22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ Ben Hep Türktüm lamadım. Bileşenlerin etnik kimliğini hiç merak etmeden, Eski Dünya’nın Çinlileri, Hintlileri, İranlıları, Arapları, Bizanslıları, Rusları, geniş bir atlı göçer grubuna Türk demişler. Bunların değişik adları birbirlerinden ayrılmak için kendilerine taktıkları boy adları: Göktürkler, Hazarlar, Peçenekler, Selçuklar vb. Ama hepsi Türkçe’nin bir diyalektini konuşuyor ve anlaşıyorlardı. Bozkırın devletlerini aşiretler, boylar kurmuştur. Bunlar, büyük aşiret konfederasyonları halinde, genelde Batı’ya, fetih, daha doğrusu yağma ve doyum için akın yaparlardı. Hunlar gibi Fransa’ya kadar uzananları var. Büyük bir göçer konfederasyonu olan Hunlarda kurucu boyu Türk’tü. Fakat çok değişik kökenli aşiretlerdi. Moğol devletinin kurucuları Moğoldu. Fakat sayısız Türk boyunu da içeriyordu. Ksenofon, Anadolu’da Türklerden söz etmez. Fakat Marco Polo, Türkmenlerin fethettiği Anadolu’ya, çeşitli Hıristiyan grupların varlığından haberi olduğu halde, ‘Turcomania’ der. Cumhuriyetin okullarında liseyi bitirene kadar, bize bir Türk evrenselliğinden söz ettiler. Fakat bizi, Türk, Çerkez, Kürt ya da Ermeni diye ayırmadılar. Hep birlikte Türk dili ile tanımlanan göçerlerin diliyle tarihlerini okuduk. Bazı edebiyat ve tarih hocaları ırkçı, bazıları Osmanlıcı, bazıları da sadece Cumhuriyetçi idi. Ama sınıftaki değişik kökenli öğrencilerinin kimliğini sorgulamaya kalkışmadılar. Osmanlı’dan arta kalan varlıklarını savaşarak koruyan Anadolu Türkleri 1923’te bir ulusal devlet kurmak zorundaydı. Bu da bütün dünyanın zaten bildiği Türkiye oldu. Bugün kimse Amerikalı, Fransız ya da Brezilyalıyı din, dil, ırk bağlamında sorgulamıyor. Çerkez, Arap, Laz, Kürt olmak kimseyi Türkiye vatandaşı olmaktan çıkaramıyor. Çünkü dünya size Türk diyor. Öte yandan kimseyi Kürt, Rum, Ermeni olmaktan da uzaklaştıramazsınız. Bu değişmeyen tarihi kimlik, bir devlet vatandaşı olmaktan daha değerlidir. Ne var ki bu fiziksel kimliğin, kişi bağlamında, niteliksel bir özelliği yok. Nitekim Amerikan ya da Fransız vatandaşı olunca kimseye, tarihi kimliği nedeniyle, özel bir statü verilmiyor. Kimliğinizle övünebilirsiniz. Ermenilik, Kürtlük, asilzadelik, çelebilik, sinema artistliği, yazarlık. Ama yaratıcı düşünürün dilinin ve etnik kimliğinin ne önemi var? Türkiye’de çocuğunu yurtdışında doğurmaya gidenler var. Laz’ım, Kürd’üm, Çerkez’im diye övünenler var. Bu ne ayıp ne de yasak. Türkçe’nin yanında Kürtçe, Rumca bilseydim, övünürdüm. Ama Ermeni, Kürt, Çinli olduğum için övünemem. Her toplumun, iyisi, kötüsü var. Paris’te doğdum diye övünemem. Bir trende de doğabilirdim. Hıristiyan kökenli Yeniçerilere Avrupalılar Türk diyorlardı. Onlarla da övünmem. Kimlik konusunda insana saygılı bir duyarlık ve bilgilenme anlamlıdır. Bunun ötesi boş bir başkalaştırmadır. Tarihte toplumları birbirine düşman eden nedenlerin başında ayırıcı niteliklerin vurgulanması gelir. Bu bağlamda son dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüşü iyi bilinen bir örnektir. Gerçi bunun nedenleri sadece etnik nedenlere de indirgenemez. Kuşkusuz çağdaş dünyanın sorunları çok daha karmaşık. Eğer ayrıştırma kavga ile başlayıp, kavga ile bitiyorsa arkasında emperyalist bir bit yeniği aramak aydınlatıcıdır. Ama ben bir Türk’üm. Ben Paris’te, bir Türk olarak doğdum. 89 yıl sonra da Türk olarak yaşıyorum. Türk olmaktan bir şikâyetim yok. Bana Türklüğü bir elbise gibi giydirmediler. Babam Çerkez, ama Türklüğümü hiç sorgu “Türkiyeli İnsanlar” Bu haftaki yazılarımızı, yayına yetiştirmek için seçimden önce yazdık. Seçim sonrasını daha sonra yazacağız. Yazımın başlığını, “Ben neden Türk’üm?” makalesi geniş yankılar yapan Doğan Kuban’ın, geçen hafta CBT ’de yayımlanan “Seçim Üzerine Çağrı” başlıklı makalesinde kullandığı Türkiyeli İnsanlar” deyiminden ödünç aldım. Ülkemizde Türk olmayan ya da“Türküm” demeye dili varmayan yurttaşlar, bugün, ulusal bir birlikten çok, MüslümanLaik, SünniAlevi, TürkKürt vb. karşıtlıklar sergiliyor. Bu yaygın olgu ülkemize özgü değil. Toplumbilimci Gellner İslam Âleminde, İnsanbilimci LeviStrauss da İnsan Dünyasında, ortak bir “Ötekilere Karşı Ben” (EGO versus Autre) eğilimi buldular. Gerçi Uzakdoğu kültürleri ve Fransız Devrimi’nden sonra Batılı ülkeler,“Çeşitlilik İçinde Birlik” ilkesini önerdiler; ama çeşitlilik içinde birliğin sürdürülmesi, söylendiği kadar kolay olmadı. Demokrasi sorununu inceleyen sosyolog Touraine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ nde yer alan“Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik” üçlüsüne, “Ötekileştirmeyen bir toplum” ekledi. Konumuz tekil bir “Türk” kavramı olsa da, içeriğinde çoğul bir “Türkiyeli İnsanlar”çeşitliliği var. Birlik idealine karşı, ötekileştiren bir gerçeklik. O kadar evrensel ki “kendini bil’ demeyen insan,” özvarlığını, ötekilere karşı algılıyor. Ötekiler yoksa yaratıyor. Varlık ve kuruluş gerekçesini hatırlayan UNESCO’nun 1990’larda üye ülkelere sunduğu Barış Eğitimi Projesi sonuçsuz kaldı. Küreselleşen Dünya, beş büyüklerin baskısı altında, barış için barışa değil, savaşa hazırlanıyor ve savaşıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, yaptığı Kültür Devrimi’ni dünyaya ihraç etmedi; ama kendi içinde bir “karşı devrim” yarattı. 1950’lerin Demokrasi Hareketi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı bir “Halk Devrimi” olarak benimsendi (Peyami Sefa 1962). AKPCemaat ortaklığı, 12 Eylül Cuntası’nın Türk İslam Sentezi’ni, İslam adına, Batı desteğinde Türk varlığına ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ ne karşı yorumladı ve seçimler kazandı. Ne var ki, AKPCemaat Ortaklığı’nın Cumhuriyet ve Türk karşıtlığı, bağımsız Cumhuriyeti, küreselci ve sömürgeci yeni kapitalizme karşı uyandırdı. Bu yüzden 7 Haziran seçimleri, hayati bir önem ve öncelik kazandı: Barış mı, savaş mı? Laik Cumhuriyetin onarımı mı, Müslüman kardeşler Cumhuriyeti’nin kurulması mı? “Türkiyeli İnsanlar” deyimi, Aydınlanma Çağı’ndan bir İskoç deyimini anımsatıyor: En iyimizin öyle kusurları / en kusurlunun öyle meziyetleri var ki / kusur dediğimiz bizim/ sakın kusur görmek olmasın! Osmanlı boyunduruğundan son kurtulan Türk Milleti’nin (B. Lewis 1984), sömürgeci Batı’ya karşı kazandığı bağımsızlık savaşıyla kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin Yurtta Barış Dünyada Barış ülküsü, Dünya’ya savaş açan İslamcı bir terör örgütüne yapıldığı söylenen ve devlet sırrı olarak örtülmeye çalışılan yasa dışı devlet yardımıyla bağdaşabilir mi? Türkiye’nin ve Türkiyeli İnsanlar’ın esenliği ve güvenliği, laik Cumhuriyet’in iç ve dış politikada, barış ülküsüne sadık kalmasını zorunlu kılıyor. Sonucunu bilemediğim seçim sonuçlarının, Türkiye’de barıştan yana ve erkler ayrımında, hukukun üstünlüğü ilkesine saygılı demokratik bir koalisyon hükümet kurulmasına imkân vermesini umuyor ve diliyorum. Türkiyeli insanların ülküsü, bölgesel bir dünya gücü olmak değil, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine erişmek ve oradaki yerimizi korumak olmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle