28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

nn gerçekçiliğinin kriteri nedir? Yani onlan Batı eaebiyatındaki çaSdaş yazarlarla karsılasttrdığında nasıl bir paralellik kuruyorsun? Burada, biraz önce imlediğim gibi; 'gerçek'e, 'eerçeklik'c bakışın yazarın duşünsel oyiumuyla ortaya çıkabileceğini düşünmeliyiz. Gerçeğin yazıdaki varoluş biçimini dönüştürme eylemi olarak adlandırırsanız; yazıyı, yazarların bunu yorumlayış, sunuş durumu da döneme, çağa göre değisir. Örneğin: '20'li yıllardaki Halide Eaip'in, Yakup Kadri'nin gerçeğe bakışı/yorumlayışı ile '4O'lı yıllardaki Sadri Ertem'in, Sabahattin Ali'nin bakışı farklıdır. Karşılaştırma derseniz; Batı'daki yazınsal oluşumları, yazarların konumunu gözardı etmemek gerekiyor. Bildiğiniz AngloSakson dünyasına ya da Batı yazınına baktığımızda; gerçekçiliğin ortaya çlkışının tarihsel/ toplumsal/ ekonomik ve siyasal temelleri vardır. Balzac'tan Gorki'ye uzanan çizgiye göz atınca bunu görebiliriz. Bizde ilk gerçekçi yazar diye nitelendirebileceği Yazıda, bence, başarı diye bir şey yoktur! Biçem kurma, söylem geliştirme; yetkinleşme söz konusu olabilir. Bildiğim kadarıyla bir deneme, bir söyleşi, bir de derleme kitabın yakın tarihte çtkacak. Deneme kitabımn adı, sana 1994 Abdi tpekçı Barış ve Dostluk Ödülunü getiren 'Işık Ol, Günüme Ağ adlı denemen. Kitabındaki diğer denemelerin bugüne kadar yayımlanmtş olanlardan tnı oluşuyor? Kitap yayımlama sıkıntısı olmasa, yazmak daha kolaylaşacak benim için. Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları'm tümleyen Yazınsal Oluşumun Göstergeleri, hazırlığını üstlendiğim Sürgün Edebiyatı/ Edebiyat Siirgünleri, söyleşiler kitabı Söz Uçar, Yazı Kalır ardı ardına çıkacak olanlar. Sözünü ettiğiniz kitapta yer alan denemelerin birlusmı yayımlanmadı. Ayrıca bir ikisi de, uzunlukları nedeniyle, yayımlanacak dergi bulamadı! Örne;in; Fiisun Akatlı'nın Zamansız Yazı Yaşar Kemal'le, bir kitap boyutunda, saatlerce konuştuk. Thilaa, 'sizi bıraksaydım Yaşar aç susuz günlerce konuşacaktı', diyordu. Aziz Nesin'le de öyle... Vakıfta, değişik zamanlarda, saatlerce konuştuk. Ilhan Berk'le Bodrum'daki, kendi yazı koyağında, söyleşmelerimiz saatleri, günleri doldurada'da unutulmaz bir pastırmayazı akşamını yaşadık. Yalnızlığın, hüznün ve ironinin koynunda bir yazarın söylediklerini değil, söylemediklerini/anlatamadıklarını yazmak düşüncesi alıp götürüyor beni. Söyleşilen mekânlar, yazıya sığmayanlar, sözün önü açıhnca yapılanlar, sonrasında yaşanılanlar... Bunlar, bence, söylesileri okuryazar katında daha anlamlı lulacak yanıardı! Ama ayrı bir çaba, zaman gerektiriyordu. Şimdilik, on yazarla ilgiJi böyle bir çahşmayı göze aldım; aylardır bunlann du. Zeyyat Selimoğlu'yla Heybeli f ar'ı üzerine, mektup biçemiyle Pa miz Nabizâde Nâzım'ın Karabi bik'inin ortaya çıkışı da bir rastlantının ürünüdür, bence! Vazarının 'gerçekçi yazar' kimliği de tartışma götürür. Bizim 'gerçekçi' diye nitelendirdiğimiz yazarlarımızın önemli bir bölümü Rus, Fransız, Amerikan yazınının gerçekçi yazarlarından etkilenmişlerdir. Onların yazdığı, hatta insana/topluma onların baktığı gibi bakmaya çalışmışlardır. Yazarlarımızın gerçekçilik kimliği kcndi tarihselliğimizin oir ürünü defiildir. Özellikle '30'lu, '4O'lı, '50'li yılların öykü ve romancılarında bu izler daha belirgindir. Gerçeğin yorumlanışı, yazıya dönüştürülüşü, saltık bir bakıştan kurtularak yazanının gerçeğinin algılanışı, bilinmesi '6O'lı yıllardan sonra yazınımızda iz bırakır. Önceki dönem yazarları da bu süreçte gerçek kimliğini bulur. Zaten, yazınımızın düşünsel altyapısı da bu süreçte oluşuyor. Giderek etkılerin kaba izlerinden arınıp kendi 'gerçek'inin 'gerçekliği'ni yakalamaya/yansıtmaya yönelir bu yazarlarımız. Türk edebiyatı için olduğu kadar, santrtm senın içın de Yaşar Kemal'in özel bir yeri var. Kendisiyle yapttğın söyleşiler, yazdığtn yazdann yanı stra, sürdürmekte olcluğun biyografik bir çalışman da var. Biraz bu çalışmadan söz eder misin? 1996 yılında okurların bu kitaba kavuşacak mı? • Yaşar Kemal yazınımızın bütün dönemlerini kuşatan, aydınlatan söz/yazı anıtıdır. Anlatısını/ anlatıcılığını önemseten o denli cok öğe var ki; bunlar, kaçınılmaz bir Dİçimde yazmayı, açımlamayı, çözümleyip tanımlamayı gerekli kılıyor. îşte bu kılgı beni Yaşamın, Yazının Gerçeğine Doğru'yu yazmaya /öneltti. Yazdıkça, çözümledikçe açıan kanatlanan bir çalışma bu. Ortaya çıktığında, sanırım yazınımızda ilk kez, bir romancı dünyası bu denli aynştırılarak inceleniyor olacak. Okura bir an önce ulaşması gibi bir kaygı güdülmeden yazıfdığı için, bu süreyi oelirleyip kendımi sınırlamak istcmem. Denemelerın anı, gözlem ve duygu yüklü. Öte yandan eleştirilerin çözümleme ve incclcmcye dayalı. Bu ikisini nasıl bağdaştırıyorsun? Bir eleştirmen öykü ya da şiir yazdığında da aynı uranda başanlı olabilir diyebüir miyiz? Denemede kaçınılmaz biçimde o yoğunluğa yöneliyorum. Dokusu öyle kurulabiîiyor. Ya.da ben denemede bunu yeğliyorum. Üstelik en rahat yazabildiğim, kendimi bulabildiğim bir alan. Eleştirinin ana örgüsüdür çözümlüme/inceleme. Sizin de yerinde tespitiniz bu. Her ikisini bağuaştırdığım söylenebilir mi? Bilemiyorum! Birbirini beslediği doğru olabilir! ris'te yazdığım, "Söz Üçları Yazı Burçları" bu yazılardan biri. Editörün gazabına uğramazsa diğer uzun yazılar da deneme kitabında yer alacak. Söz Uçar, Yazı Kalır adlı söylesiler kitabında yer alan, sanırım otuz civarında yazar/şair var. Söyleştiğin kişiler arasında bugün aramtzda olmayan yazarlar da bulunuyor galiba. Bu, senin için özel bir anlam, cosku tasıyor mu? Yani, biraz da, söylesilerini kitap haline getirmek fikri bundan mı doğdu? Bu söyleşiler zamanla oluştu. Başlangıçta böyle bir düşüncem yoktu. Öyle bir yere de geldi ki; bunları kalıcı kılmak kaçınılmazdı. Dergi, gazete sayfalarında, bantlarda kalmamalıydı... Evet, her bir yazarla/sanatçıyla severek, isteyerek, paylaşarak coşkuyla yapılmı§ söyleşilerdir bunlar. Örneğin düşlemini yazıyorum: Bir Günün Sonundaki Hiizün Sözleri. Altı yıl gibi uzun bir iüre kitabın yayımlanmadı. Ancak, sürekli olarak yazan, üretken bir eleştirmen oldun Hiç kuşkusuz bu ytllar senin içın bir kopma değildi Bu süreyi bir hazırlık, olgunlaşma ya da evrim süreci olarak alabilir miyiz? Kısacası, bu kadar uzun bir aradan sonra, altı ay gibi kısa bir sürede "dinlendırılmiş notlarından" bu kadar kitabımn çıkahilmesini neye borçluyuz? Yazı bir serüvendir. Kitap, olsa olsa, bunun bir göstergesi olarak adlandırılabilir. Öte yanıyla da yaşama disiplinidir. Benim için hayatı algılayış, kavrayış için bir araç; bir tür okul... Yazının uçlandırdığı her konumda bir değişim, gelişme söz konusuur. Bu serüvende önümü açan en önemli yan da bu. Yazı girişimi her an yeni bir şeyler buldurup, okutup, yaşatabiliyor insana. Hayatın diğer lcanallanna da uiriyorsunuz onunla. Ya da o yaşanılanlar arasından sıyrılıp gelenler; sizin gözlemevinize, düş/ün dünyanıza yansıyanlar önce bir iz, sonra ses, daha sonra söz olup yazı/n evreninize ağıyorlar... Tıpkı bir ışık veya gökten inen (!) bir Melek gibi bu coğrafyanızda yer ahyorlar. Bu da yazın evreninize, yazınsal çaışmalarınıza ivme katıp yol/yön aldırabiliyor.Geldiğim kıyı şimdı bu, buradan yeni kıyılara ulaşmak için sözünü ettiğim çalışmaları gün ışığına çıkartmak düşüncesindeyim. • . (*) Boğaziçı Üniversitesi YADYOK Öğretim Üyesi. Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutları / Feridun Andaç / umit Yayınalık / 248 s. Gerçekçilik Yolunda/ Feridun Andaç / Cem Yayınevi / 311 s. zar/romancı' olarak değerlendirmemiz hayli güç..." (s. 164165). Oysa çoğu, 'yazar/romancı' olarak prim görüyor. '80 sonrası yaşanan manipülasyon sürecinde yazın da payına düşeni alıyor. Biliyorum, birçok kitap, rafları süslüyor bugün. Sayılar; hem yazanı, hem de okuyanı yanıltıyor. Böylesi bir süreç içine girmemizde, eleştiriye kanalı bir toplum olmamızını büyük ölçüde etkileri var. Andaç, kitabında bu noktalar üstüne de dikkat çekiyor. "Eleştiriyi (özeleştiriyi), bireyin birey olabilme durumunun belirginleşmesiyle birlikte kendi içlerindc, dolayısıyla dışa bakışında, edinmesi gereken kaçınılmaz bir erdem olarak görmeli, bence." (s. 231). Bu bağlamda şunu söyleyebiliriz: Andaç, yaşanan gerçeklikle yazınsal gerçeklik arasında kurulması gereken bağ üzerinden hareket ediyor. Yazınsal düzlemdeki söylemi de burada önem kazanıyor. Ona göre "Yaşamda var olan, yaşanan gerçekler birçok yanıyla duraldır. DerinHği, yoğunluğu, anlamsal boyutları, içerleyici durumu asıl onun görülmeyen yanlarındadır". Incelediği romanlara, yaşamın bu yanlarına açıklık getirebiîiyor mu, sorusunu sorar. Bir anlatı türü olarak romanın işlevine, kısaca "gerçeği aydınlatmaktır" der. Ama bir romancının yansıttıkları kadar, yansıtma biçimi üstünde de durur. Yapıtı bütünleyen ögeleri irdeler. Feridun Andaç'ın her iki yapıtında da yazın eleştirimizin tarihine göndermelerde bulunmasıysa, kuşaklar arası diyaloğu gündeme getirir. Bu noktada kitabımn son bölümünde ycr alan "Yazın Eleştirimizin Yönlendirici Kimliği: Berna Moran" çalışmasıyla da bir kahta sahiplendiği gözlenir. Sonuç olaraksa şunlar söylenebilir: Andaç, eleştiriyi yazının öte yanında görmüyor, aksine yeni şeyler dillendirilebileceğine inanıyor; metin>tema / yapıt>amaç / yazar>yöntem bağlamında... Elbet burda da "dil" sorunsalı karşımıza çıkıyor. Andaç'ın bu sorunsalı aştığı gözleniyor. O, kendi serüvenini yazıyor. • SAYFA 13 Her vazı bir girisimdir ERDAL DOGAN S l artre'ın "her yazı bir girisimdir" sözünü şöyle açmak istiyorum: Her girişim bir cesarettir. Yeni bir doğmudur. Her yazı, yazanın kendisine uyguladığı bir baskının sonucudur. Yazı kurtuluştur. Bir mesajdır, her "birey"e ayrı seslenir. Etkisi, gücündedir. Kaynağı dıl'dir. Yazı; vazanın kendi serüvenidir. Feriüun Andaç'ın yazın serüvcnine baktığımızdaysa daha çok uzun soluklu çalışmaları sevdiğini görüyoruz: Gerçekçilik Yolunda adlı ilk kitabında Yasar Kemal'in Öykücülüğü'nü incelerken, yeni kitabı Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutlan'nda da aynı yazarın romancılığı üstüne oylumlu bir çalışmayla karşımıza çıkıyor. Andaç için uzun bir koşu yazın serüveni. "Insanlığın trajedisini yazan" Yaşar Kemal'in "roman dünyası 'na giriyor; bence büyük bir yüreklilikle... Oysa edebiyat tarihimizde şöyle bir dönüp baktığımızda, yazınsal eleştirinin en gereksindiği uzun soluklu çalışmalara pek yanaşılma dığını görürüz. Yalnız belirtmek gerekir; 6O'lı yıllarda Dönem, Devinim ve Yordam dergilerinde böylesi çalışmalara gidilmiştir. Eleştiriye daha bütünsel bakılmıştır, ama bu dergilerin ardıllarında olduğu gibi birçok şey yine dergilerde kalmıştır. Bu noktada şunu söyleyebiliriz: Eleştirmenlerimizin çoğunluğu, eleştirilerini "güncel olan"la sınırlıyorlar. Peki neden? Aslında bu sorunun açılımını yapıyor Andaç, ikinci kitabımn "Eleştiri... Eleştiri..." başlıklı yazısında. Üstelik Catherine Bclsey'in yerinde bir tanımlamasıyla: "Eleştiri, metnin bilgisini üretirken verili olanı etkin biçimde dönüştürür. Bilimsel bir uygulama olarak eleştiri, bir tanıma süreci değil, anlam üretme çabasıdır."(s.226) Bir yapıta yeniden biçim verme, ya da yapıt üzerinden yeni anlamlar üretme... Eleştiriyi, yaratıcı yazın türlerinden biri olarak kabul etmeyenlerin düşüncesine, Andaç katılmaz. lyi bir Sartre okuyucusudur. Onun, "her yazınsal edim, sonuçta bir yaratım gerektirir" sözünü yineler. Bu noktada her yazma eylemi, Andaç'ın "girişimci serüveni"ne de bir bir pencere aralar. îlginçtir, birçok eleştirmenimiz gibi şiir, öykü ya da romandan geçmemiştir eleştiriye. Direkt eleştiriyle başlamış yazın serüveni. Denemelerindeki şiirsel dili, eleştirilerine de taşımıştır. Daha da ileri giderek şunu söyleyebilirim: ilk kitabında yer alan ve arka planını birer (özyaşamsal) öykünün oluşturduğu anlatılar yazmıştır. Ki bunlar "eleştirei denemeler"inden kesinlikle ayrı tutulmalıdır: Şairin Sözü Yıldıza Benzer, îğdebeli, Ucu Yanık Mektup Gibi. Andaç'ın ilk kitabında "insanın insana bağlanması gibidir" dediöi şiirlc ikinci kitabında bağlarını kopardığı, daha çok öykü ve romanda yoğunlaştığı izleniyor. '80 sonrası artan roman enîlasyonunu göz önüne alırsak ondaki bu yönelimin bir raslantı olmadığını düşünüyorum. Öyle ki Yazınsal Gerçekçiliğin Boyutlarf'nın büyük bir bölümünü '80 sonrası öykü ve roman üstüne yaptığı çaJışmalar oluşturur. Bu dönem, "70'li yılların romandaki verimliliğini aşan bir birikim söz konusu. Ama bu da sayısal bir veridir, sonuçta. 70'li yıllarda ilk romanlannı yayımlayan otuzun üzerinde romancı var. 80'lerde bu sayı elliyi aşıyor. (...) Bu on yıllık sürede yaklaşık iki yüzün üzerinde roman yayımlanmış. Bunlann yüze yakını '80 sonrası ilk romanlarını yayınlayanların ürünleri. (...) Bu azımsanmayacak bir birikim. 80'li yıllarda ortaya konulan ürünlerin tümü romanesk nitelikler taşıyan birer 'yapıt', bunlan kaleme alanlarını da 'ya C U M H U R İ Y E T KİTAP SAYİ 311
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle