16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Ali Akurgal [email protected] 8 SosyalPsikoloji CBT 1474/19 Haziran 2015 KAHRAMANLAR FONU KURULDU Düzeltmeye Nereden Başlasak? Seçim öncesi “algı operasyonu” sözü sıkça dile getirildi. Bu millet bu kadar kolay mı kandırılıyor? Radyoda televizyonda bir reklam: sloganı, “Ağaçları daha az yoralım”. Enerji tasarrufu ile daha az karbondioksit salacağız, ağaçlar bunu oksijene dönüştürmekle daha az uğraşacaklar. Niyet güzel: daha az enerji kullanalım. Ama îma edilen arka plan çarpık. Kim internette arasa, ağaçların havadaki karbondioksiti ve yerdeki suyu alıp sentezleyerek selüloza dönüştürdüğünü bulur. Kısaca, karbon dioksit, bitkilerin gıdası. Gıdasını keserek bir canlıyı nasıl daha az yorarsınız? Hazım zahmetinden kurtararak mı? Bir anlamda, “ağaçları daha az yormak” sloganı üzerinden bir “algı operasyonu” yapılmış oluyor. Doğrusu, “Daha az karbon dioksit salarak, daha az ağaçla idare edebiliriz” demek, ama bunu kimse “satın almaz”. Günlük yaşamda böyle yüzlerce örnek var. Kökeninde bilgi eksikliği ve bilgiler arasında ilinti kurma yetersizliği yatmakta. Toplum olarak ne duruma düştük? Bir ekonomik gerçekle yüz yüzeyiz. Taşlatoprakla, inşaat yaparak gelebileceğimiz en üst refah noktasına ulaştık. Sınırına vardığımız orta teknoloji ve bunun sonucu olan orta gelir bölgesinden bir üst bölgeye geçiş yapacağız (mı acaba?). Ülkelerin bunu başarması değişik süreler almış. En uzunu ABD’ninki, iki dünya savaşını da içine alan bir dönem. En kısası da Güney Kore’ninki. Koreliler, devlet eliyle planlı programlı ve seçilmiş birkaç alana yüklenerek bu eşiği kısa sürede aşmışlar. Biz, bir türlü hangi alanlarda sıçrama yapacağımızı bile daha belirleyemedik. Senelerdir “bir babayiğit arıyoruz”... Ama iş bununla da bitmiyor. Hangi alanları seçmiş olursak olalım, bu eşiği aşmak için çok temel bir yeteneğe ihtiyacımız var: bilginin bilgi ile ilintisini kurarak, sorunlarımıza çözüm bulmak. Gelin görün ki, herhalde “beyinlerimizi daha az yormak” adına, eğitim sistemimiz buna dönük değil. Merâkın odağa konulduğu, düzenli (sistematik) fikir yürütme ve çıkarım (sentezleme) elde etme yollarının daha ilkokuldan öğrencilere gösterildiği ve benimsetildiği bir sisteme geçiş yapmak gerek. Kısaca Özal’ın “Kafayı kullan köşeyi dön” sözünü “geri sarmamız” gerekiyor. Toplumlarda, özellikle yozlaşma yönünde yıkılan barajların tekrar inşa edilerek toplumun bunun arkasında konuşlanmasını sağlamanın ne kadar uzun süreler ve emekler gerektirdiğini; eğitimciler anlatsın. Alt başlıkta sorduğum sorunun yanıtı; “evet, bu millet bu kadar kolay kandırılıyor”. Çünkü, bir kuşak boyu; düşünmeden, yorumlamadan, anlamadan inanmaya kurgulandık. Gene bir reklamdan “Bana güven, gerisini merak etme sen” sloganını hatırlayın. Ne diyor?: “bilme, öğrenme, nedenini anlama ve araştırma, ben ne dersem onu yap”. İşte, düzeltmeye nereden başlasak sorusunu bu nedenle sordum. Her gün, her adımda, genlerimize işletmecesine hepimize bu dayatılıyor. Bununla orta teknoloji eşiğini aşabilecek beyin gücü yetiştirmemiz, entelektüel sermaye oluşturmamız, gerçekleşmeyecek bir düş. Ufukta bir koalisyon göründüğünde, “mecliste sandalye çoğunluğu elde edenin dediği olur” yaklaşımından kurtulacağımız düşüncesiyle birçok kişi, yapılmasını gerekli gördüklerini açıkladılar. Bunların azımsanmayacak kısmı da (4+4+4) eğitim sistemini baştan kurgulamayı dile getirdi. Gerçi, günün siyaset ağırlıklı ortamında bu sözler havada asılı kaldı ama, sandalye çoğunluğu devrinden, demokrasi üstü, uzlaşı devrine geçeceksek, bence, düzeltmeye başlamamız gereken ilk yer eğitim. Eğer gelecekte orta gelir eşiğini aşarak gönencimizi artırmayı umuyorsak, vakit geçirmeden, özgür düşüncenin temeli oluşturduğu, merâkın desteklendiği hattâ körüklendiği bir ortamda; araştıran, araştırabilmek için koşulsuzca soruşturan, elde ettiklerini sentezleyerek bir sonuca ulaşabilen öğrenciler yetiştirmeye başlamalıyız. Unutmamalı, yetiştirdiğimiz bu çocukların meslek sâhibi olup bizi orta teknoloji eşiğinin üzerine taşımaya doğru hareketlendirmeleri 20 yıl sonra olacak! “İçimizdeki Kahraman”, kurtarıcı olmayı bekliyor Sıradan bir insan, hiç tanımadığı biri için neden yaşamını tehlikeye atar? The Power of Others (Başkalarının Gücü) başlıklı kitabın da yazarı olan New Scientist dergisi danışmanlarından Michael Bond bu tür insanların öykülerini araştırarak soruya bir yanıt getirmeye çalışıyor. M ichael McNally’nin gürültüyü duyup dışarıya fırlaması yaklaşık 10 saniye içinde oldu. Kazayı yapan araba alevler içindeydi ve ön bölümü bir ağacın gövdesine bindirmişti. Motor bölümünde patlamalar oluyordu. McNally arabanın içine göz attığında yolcu koltuğunda kızı yaşında genç bir kadının olduğunu gördü. Onu orada bırakması, açıkça ölüme terk etmesi demekti. 51 yaşındaki McNally koşup kızı arabadan çıkartmaya çalıştı. Kızın yanmakta olan derisi dökülmeye başlamıştı. Görüntü dehşet vericiydi. Ancak kız ciddi yanıklarına karşın, ölümden kurtulmuştu. Bir insanın hiç tanımadığı birinin yaşamını kurtarmak uğruna kendi yaşamını neden tehlikeye attığını merak ediyorsanız, en son başvuracağınız kişi, kahramanın kendisi olmalı. Çünkü bu tür eylemleri gerçekleştiren öngörülemezlik oluşturuyor. Uzun süredir kafaları kurcalayan bu konuyu araştıranlardan biri de Humboldt Eyalet Üniversitesi toplumbilim uzmanlarından Samuel Oliner. 1942 Haziran’ında, Oliner 12 yaşındayken, ailesiyle birlikte Nazilerin zoruyla Polonya’nın güneyinde yaşadıkları köy evini boşaltıp yakındaki bir Yahudi gettosuna yerleşti. İki ay sonra Naziler gettoyu boşalttılar. Oliner’in üvey annesi olacakları sezip çocuğa kaçmasını söyledi. Askerler ailesini ve komşularını kamyonlara bindirip yakındaki bir ormanda öldürürlerken, Oliner çatıya gizlenerek canını kurtarabildi. Üç günü yollarda geçiren Oliner sonunda savaştan önce ailece görüştükleri Balwina Piecuch adlı Katolik kadının kapısını çaldı. Kadın kendisinin ve ailesinin başına gelebilecekleri bile bile Oliner’i evine aldı ve sahte bir kim Almanya’da hiç tanımadığı insanlara yardım ederken ölen Türk kıza Tuğçe Albayrak “kahraman” ilan edilmişti. kahramanlar çoğu zaman neden öyle davrandıklarına bir açıklama getiremezler. Nitekim, McNally, “Bunu neden yaptığımı bilmiyorum. Tek bildiğim o anda bir şeyler yapmak zorunda olduğumdu,” diyor. Bu durum başkalarının yaşamını kurtarmak için kendi canlarından olmayı göze alan McNally gibi insanları ödüllendiren Carnegie Kahramanlar Fonu başkanı Walter Rutkowski de bunun elle tutulur bir açıklaması olmadığına dikkat çekerek, “Bu konuda herkes kurumun kurucusu Andrew Carnegie’nin ilk kez 1904 yılında dile getirdiği kahramanca davranışların içten gelen, dürtüsel davranışlar olduğu görüşüne az çok katılıyor, “ diyor. lik edinerek Gestaponun elinden kurtulmasına yardımcı oldu. Oliner bu kadının yalnızca yaşamını kurtarmakla kalmayıp, aynı zamanda yaşamına yön verdiğini de söylüyor. Savaşın sona ermesiyle birlikte ABD’ye göç eden Oliner meslek yaşamını Piecuch gibi insanları bu tür özgeci, özverili davranışlara iten unsurun ne olduğunu anlamaya adıyor. ÇARPICI ÖYKÜLER Kahramanlığın gizemini bu dürtüsellik ve Özgecilik, uzun süredir içinden çıkılması güç evrimsel bir konu olmayı sürdürüyor. Bir kişi, karşılığında hiçbir ödül beklemeksizin, kendisiyle hiç bir ilişkisi olmayan birine neden yardımcı olmayı yeğler? İnsanlar genelde bunun uyum sağlayıcı bir davranış olduğuna inanıyorlar. Örneğin, bu tür davranışın gelişmiş olduğu insan topluluklarının genelde birbirlerine çok daha bağlı oldukları ve bu yüzden de daha başarılı oldukları görülüyor. ÖZGECİLİĞİN SIRRI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle