27 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Durrell'den bir alıntıyla kcndilerinin sandıkları çelişkileri ruhlanna ekmektedir. Kitaba adını veren Çin efsanelerinden alınma Mucizevi Mandarin öyküsünü aynı zamanda romanın çekirdeği olarak görüyorum. Yaslı ve çirkin Mandarin'in gizli yaralan güzel kadtndan içten bir şefkat gürdüğü anda kanamaya başlar. Mandarin imgesi, Kabuk Adam'ın başkisisinde, karaderili, yoksul, işkence izleri taştyan Tony'de somutlaştyor. Ve sonuçta Kabuk Adam güzel kadın tarafından simgesel biçimde öldürülüyor. Saptamanız çok doğru ve itiraf edeyim ki iki kitap arasındaki r>u bağın farkında değildim. "Şefkat, bazen nasıl da ona en çok gereksinim duyanları paramparça ediyor." Bu cümleyi, sözcükleri çok az değiştirerek iki kitapta da kullanmışım. İki kitabımzda da baş karakter erkek ve kadtn anlatıcının durduğu noktadan anlatıyor. Kadın yazarlar çog'unlukla kadın karakterleri derinlemesine işler ve romanlarda aşk nesnesi genellikle kadındır. Çağdas bir kadtnın bakış açısını yansıtıyorsunuz, kendinden gecme ve esrikliği, ayrtlık vc farklılıg'ıyla birlikte sürdüren, kendine ve duruma baktşını biçbir zaman yitirmeyen bir kadtnın konumunu... Ikili ilişkiler ezenezilen ilişkisiolarak betimleniyor. Bu, ö'zellikle Kabuk Adam'da çok yoğun; faşizm diye nitelenebilecek kadar... Kabuk Adam'daki kadının Jamaikalı katille ilişkisi bütünüyle bir iktidar oyunu, katilkurban rollerinin sürekli yer değişti rdiği ölümcül bir satranç karşılaşmasıdır. Mucizevi Mandarin'de de ilişkiler kadın ve erkek arasında bir kişilik çatışması olarak yaşarur. Aşk, sadece nesnesi kaybedildikten sonra açığa çıkabilmektedir. Benim bugüne dek gözlemlediğim ya da yaşadığım aşklar hep bir iktidar kavgasına indirgenen ilişkiler doğurdular. Âşk ancak bütün bu karmaşa bittikten sonra kusursuzluğa ulaşıyor, ki bu da tutkunun özgürce açığa çıktığı nokta... Erkek yazarlar bize yüzlerce yıldır erkeğin imgelemindeki kadını anlatmakta ve kadını aşkın nesnesi olarak karşımıza koymaktalar. Kadın yazarlardan da "kadın dünyasına" eğilmeleri ve kadını kadın gözünden anlatmaları beklenir. Oysa ben Kabuk Adam'da katilkurban ilişkisi gibi kadınla erkeğin klasik rollerini de tersyüz ettim ve erkeği, saplantılı bir aşkın nesnesi olarak ortaya koydum. Mucizevi Mandarin'in son öyküsünde okura bir sürpriz hazırladım ve kadını erkek anlatıcının gözüyle anlattım. Kabuk Adam klasik roman formunda, oysa Mucizevi Mandarin 'de parçalt bir yapı kurulmuş ve deneysel bir biçim anlaytşına girilmis. Bu bağlamda iki kitaba bakışınız... Kabuk Adam'da amacım öyküyü öne çıkarmak ve okurun dikkatini psikolojik savaş üzerinde yoğunlaştırmaktı, bu nedenle yalın bir anlatımı yeğledim. Oysa Mucizevi Mandarin'de işlenen temalar çok daha karmaşık. Anlatıcı kadın, birçok parçalanmayı bir arada yaşar; ülkesinden ve tutkusunun nesnesinden kopardmıştır, tek gözünü yitirmiştir. Yitik göz, kaybedilen birçok şeyin; aşkın, geçmişin, benliğin bir simgesine dönüşmüştür. Kadının benliğindeki bu çelişkileri ve parçalanma sürecini belirginleştirmek, görünürde ilgisiz olan temalar arasındaki bağı açığa çıkarmak için parçalt bir üslup benim sedim. Gelecek planlartmzh bu uzun söyleşiyi bitirelim. Sadece yazmak. Şu anda Tahta Kuşlar'ı da içeren bir öykü kitabı ve bir roman üzerinde çalışıyorum. Romanın ana kişisi Kızılderüiler le iki yıl yaşadıktan sonra yaptığı kanlı ayinler yüzünden akıl hastanesine kapatılan bir antropolog. Bilimbüyü, AvrupalılıkAvrupa dışılık, uygarlıkvahşilik, bilinçbilinçdışı, dcliliknormallik çatışmalarının işlendiği bu romanın kurgusu okuru şaşırtacak sürprizleri peş peşe sıralıyor. • CUMHURİYET KİTAP SAYI 394 Hippi giysilerinden moda evlerine, kürklerden feminizme uzanan yolda ödüllü yazar bir yüz oldu' diyerek teşekkür etti. Oysa ben seçkin bir yüz peşinde değildim. Gene de iyimserdim ve doğanın bana bahşettiği ham maddeyi şekle sokmayı kendi kendime öğrendim. Sonra yeniden yaratma süreci başladı. Bazı kadinlann üzerlerinde giysi denemeleri gibi, ben de üzerimdeki kişilikler ve tipler denemeye başladım. Tüm kız arkadaşlanm ekose etekler, twinset takımlar giyerlerken, ben saçlanmı kısacık kestirdim ve gri flanel etekler giymeye başladım. Bu kısa boylu ve vücudu bir ispanyol gitara benzeyen biri için ideal bir çözüm sayılmazdı oysa.. Sonra hippi oldum, uzun giysilere büründüm ve otomobilimin her yanına çiçck ve melek resimleri çizdim. Platin buklelerden yeşil kızılderiü modellerine kadar her şeyi saçlanmda denedim. Gözlerimi turkuaz farlarla boyayıp aynı renkte ayakkabılar giyip, dudaklanma kara rujlar sürdüm. Feminizmin keşfi benim görüntümle ilgili kaygılanmı azaltmadı. Gerekli tüm kitapları okudum, feminist bir gazeteci ve feminist bir televizyon programcısı olarak çalıştım, çocuklarımı feminist bir bakış açısıyla büyüttüm. Kadinlann cinsel çekiciliklerini artırmak için saçma fedakarlıklar yapmasma şiddetle karşı çıkıyordum ama dış görünümüm hakkındaki tüm kavgım gene de başkalarının dikkatini çekmeye yönelikti. Bu durum kırklı yaşlarımda yazmaya başlayınca yavaş yavaş değişti. Pek çok saatimi sessizlik ve yalnızlık içinde geçirmeye başlayınca önemli olarun kendim olduğunu keşfettim. Ve45 yaşımda Amerika'ya taşındım. California'ya ilk geldiğimde insanlar Birkenstock takunyalar, tişörtler ve canlan ne isterlerse onu giyiniyorlardı. Bu benim fena halde carumı sıktı. Çünkü ben burada ne giyersem giyeyim, kımse basını çevirip bana bakmıyordu. Doğal ofarak, insanları şaşirtma arzumu yitirdim. Bunun üzerine bir Chanel tayyör bile aldım. (îçinde feci duruyordum). Kürk ve deri asla giymedim çünkü hem bunlan giydiğimde o hayvanların kendi gibi duruvordum, hem de bu California'da yasaktı. Şili'de de kurallar vardır ama pek kimse takmaz. Şimdi elli yaşımdyaım, saçlarım doğal renginde. Göz çevremde gülünce beliren kırışıklıklarımı sevdiğimi söyleyebilirim size ama bu yalan olur. Yaşlanmaktan nefret ediyorum ve eminim 75 yaşıma geldiğimde, hâl gülümsemesiyle tranği durdurabilcn annem gibi olamayacağım kesin. Ne var ki bir süre önce her şeyi tüm önemini yitirdi. 6 Kasım 1991 'de tek kızım Paula, 28 yaşında genç bir kadınken komaya girdi. Doktorların pes etmesinden sonra onu eve aldım. Onu bir tüple besledim, giysilerini değiştirdim, onu yıkadım, ilaçlannı verdim. Günde dört kez felç olmuş eklemlerine jimnastik yaptınnaya çalıştım, gece gündüz her yarım saatte bir yatakta pozisyonunu değiştirdim. Kendi devinim ve duygulanmı Paula'yla bir olacak biçimde değiştirdim. Yaşamımda ilk kez kendi bedenimin içindeydim. lşi abartuğımı o zaman farkettim. Kendimi aç bırakmıştım, binbir şekle sokmuş, gülünç olmuştum gene de yanm yüzyıl yaşamıştım, oysa şimdi kızım ölüme mankum oluştu. Bir yıl sonra kollanmda öldüğü ana dek yanından aynlmadım. Şimdi her pazar, Paula'nın küllerini serptiğimiz ormanda yürüyüş yapıyorum. Ağaçlan kokluyorum, havayı ner zerremde hissediyorum. Kollanmı açıyor, kızama onu kendi bedenimde bir nafta daha yaşatacağımı sesleniyorum. Artık onun urhunu kendi bedenimi taşıdığımdan beri, kendimi yeni baştan yaratmama gerek yok. Belki de sadece ölürken gerçek benliğimizle yüzyüze geleceğiz." • Elle, Ekim 1996 sayısından çevirenEren Cenday SAYFA 5 Isabel Allende "Feminizmin keşfi benim görüntümle ilgili kaygılarımı azaltmadı. Gerekli tüm kitapları okudum, feminist bir gazeteci ve feminist bir televizyon programcısı olarak çalıştım, çocuklarımı feminist oir bakış açısıyla büyüttüm. Kadınların cinsel çekiciliklerini artırmak için saçma redakarlıklar yapmasına şiddetle karşı çıkıyordum ama dış görünümüm naKkındaki tüm kaygım gene de başkalarının dikkatini çekmeye yönelikti. Bu durum kırklı yaşlarımda yazmaya başlaymca yavaş yavaş değişti. Pek çok saatimi sessizlik ve yalnızlık içinde geçirmeye başlayınca önemli olanın kendim olduğunu keşfettim"diyor Isabel Allende, kendi duygularını anlattığı yazısında. Eren Cenday'ın çevirisini aşağıda sunuyoruz. ISABEL ALLENDE A rnerika'da yaşamanın en hariZA ka yanı bir insanın kendini süJ. A.rekli yeni baştan yaratabilme olanağının olmasıdır. Insan isterse bambaşka bir eyalete tasınabilir, adını değişti rebilir ve geçmişi olmayan yeni bir yaşama başlayabilir. Latin Amerikalı olmak demekse yaşamın ilk günden başlayarak belirlenmiş olması anlamına gelir. Benim büyüdüğüm ülkeolan Şili'de belirli kalıplan olan bir kültürümüz vardı. Hepimiz yaşamımız boyunca geçmişin küllerini ve ailelerimizin onurlannı omuzlanmızda taşırdık. Hepimizin kurallara uyması bekfenirdi ve bu kurallann sayısı da pek çoktu. Ben, kadınlan pek gösterişli olan bir ailenin üyesiydim, annemse, hepsinin en güzeliydi. Ne var ki ben ailenin yüz karasıydım. Bir ev kuzusuydum, saçfanm, başımın dışında her yerde görülürdü. Annem büyüdükçe güzelleşeceğimi, gelişeceğimi söylerdı ama bunun gerçekleşip gerçekleşmediğini göremeyecek kadar yaşamadı. 'GüzeDik tenin altındadır, gerçek güzellik içten gelir, tannya şükret ki sakat değilsin.' Çocukluğum boyunca sürekli işittiğim bu sözler güvensizliğimi arttırmaktan başka işe yaramadı. Yazgımı daha beter kılan de erkek kardeslerimden birine altm bukleleri yüzünden ailede "Prens" adı takılmış olmasıydı. Ana okuluna başlayınca aşağılık kompleksine girmem kaçınılmaz oldu. Boyum yaşıtlanmdan çok kısaydı, oysa omurgamı uzatacağım diye saatlerce spor salonunda kendımi boynumdan asar ve sallanırdım. Aile doktorumuz büyüme hormonları vermekten kaçınırdı çünkü bunun beni büyüteceğine sakallarımın çıkmasına neden olacağına inanırdı. Onümüzdeki on yıl için tamamen umutsuzdum. Ellili yıllarda Şili'de kızların genç yaşta CC (ve mümkünse bakire olarak) evlenmesi, çocuklar doğurması ve (asla ona rakip olmayacak şeıcilde) başlangıçta kocasının kariverine yardımcı olması beklenirdi. Hiçbir erkeği baştan çıkartamayacağımı düşünerek bir manastıra kapanmayı planlarken, Michael bana evlenme teklif etti. Michael, yakışıldı, akıllı ve Şili'de üniversite okuyan gençler için söylenen deyimiyle, geleceği olan gençti. Bir yengeç gibi kıskaçlarımt Michael e geçirdim ve benimle evlenene dek onu bırakmadun. Gene de geleneksel bir yol izleyemedim. Çocukluğumdan beri ailemin ataerkil yapısına, sosyal sınıfımın değerlerine ve önyargılanna, Katolik kilisesinin baskılarına ve hatta annemin benim için ön;ördüğü modele isyan etmiştim. Ben asa onun gibi bir lady olmak istemiyordum. Bir lady'nin ağırbaşlı, sevimli, sade olması beklenirdi Kİ, bunlar bana hiç de ilginç gelmeyen niteliklerdi. Şilili kadınlar az makyaj yaparlar, gösterişli takılar takmazlar ve sade giysiler giyerlerdi. Annemin tüm karşı koymalanna karşın ben saçlanmı boyadım, anneannemin tavan arasından tuhaf şapkalar bulup çıkarttım ve pek çok makyaj yaptım. (Bugün bile iç çamaşınm olmadan yakalanmayı, makyajsız yakalanmaya yeğlerim.) Eğer kartlanm arasında güzellik yok idiyse, dikkat çekmeyi başarabilmeliydim ve bunun için elimden geleni yapardım. Sekreter olarak çalışmaya başlayıp, 17 yaşımda ilk maaşımı afınca ülkemizi ziyaret eden bir Fransız makyaj ustasından ders almaya koştum. Annem de benimle geldi. 'Ah, Madame,' dedi adam önce annemin yüzüne bakarak, 'sizin vüzünüzün hiç makyaja gereksinmesi yok ki!' Ben, annem ve Nerertiti'yc bcnzeyene dek yanlarında bckledim. Sonra sıra bana geldi. 'Bakalım, bu genç hanım için ne yapabiliriz?' diyerek içini çekti. Makyajımı bitirdiği zaman kendimi güçlükle tanıyabildim. Pek memnun olan annem, 'seçkin f
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle