16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

www.iku.edu.tr Göbeklitepe’de Neolitik Çağın İzleri Güzin Kutlu Tarhan İstanbul Kültür Üniversitesi İletişim Sanatları Yüksek Lisans Mezunu [email protected] BİLİM KÜLTÜR VE EĞİTİM B irkaç sene önce televizyonda iki ünlü Amerikalı gurmenin dialoğu dikkatimi çekti. Anadolu topraklarında yetişen sebze ve meyvelerin türleri içinde en lezzetli yiyecekler olduğundan bahsediyorlardı. İklimin uygunluğu dışında nedenini sorgularken getirdikleri yorum ilginçti. “Üzerinden gelip geçen uygarlıkların tarihi geçmişi tartışılmaz” dediler. Yerleşimlerine sahip olmak veya korumak için dökülen kan toprağı organik beslemiştir mantığını geliştirdiler. On bin yıl önce insanlık “neolitik” (taş çağı) dönemindeydi. Tarım ve yerleşik yaşam öncesi, taştan yaptıkları aletleri kullanarak, avcılıktoplayıcılıkla yaşamlarını sürdürdükleri bilinirdi. Tarım yerleşik hayatı, yerleşik hayat da binlerce yıl içinde kültürü, sanatı, dini yani uygarlığı oluşturdu. Anadolu toprakları üzerinde 3500’ü aşkın tarihsel yerles¸im merkezi kalıntıları saptanmış. Onbinlerce yıllık geçmişiyle değişik halklara yurt, çeşitli uygarlıklara yatak olmuş. İnsanlığın kültürel gelişimi, sadece Akdeniz’in doğu kıyılarında değil, birçok bölgede görülmüş. Güneydoğu Anadolu Göbeklitepe höyük kazısının da bu çekirdek bölgelerden biri olduğu tespit edilmiş. Amerikalı gurmeleri haklı çıkaracak bir başka tespit ise, genetik haritalar göstergesi. Göbekli’nin temelinin atılmasından birkaç asır sonra ilk buğday ıslahının bu alanda yapıldığı görülmüş. Hayvancılık da hemen buralarda gelişmiş, ilk evcil domuzlar yakın çevrede ortaya çıkmış. Büyük ve küçük baş hayvanlar ilk olarak Türkiye’de MÖ 6500 yıllarında evcilleştirilmiş. Ardından çömlekçilik gelmiş. Bu keşifler daha sonra üç yüz mil ötedeki bilinen en eski taş devri köyü olan Çatalhöyük’de görülmüş. Henüz hiçbir tarihçi ve arkeoloğun tatmin edici bir açıklama getiremediği Göbekli Tepe, yuvarlak şişkin görüntüsünden dolayı bu isimle anılmış. Tepenin doğusunda İncil’de bahsedilen Harran Ovası, güneyindeyse, medeniyetin doğduğu yer olan Mezopotamya, Bereketli Hilal’in kadim topraklarına doğru uzanan yirmi mil ötedeki Suriye sınırı bulunuyor. Neolitik Dönem’in ilk evrelerine ait Göbekli Tepe Höyüğü çok uzak bir mesafeden bile göze çarpıyor. Alman Arkeolog Harald Hauptmann danışmanlığında, bölgenin öneminin işaretlerini algılayan Arkeolog Klaus Schmit 1995’te Şanlıurfa Müzesi ile ortaklaşa kazıya başlamış. Buluntularda ortaya çıkan yapılar, heykeller ve simgeler insanlık tarih bilgilerinde bir milat başlatmış. Geçen ondokuz senede, Göbekli Tepe’de devasa büyüklükte kayaların ayağa dikilmesiyle oluşturulmuş, özenle inşa edilmiş, özenle süslenmiş sekiz ile otuz metre arasında çapları olan tapınak buluntuları ortaya çıkmış. Toplam yirmi adet tapınağın henüz dördü açığa çıkarılmış. Çalışmalarda görülen çakmaktaşı ile kazınmış