Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ri, Habsburglara karşı (Macar) bağımsızlık mücadelesi veren Ko^ut uraftarıarının yakalarında taşıdıkları lale orneğin bağımsızlık iiteyen Macarların simgesi laleydi. Oysa bu çiçek gerçekte Macaristan'a Osmanlı İmparatorluğundan gelmıştir. Osmanlı edebiyatında da önemli yeri olan lale, aslında Türk uygarlığının amblemıdir. Bu örnekten de anlasılacağı giDi beni ilgilendiren ana husus uygarlığın oluşumu<nır Beni ilgilendiren.ıki temel konu vardı "Tuna"da. Bunlardan biri kitap boyunca bağlayıcı ortak bır iplik gibi kullandığım "Türk"lerdi. *Turk"ü, "ötekini", 'farklı olan' ı öne çıkarmak için kullandım. Yani bır "altcrcgo" olarak. Bu gerçekte tüm "Tuna" boyunca görülen bir saplantıydı. "Tuna" boyunca tüm halklarnep birilerinı "öteki" olarak göstermeye çalışıyordu. Herkes birbirine "Burası benım dünyam. Scn başka bir dünyaya aitsin" diyordu. Bir de herkes tarafından "ötekı" olarak gösterilenler vardı ki onlar da "Türkler"di. Bu herkesin "öteki" olarak göstermeye da "Türkler"di. Bu herkesin "öteki" olarak gösterdiği Türklerin aslında bizim parçamıza dönüşmüş oldugunu fark etmek; bunu görmek ilginç geldi bana. Yani "Türkler"i biraz da "ötekı" olarak kullanarak kendi dünyanızı daha iyi tanımak istediniz? Unutmavın ki "Tuna" bir tarih kitabı değil. Kendini keşfetmek için yapılmış bir gezintinin serüveni bu; bir Odıse yani. Bu gezintinin en büyük sorunu sınırlar engelinı aşmaktı. Yalmz ulusal sımrları değil, dil sınırlarını, sosyal, psikolojik sımrları aşmak güçtü. En güç olanı da buydu zaten. Çünkü bu içimizdekı sınırları aşmayı gerektiriyor du. "Tuna" boyundaki en son sınır da Türklere karşı konulan sınırdı. Bu bakımdan benim için ilginç bir "protagonist"u Türkler. İlgimi çeken bır diğer unsur da Qmeriç, Ömerov, Ömcristi diye sürekli ad değiştiren Ömer'dı. Bunun pek çok örneğine rastladım Tuna" boyunda. Enteresan bulduğum bir başka unsur sürekli olarak değişen yenenler ve yenikler ilişkisiydi. Bir gün öncesının mutlak efen disi bir de bakıvordunuz ertesi günün ezilmijiydi. Türklere karşı görülen tepkide sık SIK hissediliyordu bu. Bulgaristan'da het> (ad değiştirmeye zorlanan Türk asıllıIar için) "Bunlar Islanilaşmış Bulgarlar. Burada Türk yok yalmz tslamlaşmaya zorlanmış Bulgarlar var" deniyordu. Bir zamanların herkc^i tchdit cden büyük gücü "Türkler" şimdi gerileyen, ezilen konumundayoı. Avusturya kapılarında Kara Mustafa Paşa'nın yanında* getirdiği 2500 cariye ile görkemli savaş çadırlarını kuran Türkler, bugün aynı topraklarda binbir güclüğe göğüs geren "gasterbeiter" olarak yaşıyorlardı. Bu da bir metafordu. Yenenler ve yenikler arasında değişen rollerin metaforuydu. Tarihi bir gözlemci olarak ziyaret ediyorsunuz "Tuna"ya. Mohac için "1526'da Türkler'ın Macar Krallığı"nı yüzyıllar boyunca tarihten sildifei Mohaç'ın eski savaş alanında şimdi gözün alabilaiğince uzanan mısır ve ayciçeği tarlaları bulunuyor... Mohac, yaşamın elden kaçıp giden ye aynı zamanda ebedi kalıcılığından oluşan bir müze. Burada savaş tarihinin bulunduğu yerin yani basına birisi taze çiceklcr koymuj. Bu eski yenügi halâ yakıcı ve verilen ölüler hâla çok yakın" diyorsunuz. Sonra daha ilerde Bulcarlardan söz ederken de gene Türklere karşı duyulan kinin ne kadar elle tutulurcasına canlı olduğundan bahsediyorsunuz. Biz bu bitmeyen kini anlamakta güçlük çekiyoruz. Biz de tabii tarıh kitaplarımızda oraları gidip bir bir nasıl aldığımızı okuyoruz. Ama kolcktifbelleğimizde çok gcrttle kalan olaylar bunlar. Bir de su var. Biz geçmijle tüm bağlarımız koparttık. Kenaimizi modern Türkiye'ye ait hissediyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'na değil. Onun için bütün bunlar bize uzakta, çok geride gelivor. Oysa karşı taraf olaya Sovyet devrimınin bile bölcrncuiii bir sürcklilik ıçinde bakıyor. Demirperdcnin yıkılışının hemen ardından Bulgarlar birıken kinlerini Sovyetler'e değil, bize Türklere yöneltiyorlar. Neticede II. Dünya Savaşı'nın canavarlıkları unutuluyor. Türklere kar^ı verilen savaşlar unutulmuyor. 'Tuna" boyunda bize kar şı duyulan kin neden böylesine kalıcı sizce? Bu ilginç bir soru. Fakat ben tüm sorulara bütünüyle tatmin edıci yanıtlar vermeyi vaat edemiyorum. Kitabın niyeti de zaten tüm sorulara cevap vermek değil, soruları ortaya atmak. Sonra kitap benım için Almanya'da (Tuna nın doğduğu) yakından tamdığım bir uygarlık noktasında başlıyor. Fakat ilerledikçe (Tuna'nın Karadeniz'e döküldüğü Romanya'ya doğru yol aldıkca) gitgide çözümlenmesi, anlaşılması güç bır evrenle karşılaşıyorum. Bu bir gerçek. Fakat sunu da söylemeliyim ki her şeye rağmen tüm iyi ve kötü sonuçlar ile unutmamak Orta Avrupa'nın özelliği. Orta Avrupa unutamıyor. Unutmayı beceremiyor. Bunu Kafka'nın ondan çok genç olan bir arkadaşı söylemişti bana. Kafka'nın Praglı yazar dostu, gençliğinde "Prag'ın sokak taşlarının hep 'bunu unutma, 'Şunu da hatırla', 'Katoliklerin neler yaptığını hatırla', 'Protestanlanokini unutma' dedığıni söylemişti. Orta Avrupa'nın sürekli düşürmeye ve hatırlamaya iten tılsımı, oüyüklüğü burada. Bitmek tükenmek bılmeyen Orta bir görkem yaşamış olanlju ülkelerde tarih coğu insanda sonuçlanmamış hissini bırakıyor. Bir bloke olmuşluk hissini yaşıyor bu insanlar. Uzağa gitmeyelim su TnesteVe bakın. Bu kentte herkes her an Trieste'yi konuşur. Oysa hiçbir Milanolunun aklına oturup. uzun uzun Milano'yu konuşmak gelmez. Neden? Çünkü burada söz verilmiş bir görkeme erişememişliğin buruk tadı vardır. Kentınin gelişmesinin engellenmış olduğuna inanır Triesteli. Bu az ya da çok Orta Avrupa'dan Balkanlar'a dek tüm ülkelerde var. Bulgaristan gibi gclişmesi büyük oranda bloke olmuş bir ülkede tabii bu hıs daha yoğun duyuluyor. Bulgar kendi kendine "Şu Osmanlılar olmasaydı bugün ben nerelerde olurdum" diyor. İşte bu nedenTe Orta Avrupa'nın kini farklı. Batıda böyle saptantılar yok. Bu nedenle II. Dünya Savaşı'nın acıları daha kolay unutuluyor. Tabii açıklaması güç olan seyler de var. Örneğin Osmanlılar, Sırbistan da da çok uzun sürc kaldılar. Hcrhalde Bulgarlara, Sırplara olduğundan daha kötü muamele çıkartmadılar. Buna rağmen Bulgaristan'daki nefretın BosnaHersek'tekinden çok daha koyu olduğunu görüyoruz. Benim izlenimim bütün bunlara biraz da folklor öğesinin karıştığıdır. Tüm Orta Avrupa'daki antiTürk sap{antısında gözardı edilmeyecek bir folklorik öğe de var. İtalya'da örneğin, sık sık dile getirilen "Mamma gli turchi!" (Anneciğim, kaçın Türkler geliyor!" ya da "II turco Ammalato" (Türk Hastadır) özdeyişlerinin eünümüz Türkleriyle bir ileisi olmadıeını herkes biTır. Prag'ın eski mahallesindekı ana meydanda bulunan saati halâ her saatbaşı ölümle birlikte bir Türk çalıyorsa bu artık zararsız mitolojidir; folklordur. Türkiye ile ortak sınırı olan ülkelerde tabii durum değişiyor. Avrupalılar genellikle Türkleri kendisinde saymıyor ve yabancı" görüyor. Ço^u Avrupalı için biz kültürel anlamda bir Arap, bir Çıııli ya da bir Japon denli uzak düşüyoruz. Oysa siz ' Tuna"da, "kapsamlı ve gizli bir ortak tarihimiz" olduğunu söylüyorsunuz. "Bu gizli ortak tarih" kejfedilmcye değer mi sizce? Ben hiç Türkiye'ye gitmedim. Fakat içgüdüsel olarak Türkiye'vi Avrupa olarak hissediyorum. Bence genelde de Türkiye Avrupa olarak hissediliyor. Bunu söylerken Türkiye'nin Avrupa'daki o ufak toprak parçasından söz etmiyorum. Bır uygarlık olarak uygarlığının yapısı olarak geniş bir çerç^eve içinde Türkiye Avrupa'nın parçası olarak hissediliyor. Fakat tabii ülkcnin gerisinde henüz tam berraklığa kavuşmamış bazı belirsizlikler de duyuluyor. Ama Arap dünyası gibi egzotik ve uzak gelmiyor. Arap dünyasından çok Avrupa'ymış gibi geliyor. Fakat şimdi Türkiye'nin karşısındaki en buyuk sorun irtica. İslam dünyası ile Hıristiyan dünyas» arasında çıkabilecek bir karşıtlaşma Türkiye için Düyük sorunlar yaratabilir. Ve bu yöne doğru gittiğimizi gösteren tehlikeli işaretler var. Bir duvar yeni yıkılmışken bir başkasının inşa cdilmesine izin vermcmeliyiz. D Claudio Magris. "Tuna" adını verdijji kitabında Tuna'nın çuzümlenmemiş tarihıni suzgeçten geçiriyor. Tuna manzaralarından ve gunluh yaşamdan hareket eden yazar, geçmişi ve bugünu paralellik içinde götüruyor. CUMHURİYET KİTAP SAYI 1» S A Y F A 9