16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1474/19 Haziran 2015 MÜCADELESİ İÇİN NE YAPMALIYIZ? Yrd. Doç. Dr. İrfan Mukul Sinop Üniversitesi kurulacağını anlamak için öncelikle günümüzün ekonomi politiği şekillendiren yeni liberal süreçlere bakmakta anlaşılır gibi gözüküyor. Korkut Boratav’ın söylediği gibi: Yeni liberalizmin başlangıcı, genellikle ThatcherReagan yönetimlerine (1980 civarına) bağlanır. İlk aşamadaki temel hedef, Batı toplumlarındaki refah devleti düzenlemelerinin tasfiyesi olarak ortaya çıkar. Ancak, genellikle gözardı edilen bir evveliyatı da vardır. Latin Amerika’daki bazı askeri dikta rejimleri, 1970’li yılların ikinci yarısında ülkelerini yeni liberal deneylerin laboratuvarları haline dönüştürdüler. Cuntalar, Şili, Arjantin ve Brezilya ekonomilerinin yönetimini, Friedman doktrininin tezgâhından geçmiş iktisatçılara devretti. Stratejik hedef, Latin Amerika’da köklü bir geleneği olan “kalkınmacı”, popülist modellerin tasfiyesiydi… Üretkenyatırımcı sermaye akımları (doğrudan yatırımlar) esasen serbest olduğuna göre, bu yeni “liberalizasyon dalgası”, esas olarak finans kapitalin programıydı. Ancak, bu hamle sınıfsal içeriğiyle değil, sınıflar ötesi bir küreselleşme söylemi ile sunuldu. Kuramsal, olgusal ve tarihsel yanlışlar; hatta yalanlar üzerine oluşturulan bu ilkel söyleme göre sermayenin sınırsız “özgürlüğü”, yoksul ülkelere refahın, bir anlamda cennetin anahtarlarını vadetmekte idi (1). Akkuyu ve İnceburun nükleer santral yatırımlarının yirmişer milyar dolar üzerinde maliyetlerinin varlığı, söz konusu yatırımların sadece Türkiye açısından değil, küresel sermaye için de ne kadar önemli olduğunun göstermektedir. Türkiye’de nükleer enerjiye temel itirazlar Acayipleşti havalar, bir güneş, bir yağmur, bir kar. Atom bombası denemelerinden diyorlar. Stronsium 90 yağıyormuş ota, süte, ete, umuda, hürriyete, kapısını çaldığımız büyük hasrete. Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm. Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz, ya dünyamıza inecek ölüm. Nazım Hikmet maruz kalmıştı). Bununla birlikte Türkiye’de dönemin devlet yetkililerinin Çernobil kazası sonrası devletin elindeki radyasyonlu çayları eritebilmek için yaptıkları açıklamalar ile dönemin başbakanının Japonya’daki Fukuşima felaketinden sonra santral patlamasını evlerdeki tüp patlamasına benzetmesi. III Özellikle alternatif enerji kaynakları Türkiye’den daha sınırlı AB ülkelerinden başta Almanya, İtalya ve Fransa olmak üzere nükleer tesislerini zamana yayarak kapatma kararı almaları yanında şu anda Japonya’da 50 nükleer santrallerin tamamına yakınının kapalı olması, Türkiye’yi dünçıktığını ortaya koyduğunu söyledi. Dördüncü olarak da pozitif bilime ait bu nesnel sürecin perde arkasında işleyen küresel sermayenin nükleer santraller konusundaki yerini görebilmek (ya da gösterebilmek) için nasıl bir enerji politikası gerekiyor sorusundan önce, nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz sorusunu sorup, gereğini yapmakla ilgilidir. İçine sürüklendiğimiz anlamsız üretim/tüketim sarmalını sorun etmemek, hem de enerji sorununa çözüm arıyormuş gibi yapmak, konuya bütünlüklü ve tarihsel bağlamından koparmak gibi yanılgılara düşmemek gerekiyor. Yazımızı bütün bu süreçleri özetleyen bir fıkra ile bitirelim: Adamın biri iddia edermiş, ”Galata kulesinden atlarsam bana hiçbir şey olmaz!” diye. Tartıştıklarından bazıları sonunda dayanamayıp, ”haydi, atla da görelim,” demişler. Diğer başkaları; yapma, etme diye durdurmaya çalışsalar da, adam dinlememiş. Gitmiş, Galata kulesinin tam tepesine çıkmış… ve atlamış. Bu atlamanın sonucunu yazmaya içimiz elvermiyor. Ama rivayet ederler ki, bu aşırı iyimser ve biraz deli adamın, kulenin restoran katı hizasından aşağı doğru geçerken şöyle bağırdığı duyulmuş:” Şimdilik her şey yolunda gidiyor!” (3). 1 Korkut Boratav, “Yeni bir kriz dalgası mı? “, SoL Gazetesi, 04 Şubat 2014. 2 İrfan Mukul, “Nükleer Çöplüğün Yeni Adresi: TOROSLAR”, Cumhuriyet Gazetesi, Bilim ve Teknoloji Dergisi, Sayı 1263, 03 Haziran 2011. 3 Mine Kışlalıoğlu, Fikret Berkes, Çevre ve Ekoloji, Remzi Kitapevi, sy. 70, 1990. Ç ernobil nükleer kazasının yıl dönümü, 2526 Nisan tarihlerinde Türkiye’de çeşitli etkinliklerle anıldı. Sinop Nükleer Karşıtı Platformu’nun düzenlediği Sinop mitingine katılım 10 bin kişinin üzerinde oldu. Böylece Sinop‘da tarihi bir gün yaşanmış oldu. Mitingin coşkusu ve katılımı önemli kazanımlara yol açacak gibi görünüyor. Ancak mücadelenin kazanıldığını söylemek için çok erken. Nükleer enerji üretiminin karşıtlığı üzerinden “çevreci” bir duyarlılık oluşturmak ve bunun sonucunda da bir takım kazanımlar (Sinop İnceburun’a nükleer santral kurdurulmaması) elde etmek uğraşısı içinde olanların işleri zor gözüküyor ama imkânsız da değil. Zor, çünkü insanlık günümüzde gelip geçici yüzeysel akımlara kapılmakla meşgul, her ne kadar şimdiki zamanın insanı, sadece “şimdiki zaman”a hapsedilmiş olsa da, diğer taraftan da kolay çünkü bu hapsolma hali tüm dünyada yaşam alanları daralan ve böyle yaşamak istemeyen insanlar mevcut. İyi de bu mücadeleyi yapanların örneğin Sinop yaşam alanı için argümanları neler olmalı? Bu sorunun yanıtını Sinop’ta Nükleer Karşıtı mücadeleleri yaklaşık on yıldır gözlemleyen bir sosyal bilimci olarak yanıtlamaya çalışacağım. Birinci olarak sorunun çözümü, hapsolma halinden kurtulmak olaylara ve olgulara bütünlüklü ve tarihsel bakıp bakmama sorunuyla ilgili gibi gözüküyor. Konumuz üzerinden ilerlersek Çernobil ya da Fukişima’da yaşananlar üzerinden Akkuyu (Mersin), İnceburun’da (Sinop) neden nükleer kurulmaya çalışıldığı ve buralarda yaşanabilecekleri kavrayabilmek için, kapitalizmin tarihselliğini görüp geleceğin şekillenmesine hizmet eden bir tarih bilincine sahip olmak gerekiyor. Belki de bugün bütün dünyadaki çevreci yaklaşımların en büyük sorunu, insanlık ve doğa için doğru bir geleceği öngöremeyen kapitalizmin ilerlemeciğinde takılıp kalmaktır. İkinci olarak Çernobil’de ve Fukuşima’da