izler, heykelcik tasvirleri henüz maden kullanılmayan bir çağda bu taşları işleyebilen insanlara hayranlığı arttırmış. Tapınağın ortasında T seklindeki stilize edilmiş insanı temsil ettiği düşünülen iki dikilitaş o zamanın şartlarında nasıl taşınılmş arkeologların aklı almamış. Göbekli Tepe’deki dev kayaheykelleri inceleyen National Geographic, konuyla ilgili belgeselde şu cümleyi kuruyor: “Bu dönemde yaşayan insanların bu tapınakları yapabilmesi, üç yaşında bir çocuğun elindeki oyuncak tuğlalarla Empire States’i inşa etmesine benziyor!” Taş üzerine kazınmış tekil hayvan motifleriyle anlatılmak istenen hikâyeleri, şekillerdeki sembolik anlatımlarla kurulabilecek mantık zicirlerinin yüksek şuur gerektirdiği farkedilmiş. Kullanılan tilki, boğa, yılan, turna sembollerinin anlamları, mitolojik tanımlar, zamanın mit hikâyelerini oluşturmuş. Yaygın görülen akbaba tasvirlerinin yerleştirildiği yer de ilginç. En büyük oymalardan biri başsız bir insanın üzerine konmuş bir akbabayı gösteriyor ve Schmidt’in teorisine göre cesetler bu tepede kuşlara bırakılıyormuş. Çatalhöyük’te izlerine rastlanan, neolitik çağda güneşe gömme gibi bir gelenek var. Bununla birlikte kalıntıdan çıkarılan tonlarca toprak arasında çok az insan kemiğine rastlanmış, belki de cesetler uzaklardaki evlere taşınmış. “Gündelik ha yat işaretleri yok,” diye açıklıyor Schmidt. “Ateş çukurları, çöp yığınları yok. Burada su yok. Yiyeceklerden çakmaktaşlarına kadar her şey buraya getirilmek zorunda, yani burası bir ‘köy’ değil.” Tapınak dünyanın en eski yerleşim yerlerinden daha önceye ait olduğu için Schmidt, insanın inşa ettiği ilk evin, bir tapınak olduğunu ileri sürüyor. “Önce tapınak, sonra kent geldi,” diyor. Çakma taş kullanılarak tapınakta yapılan resimlerin, heykellerin taş devri döneminin ilk sembolle anlaşmanın ürünü olduğu ve duygu, düşünce, eylem arasındaki bağın ilk ürün olmasıyla bir devrimin başlangıcı olduğu da belirtiliyor. Prof. Klaus Schmidt de bu gerçeği daha geniş şöyle ifade etmiş: “O dönemde yaşayan insanların tıpkı bugün olduğu gibi düşünme kapasiteleri olduğu görülmektedir. Hep düşündüğümüz gibi ilkel insanlar değillerdir. Ağaçtan inip uygarlık kurmaya çalışan maymun benzeri yaratıklar oldukları düşünülme melidir. Zekâ yönünden bakacak olursak bize benzedikleri görülmektedir.” Diğer taraftan bu sembollerin diğerlerinden farkı var. İspanya’da, Mısır’daki resimlerde insanların avladıkları, korktukları hayvanları anlatıyorken, bu bölgedeki insanlar biçimli resimleri bir iletişim sembolü olarak kullanıyor. Bu yeni bir dönemi başlatıyor. Diğer bir anlatımla medyanın ilk kullanılması olarak da görülebilir. Üstelik buluntulardaki bu sembollerin cepte taşınacak kadar küçük taşlardan olması, bu sembollerin iletişim aracı olarak da kullanıldığını kanıtlıyor. Dev taş dikmelerin 1030 metre çapında dairesel düzenlemeler halinde yerleştirildiği, ortada da iki dikmenin bulunduğu anlaşılıyor. Bugün sayıları 40’ı bulan taş dikmeler, kazılar tamamlandığında 200’e ulaşması bekleniyor. Tarih kayıtlarında ilk uygarlık olarak bildiğimiz ve taş yapılar yapabilme kapasitesine sahip ilk topluluk olduğu düşünülen Sümer Uygarlığı’nın İ.Ö. 4000 yılında ortaya çıktığı görülür. O halde Sümerler’den 7.000 yıl önce, insanlığın henüz ok ve zıpkınlarının ucuna keskin taşlar bağlamayı bile yeni öğrendiği düşünülen bir çağda, bu büyüklükte yapılar inşa edebilmesi oldukça enteresan. Üstelik bu tapınaklar, Stonehenge’den 7000, Piramitler’den 7500 yıl daha eski. Sanırım Göbeklitepe’yi anlayabilmek için daha bütüncül bir yaklaşım gerekiyor. Sadece arkeoloji ile anlaşılması mümkün değil. Paleozoologlar, paleobotanikçiler, taş bilimciler de araştırmanın içinde olmalı. Ek olarak kutsal metinler, dinler tarihi, arkeoastronomi, kutsal geometri gibi pozitif bilim dışındaki uzmanlık alanlarıyla da bağ kurulması faydalı olabilir. Göbeklitepe’deki sırlar ancak böylesi bütüncül bir yaklaşımla tam olarak anlaşılacaktır. Dünyanın en eski tapınağı Şanlıurfa Göbekli Tepe’deki buluntuların resim ve harf arasındaki kayıp merdiven olduğu üzerinde de duruluyor. Bonn Üniversitesi Eski Mısır Etnologu Prof. Dr. Ludwig Morenz, Göbekli Tepe kazılarını 16 yıl boyunca yürüten ve bu yaz yitirdiğimiz Prof. Dr. Klaus Schmidt’in ortaya çıkardığı buluntular, 12 bin yıl öncesinden resimlerden harf sembolüne giden, Eski Mısır alfabesinin oluşmasına yol açan evrimin çok önemli kanıtı olduğunu belirtmiş. Daha da gizem katan diğer konu ise; Göbekli Tepe’deki 20 tapınak, inşa edilmelerinden tam iki bin yıl sonra tonlarca toprak taşınarak örtülüyor ve üzerleri tamamen kapatılıyor. Yapımı için büyük çaba harcandığı belli olan bu muhteşem tapınakların neden daha sonra yine muazzam bir emek harcanarak gömüldüğünü anlamak kolay değil. 2008’de The Guardian’ın attığı başlık kafa karışıklığını oldukça iyi anlatıyor aslında: “Arkeologları Sersemleten Kazı Alanı!” Stanford Üniversitesi’nden Ian Hodder ise; “Burası çok ayrıntılı, kompleks ve tarım öncesi döneme ait. Göbekli Tepe, tarihle ilgili bildiğimiz her şeyin değişmesine sebep olacak.” diyor. Alman arkeolog 19962014 yılları arasında kazıyı yöneten Doç. Dr. Klaus Schmidt’in sözleri ise deprem etkisi yaratacak gibi gözüküyor. “Tüm kanıtlar gösteriyor ki burası insanlığın doğduğu yer. Hz. Adem’le Havva’nın yaşadığı Cennet Bahçesi’ndeki bir tapınaktı.” Araştırmalar arttıkça, günbegün yeni bulgular tarihin kapılarını aralayarak bizleri daha fazla aydınlatacak. Göbekli Tepe de başlayan kazının arkeoloji ve insanlığın tarih bilimi kurgusunu değiştirecek potansiyeli var. Dolayısıyle bu kazının Türkiye için ne kadar büyük önem taşıdığını bilmemiz gerekiyor. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ Karma Öğrenci Sergisi Açılış: 5 Haziran 2015 Saat: 15.00 ATAKÖY YERLEŞKESİ www.iku.edu.tr / www.ikusag.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle