Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tartışma CBT 1474/19 Haziran 2015 19 HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com Echard Toll ile ‘Şimdinin Gücü’nü Anlamak Dr. Yelda Özsunar Dayanır, yeldaozsunar@gmail.com Dar Geçit Toplumsal barışı hukuk barışı getirecektir. Hukukta yenilen olmaz. Varsa, o zaman hukuk olmaz. Siyaset savaşlarıyla bu barışı kimse zorlaştırmamalıdır. Dar geçide girdik. Kim kiminle, nasıl bir hükümet kurarsa kursun, bu cendereden ülkeyi kurtaramazsa, yuvarlanacağımız uçurumdan anlamlı bir kurtuluş pek mümkün olamayacaktır. Bu dar geçit yeni bir anayasanın ivediliği ve çözüm süreci denilen bir bilmecenin çözülmesidir. Yeni bir anayasa, eskisi gibi bile olsa, acilen halkoyuna sunularak yürürlüğe girmelidir. Çünkü bu anayasanın içeriğinden çok, meşruluk süreci siyasal barışın en güvenilir güvencesi olacaktır. Bugünkü anayasamız sosyolojik ve etik meşruluk ölçütlerine uygunluk bakımından yaralı bir anayasadır. Hukuksal meşruluğu tek başına, ihtiyaç duyulan etkililiği sağlayamamaktadır. Bunun özellikle bu günlerde pek çok örneğini yaşamaktayız. Barış için hukuka duyulan bağlılık, hukuk normunun içeriğine duyulan bağlılık olmaksızın, yetersiz kalmaktadır. Öyleyse bu üç geçerlilik ölçütüne (hukuksal, sosyolojik ve etik geçerlilik ölçütlerine) uygunluk sınavını başarıyla geçecek bir anayasanın nasıl yapılıp, yürürlüğe sokulacağını irdelememiz gerekiyor. Böyle bir anayasanın ön koşullarını şöyle sıralayabilirim: 1) Yeni anayasa barajsız bir meclis tarafından yapılmalıdır. 2) Bu barajsız seçime katılacak tüm partilere eşit parasal destek sağlanmalıdır. 3) Böyle bir seçimle iş başına gelecek olan meclisin yeni anayasayı yasalaştırma oranı halk oylamasının da onay oranı olmalıdır. 4) Bu koşulları çalıştırabilmek için henüz seçilmiş olan şimdiki meclis ilk ve tek işi olarak barajı kaldırıp, derhal erken seçim kararı almalıdır. Eğer meclis buna rağmen böyle bir yola giremiyorsa, yukarıdaki koşullarda göreve gelecek olan bir «Danışma Meclisi”nin kurulması için TBMM bir yasa çıkarmalıdır. Bu yasaya göre «Danışma Meclisi» yeni anayasa «tasarı»sını hazırlamalı ve TBMMıne sunmalıdır. TBMM kendi içtüzüğünce, ama komisyonsuz, bir görüşme ve oylamayla değişikliği yasalaştırarak halk oyuna sunmalıdır. «Çözüm Süreci»nin o ünlü on maddesi de bu çerçevede görüşülmeli ve bir sonuca bağlanmalıdır. Ülkemizin en başta gelen sorunlarından birisi “hukuka bağlılık” sorunudur. Toplumsal barışın vazgeçilemez harcı olan bu, hukuka bağlılık koşulu son on yılda en zayıf döneminde bulunmaktadır. Bu koşulun yarattığı boşluk var olagelen “Şeriat”a bağlılık ile doldurulmaktadır. “Hukuk Devleti Hukuku” zayıflatılmış, gözden düşürülmüş, yargının itibarı kökten zedelenmiş, yargının içi şeriata bağlılarca işgal edilmiş ve farklı bağlılıklar nedeniyle de mezhepler arası çatışmaların yolları açılmıştır. Etnik ve dinsel silahlı çatışmalar yukarıda sözünü ettiğim bu kasıtlı tahribatla kaçınılmaz bir duruma getirilmiştir. Görüldüğü gibi tehlike en üst düzeydedir. Bu tehlikeyi ancak halkın nitelikli çoğunluğunun kabul edeceği taze bir anayasa önleyebilir. Bununla yaratılacak olan psikolojik bağlılık ve sosyolojik geçerlilik devlete ve hukuka etkili bir işlerlik kazandıracaktır. Bu yeni, gelişmiş bir hukuk devleti kalitesiyle sağlanan etik geçerliliğin getireceği dayanıklılıkla birey şer’i ve etnik ilkel normlara bağlı kalmaktan kurtarılmış olacaktır. Önemli olan TBMM’nin bir biçimde yeni bir anayasa yapması değil, yeni anayasanın burada belirttiğim koşullarda yapılmasıdır. Tüm yurttaşları, sivil toplum güçlerini, tüm siyasetçileri ve siyasal partileri bu önerime kulak vermeye çağırıyorum. Toplumsal barışı hukuk barışı getirecektir. Hukukta yenilen olmaz. Varsa, o zaman hukuk olmaz. Siyaset savaşlarıyla bu barışı kimse zorlaştırmamalıdır. Ş imdinin büyük şehir insanı, gerçeği ne kadar aramaya fırsat bulur bilmiyorum ama, kitabın kapağında gerçeği arayanların mutlaka okuması gereken kitap yazısını okurken altını çizdiğim cümleleri yeniden düşünüyorum: ‘Ego veya zihnin genellikle dışsal deneyimler tarafından yaratılan sahte bir benlik aslında. Ego, şimdide değil geçmiş veya geleceğe bağlı. Zihnimiz geçmişte yaşanmış olay veya deneyimleri durmadan evirip çeviriyor. Gelecek hedefleri, planlar için çoğu zamanda şu anı unutturuyor’. Kitap şöyle devam ediyor; “Şu an anı hissetmek aynı zamanda bedenin ve anın farkında olmak demektir. Zihin veya ego, yaratıcı değildir. Aslında tek amacı yaşamı kolaylaştırmak olan zihin, bedeni ve şimdiyi köleleştirmiştir”. Eğer bedeninizin farkında olmazsanız duygularınızı hissedemezsiniz, en sonunda onları fiziksel düzeyde bir hastalık belirtisi olarak deneyimlersiniz. Diğer bir deyişle sahibine sesini duyuramayan duygular, çareyi sahibinin kapısını hastalıkların neden olduğu beden acısıyla çalmakta bulur. Biz doktorlar da, para düzenine hizmet eden çoğu ithal ilaçlarla ortaya çıkan durumu toparlamaya çalışırız. Yığınlar kapı önünde tedavi için dizilirken, hastamızın yüzüne bile bakıp dokunamadan ezberlediğimiz klişe çözümleri sunarız çalakalem. Özel olmaya zaman yoktur çünkü bu düzende, her şey hızlı olmak zorundadır, herkezin acelesi vardır, hastalar ilaç yazılsın, film çekilsin ister diye düşünürüz sıklıkla. Hasta ordan buraya dolanır durur böylece… Kıtalar arası uçak yolculuğunda, kitabımı keyifle okuyup çayımı içerken yan koltukta yolculuGörkem Günbaş adeta bilimsel araştırma yapar gibi bir titizlikle çalışıp gerçekten herkesi çok mutlu edecek bir organizasyon yapmışlardı. Başarılı bir sempozyum oldu. Konuşmalar Prof. Metin Balcı’nın Türkiye’nin en önde gelen organik kimyacısı olduğunu vurguladı, ancak eski bir öğrencisi olan ve Balcı’nın kurduğu Erzurum Atatürk Üniversitesi Kimya Bölümü Başkanı Prof. Dr. Hasan Seçen’in tüm eski Balcı öğrenciler adına yaptığı konuşması bir öğrencinin hocasına verdiği çok güzel bir armağan gibiydi, gerçekten Balcı’nın ne çok öğrenci yetiştirdiğini ve bunların Türkiye’nin çok çeşitli yerlerine dağılıp organik kimya çalışmalarının gelişmesinde nasıl rol aldıklarını da gördük. Konuşmacılar Balcı’nın en azından NMR derslerini bırakmaması gerektiğini vurguladılar. Gerçekten de Balcı’nın biri yabancı bir kitabevi tarafından basılmış dört tane NMR konulu ve çok kullanılan kitabı vardır. Konuşmacılardan Istanbul Teknik Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Yusuf Yağcı önce Balcı hakkında konuştu ve sonra kendisini biraz karikatürize ederek gençliğini, üniversite eğitiminin ilk zamanlarını hayli esprili bir dille anlattı, sonra kendi son çalışmalarından birkaçını verdi. Eski bir öğrencim olan Yusuf Yağcı’yı dinlerken beni izlemiş, “ah, keşke ben de şimdi çalışabilsem ve bunları yapabilsem” der gibiymişim. Doğrusu ğumu paylaştığım Doğu Afrikalı genç bir kadınla bir yandan da sohbet ediyordum. Yanındaki hasta olduğu besbelli, acı içinde kıvranan annesine yaşlı sevgi ve özenle bakıyor. Bu arada 85 yaşında olduğunu öğrendiğim annesi Okubama’nın sorununu anlamaya çalışıyorum. Yıllardır yaşadığı Somali’den, Los Angelas’ta yaşıyan kızını ziyarete gittikten bir süre sonra hastalanmış. Doğduğu ve büyüdüğü ülkesine geri dönmek istemiş. Kızının anlattığı kadarıyla, ABD’de ki yaşamın spiritüel olarak iyi bir yaşam tarzı olmadığını, çalışmak alışveriş yapmak ve televizyon seyretmekten ibaret olduğunu söylüyormuş durmadan. Ağrı kesici ile durduramadığı kalça ağrısının otoimmün (insanın kendi bağışıklık sisteminin kendi vücuduna hastalandırması) nedeniyle olduğunu anlıyorum kızının anlattıklarından. Doktor olarak benden tavsiyeler almak istiyor. Muhtemelen ülkelerine, arkadaşına, doğasına ve şimdisine geri döndüğünde iyileşeceğini söylüyorum kızına. Ve yeniden Echart Toll’u okumaya devam ediyorum. Bedeni ele geçirip iktidarını ilan etmiş zihin, kapitalist dünyanın zihin iktidarlarının peşinden sürüklenip duruyor. Aç gözlülüğün neden olduğu acılar insanlığın üzerinde gezinirken ve aç gözlü sömürü doğanın yıkımnı sürdürürken şu farkındalığı yaşamaya zaman ve enerjimiz kalmıyor. Farkında olmadan, benliği hissetmeden acımasız hiyerarşi yarışı; öfke, depresyon, kıskançlık gibi olumsuz duygular ardındanda tıpkı yaşlı Afrikalı anne Okubama’daki gibi hastalıklar yaratıyor. Echart Toll’a bedende veya şimdide doğal olarak var olan sevgi, varlık sevinci, huzur ve sağlığa ancak farkındalıkla ulaşılabiliyor. Hemen yanımda sessizce uyuyan Okubama da bana bu gerçeğin canlı örneğini gösteriyor. şu yaşımda çalışabilseydim de, bunları yapamazdım, zira Yağcı’nın bilgi birikimini birçok yıl içinde kazandığı ve o bilgilere kendi zekasını ve yaratıcı yeteneğini kattığını biliyorum. Yusuf Yağcı, polimer çalışmaları ile dünyanın sayılı ülkelerinden önemli ödüller almış gerçekten değerli bir bilim insanıdır. Bu toplantıda eski TÜBA’dan beri arkadaşım olan ve her zaman bilim adamı olarak saygı duyduğum Yusuf Yağcı’nın kendinden çok emin, gerçek bir bilim insanının rahatlığı içinde olduğunu gördüm, eminim Yağcı emekli olana kadar geçecek yıllar içinde daha değerli ödüller alabilecektir. Bu sempozyum yeniden memleketim bilim insanına inanmama neden oldu, çalışan ve üreten genç insanların hemen hepsi ne yapılabilir, Türkiye’de bilim ve bilimsellik nasıl daha ileri gidebilir, nasıl katkıda bulunuruz düşüncesi içindeler, bu arada söylemeden geçemeyeceğim ODTÜ ağaçları daha da büyümüş 30 yıl kadar önce bu ormanı bu yeşili oluşturanlar eminim huzurlu bir uykudadırlar, ya da hâlâ varsalar çok mutludurlar. Bu kısacık yazıda ben hem bilimsel çalışmalarını hem sağlam aile hayatını çok takdir ettiğim Prof. Dr. Metin Balcı’yı ve onun güzel ve zeki eşini bir kez daha kutlamak ve Hacettepe Kimya Bölümü Organik Kimya grubuna başta Prof.Dr.Cihangir Tanyeli’ye tekrar teşekkür etmek istedim.