22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Desen: Semih Poroy lül'de zina suçunu "kuvvcden füle" çıkarmayıp Platonik düzeyde bırakarak âşıkları haklı göstermiştir. Yatağa dökülen zinanın haklı gösterilmesi o günkü koşullarda kolay değildi. Gelgelelitn, Mehmet Rauf u düpedüz taklitçilikle suçlayamayız. Fransız romanından gerçi edebî düzeyde yararlanmıştır, ama Eylül'de anlatılan olayın benzerini kcndisi de yaşamıştır. Bu kadar zaman sonra bu dedikoduyu yapmakta bir sakınca yoktur herhalde. Mehmet Rauf, Tevfik Fikret'in karısına, Necib'inkini andırır bir aşkla vurulmuş, bu uğurda başına çok şey gelmiş, aşkı hayatının en önemli ulaylarından biri olmuştu. Eylül'ün çok "iyi yazılmış" bir roman olmasında bu kişisel yaşantının şüphesiz bir payı vardır. Necib, cinsel aşkı da yaşamış bir kişi olarak çıkar karşımıza. Beyoğlu'nda bohem hayatı tatmıştır. Hatta başlarda, Suad'la Süreyya'nın yanında büyük huzur duymakla birlikte, eski bohem yaşayışını özlediği belirtilir. Bundan, Necib'in çok karmaşık bir kişi olduğu sonucunu çıkarmamız beklenir. Aslında, Necib'in ağzından kendine şaşan, "ah tenakuz... insan değilim, muadeleyim..." diyen Mehmet Raufdur. Yazar belki de çok karışık yapıda bir kişiydi, ama Necib'i yalıdan başka pek az yerde gördüğümüz, başka ne türlü yaşayabileceğini düşünemediğimiz için, çelişikliği de inandırıcı olmaz. Hatta Necib için bütünüyle "edebî" bir tip olduğu da söylencbilir. Aslında ince ruhlu, ama türlü boş eğlenceyle zaman geçirmiş, bunlardan bıkmış, soylu işlere hazır kahramanlar doludur edebiyatta. îlkin onu Suad'ın kadınca incelikleri büyüler: "Necib şemsiyeye, çarşafa, eldivene, bu kadın şeylerindeki inceliğe ruhunun derinliklerinde goresi gelmiş gibi titreyen bir tutkunlukla bakıyor, sonra Suad'ın küçük bir kuş denilecek ellerinin şemsiyeyi tutuşundaki şiire hayran, perişan oluyordu." (Eylül, Ak Kitabevi, İstanbul, 1962, s.40.) Bir kadın sutyenini vitrinlerde gördüğümüz bu günlerde fetişizme varan Osmanlı duyarlılığını anlamamız güç. Ama peçeler, çarşaflar ıçindeki bu kadın her çeşit mistik yüccltim için çok elverişli bir yaratık şüphesiz. Suad'la Necib'in birbirlerine âşık oluş süreçlerini ve aşkın başlangıç aşamalarını anlatırken Mehmet Rauf gerçekten çok usta. Bazı şeyleri açıkça söylemeden imalarla belirtmesi de güzel. Örneğin, Necib aşkının bilincine SuC U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI 5 4 ad'ı kıskanarak varır. Akıldışı kıskançlığı Suad'ın suçlu olduğuna inanmasını kolaylaştırır. Kadınların nasıl bu kadar düşük olabildiklerini acıyla düşünürken, aynaya bakar. Bu davranışın anlamı açıktır: "Madem kocasını aldatabiliyor, niye benimle aldatmıyor? Bcn yakışıklı değil miyim?" Necib aşkını anladıktan sonra Osmanlı ikilemıne girer. Bir yandan, dırimsel, doğal cinsel itkileri vardır; toplumsal koşulların büsbütün baskı altına alamadığı itkiler. Ote yandan, yüksek aşkın garip yasasına uyarak, "Ah o benim olsa ölürdüm", demektedir. Bir kere ve abartma için söylenmiş değil bu, roman boyunca sevgiliye kavuşup ölme motifi işlenmiş. ölüm, aşkın en yüksek mertebesi. Necib işin başında Suad'ın "ruhunu", "ruhen" sevmektedir. Kendine itiraf ettiği budur. Ama bir gün denize girerken Suad'ın kokusunu alır. F.n cins av köpeği bile bu kadarını beceremeyeceğine göre, Necib'in sanrısıdır bu. Bunu izleyen imgeler de ilginçtir: "... onu burada, suyun arasında, deniz elbisesinin ytrı sakladığı omuzu, kolla a, gerdaniyle görerek, baydıyor gibi kalıyordu... denizin içinde nihayetsiz diplcre uçuyorum zannını veren bir sarhoşluk ile sersemleşiyordu " (87) Burada, doğal bir cinsellik bir süreyle Necib'i denetim altına almıştır. Ama Mehmet Rauf bunu da ülümle özdeşleyiverir: "Onu en ince, en mahrem kadınlıklarına kadar düşünerek, hararetindc, ruhunda ölüyorum zannederek, 'ah ülsem' diye saadetinin ancak o zanîan tamam olacağına inanıyordu." Güçlü bir cinscllik ve cinselliğin çirkinliğine sarsılmaz bir inanç, o "en mahrem kadınlıklara" erişildiği anda ancak ölümle bir çözüm yolu buluyor. Eylül'de bir eldiven çok önemli bir rol oynar. Necib Suad'ın eldivenini çalar ve ona tapınır. Hastalandığında, eldivenebakarak iyileşir. Suad bueldivenigörüncedurumu anlar ve Necib'e bütün butün âşık olur. Eldiven motifi, bizi az önce değinilen bir konuya getirmektedir cinsel fetişizm. Kadının kapalılığı, cinsiyctin yasaklanması, aşk dini, vb., bu fetişizmi kaçınılmaz kılmaktadır Yüksek musikide "Koklasam saçlannı" diye dile gelen fetişizm, meyhane şarkısında, "Gerdeninden akan teri / Koy kadehe uzat beri" biçimine girmiştır. Kahramanlar durumlarının bilincine varınca aşk ve ahlâk çatışması başlar. Küçük olaylarla aşıklar suç ortağı durumuna gelmektedir. Ama ne yapmak istedikJerini bil mezler. Böyle platonik düzeyde bir gayri meşru aşk mı sürdürecekler, Süreyya'yı tam anlamıyla aldatacaklar mı, ona dürüstçe durumu anlatıp ayrdmasını mı isteyccekler, uzak bir yere gidip birleşmek yolunu mu seçecekler, bu hiçbir zaman belli olmaz. Bunun yerine, birtakım basmakalıp lakırdılarla Hayatı ve Zamanı suçlamaya başlarlar: "Mesut olsak bile hayat, sade tahrip eden hayat, sade yiyen, yıkan öldürüp ezen hayat hükümran oluyordu." (112) Yersiz, hedefsiz birsızıldanmadırbu. Zamanınyıpratıcı akışıyla âşıkların üzel sorunları arasında bir ba^lantı yoktur. Kitabın adı da aynı konuyu simgelemekte. Aşıklar, Eylül ayında her şeyin ölüşüne hüzünlenip feryat ediyorlar: "oh!.. Her şey çürüyor!" (126) Zamanla sevgiler unutulsa, ya da hayat aşkı olanaksız kılsa, bunlardan ötürü mutsuz olsalar, bu çığlıkların bir anlamı olurdu. Bu durumda.yok. örneğin, bir süre, sorun, birbiriyle sevişememelenymiş gibi görünüyor. Necib, "Bir kadın isterse her şeyi yapar" (133) diyerek öfkeleniyor. Suad'ın da sevişmek istediği, ama pişmanlıktan korktuğu belirtiliyor. Burada çatışma, açıkça, aşkla evlilik ahlâkı arasındadır, hayatın, Eylül ayının hiç ilgisi yoktur bununla. Netekim Necib de bu sıralarda, "beşeriyet" ve "insaniyet" kategorilerindcn söz ediyor, "hayat bunca feragete değer mi" gibi sorular soruyor. Âşıkların, doğal insan olarak sevgilerinin sorumluluğunu yüklenecek bir hareket yapmalarını beklerken, tam bu noktada, Mehmet Rauf yüzgeri ediveriyor. 140'da Necib, sevişirlerse herşeyin çirkinleşeceğini, sevişti diye kendisinin de Suad'ı suçlayacağını görüyor. Burası belki de romanın en karışık yeri. Bir pişmanlık duygusunun güçlü bir aşkı da zehirleyebileceği düşünülebilir. Fakat o zaman sorun ahlâkî kaygılarla olmadığını söylüyor; Necib en son "namus"u düşünmüş. Yani yazar, Platon'un Şölen'i gibi bir aşk gelişmesi şcması çizerek bedensiz, mânevi aşkı en yüce doruğa oturtuyor ve aşkın kendi içsel arınma dinamiğiyle bu noktaya gelindiğim söylemek istiyor. Bundan çıkan sonuç cinsiyetin kendi içinde kötü olduğu, aradaki evlilik engelinın asıl ciddî engel olmadığıdır. Oysa bu aldatmacamn ta kendisidir. Netekim bu karara varınca âşıklar rahatlıyorlar. Çünkü artık bir şey yapmaları gerekmiyor. Edilgin bir şekilde acı çekmekten başka işleri kalmamıştır. Bu acının aşkta kavuşamamaktan mı, yoksa sadece âşık olmaktan mı ileri geldi P O R T R E M E H M E T R A U F Mehmet Rauf 18751931 yılları arasında yaşadı. Bahriye mektebini bitirip deniz subayı oldu. Daha sonra istifa edip yaşamını yazarlıkla kazanmaya başladı. En başarılı yapıtı "Eylüi"dür (1931). Özellikle aşk serüvenlerini konu edinen yazann başlıca yapıtları şunlardır: (Romanları), Ferdâyı Garam (Ajlun Yannı, 1923), Karanfd ve Yasemin (1924), Genç Kız Kalbi (1925), Bögürtlen(1926), Define(1927), Son Yüdız(1927), Kan Damlası (1928). (Hikâyeleri), Hanımlar Arasında (1914), Bir Aşkn Tarihi (1915), tlk Temas llk Zevk (1923), Aşk Kadını (1923). S A Y F A 15
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle