayıp ölsem eksik, kalsam... geç mi kaldım, ne" (s. 75) Kabaca irdelendiğinde bir karşı duruştur Alkaya'nın şiiri. Toplumdaki çözülmeyi anıştırırken birev ölçeöindcki çürümeyi dile getirir. Çünkü bireydeki yara dah adcrin ve oylumludur. "Tuz günleri"nden ka sıt, önünü görmede kendine yeten insan ların yaralarına bastırdıkları sabır, direnç, umut, aşk gibi kavramları yeniden onarmak; yarına dönük kullarnlabilh bir düzeye eriştirmektir. Şimdilik susarak, dinleyerek, biriktirerek geçen alacalı günlerdir bunlar. Akşamındaki beklentinin, sabahındaki devinimin izleri belirsizdir. "gül yanliş kokarsa tuz yakaya takılır" sonrasında. Yaşamdan öğrendikleri son derecede önemlidir alkaya'nın. Yaralı haliyle yüklendiklerini 'kendi' olan bir aynada gözden geçirir. Kendinden çıkarak kendine bakar. Daralan zaman tünelindeki dönüşsüz yolculuğu, "belleksiz çağına" inat kararlı ve cesurdur. llk sözü son sözüyle uyarlı sonsuz bir serüveni yüreğinde taşır: "ânı hattrladtğtnda bir an . dur ve hatirastz geçmije bak kardeşlerini bulursan orada, serüvenin koyu haritasında anla ve ağla bir kez olmayacak serüvenin başladıg'ında" (s. 13) Geçmiş kül tadıyla eşelense de, kanıksanmış bir hüznün solgun yüzündeki silik görüntülerde geleceği örseleyen anlamlar gizlidir. Ölümle çöküp çürüyeni vasamın doğurgan yanına bağışlar. îzleriyle beslenen önceliklietik bir durustur bu! Şiir, böyle bir adanmıslığın güzelliği ve eşsizliğini kanatlanna dolayarak çıkar şiirsellik katma. Insani özün doruklarında göz kamaştıran yarasıyla gülümser: Orhan Alkaya 'nın yeni şiirleri ya da... "zamanın ktytsında yanltş fotofaaflanm yoktur yanmij joto&raflarım yoktur zamanın pışman gemisinae akşamı tırmalayan huzursuzluk bin yıl arkamdan gelir kim gördü? yalnız bir fotoğrafkı yanmtj tek hatıra yoktur" (s. 17) Evet, zamanla kapı önüne koyacak değeri yoktur Alkaya'nın. O, tek tek her çakıl taşıyla sevişen bir deniz gibidir. Kıyılarına ihanet çökse de sularına olan güveni tamdır. Dikkat edilirse, sonsuz sayıda iyimserliğin gözden geçirildiğin bir çalkalanma süreci yaşanır şiirinde. Kozasını catlattığında görevini yapmış olmalıdır. BeKtaşi nefe sine koşut şu aizelerdeki anlam gücü şiirin çilesine de yaklaştırıyor bizi: "anlamm civarında çok zaman dolasttm eskittim, sakındım, derindi, tçinı aolaştım zamanı kavradtm, bildiğim ve öteki anlam uzak, zaman yaşlı, biteviye dolaştım"(s.21) Bedreddin'den türeyen "Şeyh Mağlub'İar eksenidir gezindıği. Yenilgiler tarihinde döne döne var olan soylu, erdemli, tüm zamanlan kapsayan bir tarikat üyesi gi bi sözlü içsel boyutlanyla kavrar. Yannıış genıilerin, yıkılmış köprülerin gerisindc oalkıyan ağıtlarla söyleşir: "kimden elalsam zaıt kime dönsem, bu yajamak yalnız ona ait anısız çırpınan bakntan artık ne medet Bedreddin'den Şeyh Mağlub'a boydan boya tarikat bu akjamüstü, bu babar kokusu, bu tuha/sevinç anlamın son tutamaklart işte, kan, ilik, birkaç kemik demirsiz bırgemi, mülhid yolda^lar yanlışlar yanlışlar yanlışlar. hepsi olanı sağtar" (s. 33) Tuz Günleri'nde aşk da ertelenmiştir. Isyankârlığını bile bile "bütün zamanların tanrıları Lirleşin/bir kez olsun öpün beni razıyım" (s. 63) diye yakarışı, paylaşım ve değişim savasımrnda hep yalnız kalan 'üretken insan' aaınadır. Aslında bir yanılsamadır bu; sevgisizliğin boyutunu göstermek için söylenmiştir. Şair, buradan giderek 'aşk, sevgi' gibi duygulara önceük tanınıa dığımızı sezınletir. "Seviş Karası Bir Defterden" ele geçenler, Alkaya'nın basından beri 'kişileştirme operasyonu'nda kullandığı malzemelerin en hası, en gözde kalıtıdır. "sizi severek kalbimi büyüttüğümü, nasıl da anlamadım" şaşkınhğının ardından zamanla âşıklar eskir, aşk sonsuzluğunu sürdürür: "evet, askt anladım!' haytr, yalnız değjlim! Ne zaman sizi düşünsem yalnız, yapayalnızım." (s. 43) Yalıtılmış bir dilden yana değildir Alkaya. Bir ayağı geleneğe dayandığından, (ki bu geleneğin arkaik kökleri var) zaten böyle bir dilde karar kılması beklenenıez. Ki mi adlar size yabancı gelebilir. Yer yer kutsal kitaplardan, bildik roman kahramanlarından taşan söylemlerle Osnnınlıca sözcükler, şiirin ayakta kalan felsefesini bütünlemeye yarar ve modern şiirin olanakları karşısında azımsanacak bir yer rutarlar. Tuz Günlcri'nin tüm zamanlan kucakla yan imge boyutuna erişmck icin en azından yakın tarihi kayıt altına alacak bir entelektüel yapılanma yeterlidir. Ancak bu yapılannıa şiirin çağdaş serüveniyle birlikte ge lişmelidir. Kendi destanından habersiz duyarlık fakiri okura Tuz C jünleri'nin trajedisınden söz ctmek, "bildiklerim işte öldürü yor beni" diyen şair açısından,onu daha nice yazılmamış şiirin çağrıstndan alıkoymakla eşanlamlı bir davramş olur. Rotanızı be lirlemeli, tırmanmayı öğrenmelisiııiz. Alkaya yı tanıdıktan sonra yaranızla dost kalacağınıza eıniniııı! Kııltür/ 1. Bauın/Şıtbut 2001/ 95 v SAYFA 11 N e demişti Cemal Süreva, "Kan Var Bütün Kclimelerin Âltında" adlı şürinin bir yerinde: "Kan var bütün kelimelerin altında Bir gül al elıne sozgelımi" Bencc Türkiye'nin demokratikleşme sancısının inişli çıkışlı kavgasından süzulcn sonuç buydu. Yazsak da yazmasak da 'kan aşağı kan yukarı'L Değişim özlemlerinin aTbenili gülüydü bizi kanatan. Yine Siireya'nın Cella tHavası şiirindegeçen "Ölümler kibarca sürüncemede" dizesi 'bıçak ağzı bir korku'dan dem vuruyordu. Işte Orhan Alkaya'nın Tuz Günleri'ne(*) göğsümü yaslarken, böyle bir korkunun kapıyı yumruklayan süıekliliğini duyumsamış olmalıyım. Alkaya, geçmişin uğultusunu toparlayarak geliyordu. Yitik kuşakların, kanayan güllerin savrulan öyküsünde belleğinin aynasını canlı tutmuş, şiir denen o "saklı su"yun görünmez çağüüsında çağdaş bir Batıni içselliğiyle anlamı derinden kovalamıştı. Şair gözünden ne kaçabilirdi ki? Bireyin körpecik gençliğiyle bir anda silinen kendine özgü destanından bozguna uğramış pasajlar okııyorduk: "bize yapılanlan gördüm, hepsini bin ejaer kuvvetınde kötüydüler bir kuşak yok edilirse belkı, çok yılın öcünü alacaklardı; kimbilir haklıydılar hepstni gördüm; dafalan bcyinler ucuz birklişe kadar hakikiydt daplan hayatlar tevazu ile roromanuz aşklar hep yartna ertelenmiı ve gizti sırtlanlar ısrarlı str tacıriydi annem de korkuyordu onlardan ktmdı onlar cün hazır ve nâztr onlar ıçimızae vezahiriydi." (i. 54) Bu kez bir kuşağı "göğ ekini gibi" bicmeye gelmişlerdi. 80'lerin en büyük gözaltı ülkesiydi Türkiye. Muhalif bir çizgidc buluşan insanlann çizgısi, karşı koymanın erdeminden habersiz kötülerin elinde ya zdmayan bir romanın yaprakları gibi taıi he gömülüverdi. Dışarıdaki fırtınanın kan damlatan korkusu anne yüreklerini bile teslim almıştı. Gece gündüz kurkuyu büyütü yorduk. Çoğunluk sıırck avı tacirlerinin satına geçmiş, "kimliksiz bir ülkenin sadık bekçileri"nin sayısı bir ülkenin geleceği boğacak denli artmıştı. Devrim tellallarının aksine, "onlar ki toprakta mayın suda kolera/lıavadaihanet kadar çokru" (s. 55) dcğişkenli^i ilctarih yanıltılmıştı sanki, Artık çıkmaz sokakları aydınlatan projeklörler, köşeye kısdmış gençliğin ömninü ölümcül alkışlarla kısaltıyordu. Belli ki sapa sokak ların ihaneti hesapta yoktu. O günlerin ideolojik tcınelini sarsan bir yanugıydı bu: "ick yol ılevrimldi, sııpa sokakta yakalandım" (s. 74) Yenilgi, koca bir y.ılııızlıgın ıssızlıgtyla çarpar bıreyi. Kişi, özene be/ene kurduğu diınyanın bırden göçnıesirıi kolay kolay ka bıılleııeınez. () ana dcğin ;ıit olduğu ileti 1 İ 1 urubu parçalanıııış, dili ve d.ırv.ınışla51 1 rı l.şkrliğıni yitirmişlir. Biı büviik aile tl.ı gılnıi1;, hcrkes birbirinin tersi yollaıda tıi 602 Hüzümii Wr isy» 'Gölgeler Çabuk Olür' altı bölümden oluşuyor. Kızılkaya tam 45 "deneme" yerleştirmiş bu altı bölümün içine. Daha öce Öküz dergisi, RadikaJ îki, Yenibinyıl Pazar ve Yeni Gündem gazetelerinde yayımlanan yazılarını belli bir tema bütünlüğü içinde bir araya getirmiş. Bu yazıların tamamında, Muhsin Kızılkaya'nın doğup büyüdüğü, ayrıldıktan sonra da kopmadığı toprakların ruhu, sesi ve duyuşu var. Yitik uygarlıkların dramı ile modern zamanların acıları birbirine karışır ve bir su gibi akıp gider bu yazılarda. Zaman içinde biryolculuğa çıkılır, ve yazar kaleşnikof senıonisinin büyülediği insanlann kuşatıcüığından, sert romantiklerin uzun yürüyüşüne; kimliğini ve kişiliğini inatla savunan Hakkarili bir kadından, Taksim meydanındaki Octavio Paz'ın kayıp çocuklanna kadar sürdürür bu yolculuğu. Kavimler kapısından başlayan bir iç yolculuktur bu, ki kendinizle yüzleşme imkanı sunar size ve tarihten bugüne bakarak bir hesaplaşma arzusudur aynı zamanda. Son kitanındaki bazı yazılarda o "dip ses" devam etse de, yeni bir açılımı deniyor Kızılkaya. Sadece geldiği topraklara dair öyküler anlatmıyor bize. Yaşadığı kente, ülkeye, çağa ilişkin duyuşlar, tanıklıklar, gözlemler de yerini alıyor kitapta. Bir itiraz, hüzünlii bir isyan var öykülerde. 1970'li yılların siyasal mücadele çizgisinden bugüne (çeşitli kınlmalara uğrayarak) gelen, iç savaş ortamının oylumunda şekillenen nayatların ve o biiyük seriivenin izlerini bulmak da mümkün bu yazılarda. Amma, edebiyat ile siyasal analiz yapmayı veya "teorik" bir makale veya kitap yazmak arasındaki o ince, ama büyük farkı unutmadan. Yukarıda Muhsin Kızılkaya'mn yazı hayatına ilişkin olarak söylediklerim, aslında son kitabını da içine alacak genişliktedir. Doğrusu, yazarı tanımak için sadece son kitabını dcgil, 'Eski Zaman Eşkıyaları', 'Bende Mahfuz Fotoğraflar', 'îyi 1 Ial Kağıdı', 'Ben r lâlâ Annemin Dilini Kııllanamıyorum' ve 'Eski Diwan' gibi kitaplaıının da okunmasını öneririm. Tarinin ve insan belleöinin acrmasız eleyiciliğinin üzerinde knlnnlar, nihayet bir gün yazıya dökülünce ve iıstelik bu is, iyi de yapılınca, söz her zaman uçmııyor. İyi de oluyor! • Gölgeler Çabuk Olür/ Muhsin Kıztlkaya/lletısım Yayınları, 2001/240 s. CUMHURİYET KİTAP S A YI