yaşananlara rağmen Akkuyu ve İnceburun’da nükleer santralin neden Öte yandan üçüncü olarak da Türkiye’ye nükleer santraller kurulamaması gerektiğinin temel argümanları şunlar olmalıdır: I Dünyada yaşanan iki büyük nükleer kazanın (Çernobil ve Fukuşima) teknoloji ile alakası olmadığı ortadadır. Ayrıca bu kazaların sonuçları da ortadadır (bu kazalarda sorumlu ülkeler olan Rusya ve Japonya’nın Akkuyu ve İnceburun’a nükleer santral kuracak olmaları da ironik bir durumdur). Tüm dünyada ortalama ömürleri elli yıl olan nükleer santrallerin söküm maliyetlerinin kuruluş maliyetlerinden fazla olması. II Henüz nükleer santrali bulunmamasına rağmen dünyanın 20 büyük nükleer kazasından birinin Türkiye’de gerçekleşmesi (1999 yılında hurda diye satın aldıkları konteynerin içinden radyoaktif madde çıkan aynı aileden 13 kişi yoğun radyasyona TEMEL İTİRAZLAR yadaki yönelimin dışında hareket eden ülke konumunda olması. IV Türkiye’deki enerji dağıtımındaki kayıpkaçak oranı olan %20’lerden dünya ortalaması olan % 8’e indirilmesi durumunda ki bunun için yaklaşık 2 milyar dolar gerekiyor, Sinop nükleer santrali için öngörülen maliyet bedelinin 20 milyar doların üzerinde olduğunu unutmayalım. Sadece bu yöntemle Akkuyu ve İnceburun’a kurulacak nükleer santrallerden elde edilecek enerji miktarından daha fazla enerji elde ediliyor olması. V Türkiye, nükleer yakıt üreten gelişmiş ülkelerin bakış açısıyla üçüncü dünya ülkesidir. Dolayısıyla Toros Dağları silsilesi, Akkuyu’da kurulacak nükleer çiftliğe yakınlığı nedeniyle nükleer yakıt atıklarının en iyi saklanabileceği yer olarak görülmektedir (2). Bu itibarla Türkiye’nin tüm dünyanın olası bir nükleer çöplük merkezi haline dönüşme ihtimalinin varlığı. VI Uluslararası Nükleer Karşıtı Hekimler Birliği Başkanı Alman Doktor Angelika Claussen, 18. Nisan 2015’de İstanbul Makine Mühendisleri Odası’nda yaptığı açıklamada: Nükleer tesisler sadece ölçülebilecek bir zarar vermediğini bununla birlikte genelde çocukların lösemi ve kanser olmalarına sebep olduğunu söyledi. Bu konuda Almanya’da 2007 yılında 16 nükleer santral üzerinde bir çalışma yapıldığını ve bu çalışma bir çocuk santrala ne kadar yakın oturursa kanser riskinin % 6570 arttığı ve lösemi riskinin yine çocuklarda iki katına BİR EMEKLİLİK SEMPOZYUMU Metin Balcı için bir araya geldiler Ayhan Ulubelen [email protected] Orta Doğu Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cihangir Tanyeli’nden sevgili genç arkadaşım Prof. Dr. Metin Balcı’nın emekli olmak üzere olduğunu ve kendisi için bir konuşma yapmak üzere davet edildiğimi öğrenince tabii kabul ettim. Toplantı Metin Balcı’nın emekli oluşunu kutlamak, (ben doğrusu emekli olmanın nesi kutlanır hâlâ anlamış değilim) daha doğrusu (bence en uygunu) Metin Balcı’yı onore etmek için yapıldı. Sayın Prof. Tanyeli ve her biri ya Prof. ya doçent ya da dr. olan (isimlerini vermeden geçemiyeceğim) Özdemir Doğan, Metin Zora, Akın Akdağ, Salih Özçubukcu ve
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle