Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 TartışmaEditöre Mektup CBT 1473/12 Haziran 2015 Rönesans kültürünün doğuşu, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti Murat Avcı Emekli Öğretim Üyesi, email:muratavci4@turk.net R önesans İtalya’da 15. yüzyıl sonlarında başladı ve Avrupa’ya da yayılarak gelişimine devam etti, ediyor. Bilim, sanat ve toplumun çalışma ve yaşam tarzlarında etkili olan bu güzel oluşumu başlatan faktörün çok çilekeş bir yolculuğu vardır. Roma İmparatorluğu’nun Latin ırkı, eski Yunan kültürünü benimsemiş ve hatta geliştirmiştir. Milattan önce 271341 yıllarında Yunan kültürünü özümseyerek yetişmiş Yunanlı filozof Epicurus, rasyonel bilimin temellerini inşa etmiş ve bu düşünce tarzının yayılmasını sağlamıştır. Milattan önce 9555 yıllarında yaşadığı ileri sürülen Titus Lucretius Carus, Epicurus’un maddeci (özdeksel) öğretisinden etkilenmiş ve aynı doğrultuda çalışarak O’nun düşünce ve kuramlarını, çok etkileyici bir derinlikte anlattığı,“ŞEYLERİN DOĞASI” (Latincesi: De Rerum Natura, İngilizcesi: The Nature of Things) adlı eşsiz eserini üretmiştir. Lucretius bu kitabında kendi felsefi düşüncelerini, insanın doğayla, yerküre ve dinlerle olan ilişkisini derinliğine aydınlatmaya çalışmıştır. Amacı, insanı korumak ve bilgilendirmektir. Lucretius’un bu destansı ve öğretsel (didaktik) şiirleri kitabında verdiği bilimsel bilgiler ortaya çıktıktan sonra Avrupa bilim dünyasını şaşkına çevirmiştir. Zira Lucretius’un 2100 yıl önce ortaya attığı inanılmaz kuramlar ancak çağımızda DENEYSEL KANITLARLA ispatlanabilmiş kuramlardır. Zamanına göre ve Hıristiyanlık dininin başlamasıyla, ortama ters düşen çok tehlikeli ifadeler içeren bu etkileyici şiir kitabı, tarihin gidiş yönünü değiştirecek nitelikteydi. Gerçekten O, 2100 yıl önce sindirilmesi zor olan şunları yazmıştı; Evren işlevlerini İNSAN TANRILARIN yardımı olmadan yürütür; dinsel korkular insan yaşamını mutsuz kılıyor; madde sınırsız bir boşlukta, devamlı hareket eden (devinen) çok küçük parçacıklardan (çekirdek veya atomlardan) meydana gelmiştir. Dogmatik (inaksal) olarak üretilmiş bu fikirlerin neye dayanılarak üretildiğinden hiç söz edilmemektedir. Ancak, doğrulanması 20. yüzyılda deneysel olarak kanıtlanan bu fikirlerin kaynağı ne olursa olsun Rönesans’ın başlamasını besleyen fikirler olmuştur. Lucretius’un başlık yapmadan 6 kitap şeklinde topladığı maddeci (özdeksel) ve öğretsel şiirleri, Hıristiyanlık dininin ortaya çıkması, dini fanatizm ve hoşgörüsüzlükler nedeniyle insanlara 1400 yıl gecikmeyle ulaşabilmiştir. Ancak MS. 1417 yılında, kiliselerin tozlu kütüphane raflarında saklı kalmış, parşömene el yazısı ile yazılı bu de ğerli eseri, bir kitap avcısı ve bilgi tutkunu olan Poggio Bracciolini adında bir felsefe adamı yeniden ortaya çıkarmış ve kopyası az olduğu için yazmanlar tutup çoğaltarak yeniden dolaşıma, insanlığın kullanımına sunmuştur. Bu nedenle, bu dönem, Lucretius’un “ŞEYLERİN DOĞASI” eserinin yeniden doğuşu diye adlandırılmaktadır. Yani aşağı yukarı 600 yıldan beri yerkürenin bilimsel vizyonu (öngörüsü) niteliğindeki bu görkemli eser, 15. yüzyıl ve sonrası yaşamış bilim, sanat ve düşünce insanları olan; Montaigne, Darwin, Machiavelli, Galileo, Newton ve hatta Einstein’ın bile düşünce ve yöntemlerini etkilemiştir. Lucretius başlık yapmadan altı kitap şeklinde sunduğu 7400 dizelik tek eseri olan “ŞEYLERİN DOĞASI” adlı şiirsel eserinde, doğayı ve onun ayrılmaz parçaları olan insan, hayvan, bitki ve tanrıların etkileşimini işlemiştir. Lucretius, bu eserini semavi dinler (Hıristiyanlık, Müslümanlık gibi) çıkmadan önce yazmıştır. O zamanlar var olan İNSAN TANRILARIN zulmünü gördüğü için onlara hep karşı çıkmış ve halkı onlara karşı bilgilendirmeye çalışmıştır. Stephen Greenblatt, kendi eserinde yer verdiği Latincedenİngilizceye tercümesinde, orijinal eserin seçilmiş bölümlerini rasyonel (ussal) bir açıdan aşağıdaki gibi aktarmaktadır. HERŞEY GÖZLE GÖRÜLEMEYEN PARÇACIKLARDAN (ATOMLARDAN) MEYDANA GELMİŞTİR: Lucretius’a göre insan, yıldızlar, okyanuslar ve diğer her şey gibi atomlardan meydana gelmiştir. Atomlar, sınırsız bir evrende rastgele devinirler, birbiriyle çarpışır, bir araya gelir, yeni bir şekil yaratır, ayrılırlar, tekrar birleşirler ve dayanıklı şeyleri (mevcut varlıkları) meydana getirirler. EVREN SADECE İNSAN İÇİN VEYA İNSANDAN DOLAYI YARATILMADI: Yerküre denizleri çölleri, sert iklimi, vahşi hayvanları ve hastalıkları ile yalnızca insanlar için inşa edilmedi. İnsan diğer türler gibi ürer, gelişir ve kaybolur. İnsan, sadece canlı varlıklarla bağlantılı değil, organik olmayan şeylerle de birlikte var olan bir varlıktır ve bu özenli konumu diğer hayvanlarla paylaşır. İNSAN YAŞAMI, SESSİZ, SAKİN VE BOLLUK İÇİNDE, ALTIN ÇAĞDA DEĞİL, YAŞAMAK İÇİN İLKEL BİR SAVAŞIM (ÇATIŞMA) ORTAMINDA BAŞLADI: Ateş yoktu, tarım yoktu, yemek ve yenilmemek için savaşmak zorundaydı. Başlangıçta beraberlikler sadece rastgele çiftleşmelerle, ya karşılıklı istek veya bir şeyle takas ederek, ya da tecavüz ile oluyordu. Birlikte avlanmak ve yiyecek toplamak da insanları bir araya getiriyordu. Ölüm oranı oldukça yüksekti ama Lucretius bu konuda “şişirilmiş savaşlar, gemi batmaları ve fazla yemekle gelen ölümler kadar değildi” diyerek bizi iğneliyor ve ekliyor: İnsanlık kendini korumak için silahlar geliştirdi ama o silahlar sonunda kendine çevrildi. İNSAN TANRILARIN ZULMÜ: İNSAN TANRILAR halkı sömürmek için organizasyonlar yapıp halkın güçsüzlüklerinden yararlanacak kadar zalim olmuşlardır. Bunun en acımasız örneği, ailelerden çocuğunun kurban edilmesi isteğidir. Lucretius halkı aydınlatmak amacıyla bu tanrıların ileri sürdüğü semavi (göksel) Titus Lucretius Carus haberciler veya ölülerin ruhu gibi temelsiz boş inançları halka anlatarak İNSAN TANRILARA inanmamalarını aşılıyordu. İNSAN YAŞAMININ EN YÜKSEK AMACI MUTLULUĞUN ARTTIRILMASI VE ACININ AZALTILMASIDIR: Yaşamın en önemli unsuru mutlu yaşamaktır. Bunun dışındaki bütün istemler erdemli görüneceksin diye kendini kurban etmek ikincil, yanlış ve aldatmacadır. MUTLULUĞA EN BÜYÜK ENGEL ACI DEĞİL YANLIŞ İNANÇTIR: İnsan mutluluğunun temel düşmanı, bu ölümcül dünyada bir şeyleri elde etmek için, eldeki olanakları aşma tutkusudur. İnsan mutsuzluğu Lucretius’a göre düş gücünde (imgelemde) yatmaktadır. İnsanlar her ne kadar fani ve ölümcül olduklarını bilseler de sonsuzluk (ahret) inancı yanılsamasının pençesi altındadır. Bunun sonucu olarak sonsuzluk mutluluğu ve sonsuzluk acısı kaçınılmazdır. ŞEYLERİN DOĞASININ ANLAŞILMASI İNSANIN MUTLULUK YOLUDUR: Evrenin, atomlar ve boşluktan başka bir şey içermemesinin farkında olma, dünyanın tanrısal bir yaratıcı tarafından sadece bizim için yaratılmadığı; duygusal yaşamımızın fiziki yaşamımızdan farklı olmaması; bütün diğer yaratıklardan farklı olmamamız; ruhlarımızın maddesel ve aynı bedenimiz gibi ölümcül olduğu bilgilerini kabullenmemiz insan mutluluğunun yollarıdır. Lucretius’un amacı gerçekleri tüccar yanılsamacılardan (uyutuculardan) kurtarmaktır. Bir doğa bilimcisi olarak, Lucretius’un 2100 yıl önce kurgulamış olduğu bu kuramlar karşısında şaşırmamak, saygı duymamak mümkün değil. Özellikle maddenin en küçük parçasını çekirdek veya atom olarak varsayması ve atomların hiç bir zaman yok olmadığı, ancak birleşerek dayanaklı maddeler yaptığını ileri sürmesi, o zamanlar “Deneysel Kanıtlama” (Empirical Proof) yönteminin olmayışı nedeniyle, inanılmaz bir niteliktir. 15. yüzyıl ve sonrasında, yani Poggio Bracciolini’nin bu muhteşem şiir kitabını dolaşıma tekrar sokmasından sonra Lucretius’un fikirleri, insanları Hıristiyan dininin tutucu, gerici düşünce ve tutumundan kurtarıp, hurafelerden arındırarak Rönesans’ın doğuşunu besleyen değerli bir kaynak olmuştur. Ama kiliseler daima Lucretius’un fikirlerinin yayılmasına engel olmak için çok savaşım vermiştir. Bu dini baskılar nedeniyle, eser zamanın yazarları arasında gizlice dolaşmış ve etkileri bu yazar, sanatçı ve düşünürlerin eserlerinde yerini almıştır. Lucretius kendi yaşadığı dönem için ürettiği “ŞEYLERİN DOĞASI” için “Sapma veya Yön Değiştirme” (the swerve) deyişini de kullanmıştır. Çünkü yazdıkları, o zamanki toplum kültüründen çok değişikti, dolayısı ile “ondan sapılmalıdır, yeni bir gidiş yolu gereklidir” diye düşünüyordu. Rönesans’ın bu yeniden doğuş veya yeniden canlanma özyapısı, toplum kültürünü değiştirdiğinin en güzel örnekleri; resim, heykel, müzik, mimari ve edebiyat dallarında kendini göstermiştir. Bunların dışında, halkın görgü kurallarını (adabımuaşeret), konuşma dili, toplumun günlük kullandıkları objelerin tasarım ve dekorasyonunu da değiştirdi. Bu makaleyi Lucretius’un 2100 yıl önce ürettiği ”ŞEYLERİN DOĞASI” eserine olan hayranlığım nedeniyle herkesle paylaşmak için yazdım. Batı felsefe yayınlarında bu eser Rönesans’ın başlamasını sağlayan en önemli ilk faktör olarak kabul edilir. Lucretius’u okumak, ilgimi istençdışı, Rönesans’ın İtalya ve Avrupa’da en etkili zamanı olan 16. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun da en güçlü dönemini yaşamış olmasına çekti. Rönesans’la birlikte, Avrupa’da kültür ve medeniyet canlanması yaşanırken Osmanlı ve Avrupa arasında belirginleşen entelektüel açıklık, bilimsel ve teknik dinamiklerin işleyişiyle daha da arttı. Özgür düşünce ve yeni keşiflerin ağırlık kazandığı batı yükselişine karşı zamanla