Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
www.iku.edu.tr BİLİM KÜLTÜR VE EĞİTİM Arkeolojik Mirasımıza Değer Vermek Güzin Kutlu Tarhan guzintarhan@gmail.com İ stanbul Arkeoloji Müzesi’ne yaptığım ziyarette gün yüzüne çıkarılmış bir milyona yakın tarihi eserin sergilendiğini öğrendim. Her biri yaşadığımız toprakların üzerinden binlerce yıldır gelip geçen yerleşimlerin, parlayıp sönmüş uygarlıkların maddi kalıntıları. Her geçen gün artan Marmaray kazılarında Yenikapı batıklarına rastlanması gibi bazen bilimsel bazen de tesadüfen ele geçen tarihi eserler. Müze müdürlüğü kontrolünde değerlendirilerek incelenen, bilimsel yöntemlerle dönemi açığa çıkarılan objeler sergileniyor. Müzeler kültürel varlıkları koruyan sanat ve dünya görüşünü geliştirme misyonunu taşıyan kurumlardır. İnsanlığın geçmişini tanıması için gelişim basamaklarına göre koleksiyonların oluşturulması, sergilenmesi ve en önemlisi korunması müzelerin görevleri arasında yer alıyor. Ülkemiz Arkeoloji Müzelerinin gelişmesinde büyük pay sahibi Osman Hamdi Bey’dir. Ünlü “Kaplumbağa terbiyecisi” tablosunda işlediği içerikte, değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığı, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişimlerinde bulunduğu tarihçiler tarafından vurgulanır. Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı, Muğla Yatağan, Sayda Kral Mezarlığı gibi kazılarıyla da tarihi zenginliklerin ortaya çıkmasında önemli rol taşıyor. talep edildiği tarihçilerin söylemlerinde yer alıyor. Osman Hamdi Bey’in çabasıyla taşınan “İskender Lahidi” ve diğer onbir lahit Müzei Hümayun’a şimdiki İstanbul Arkeoloji Müzesi’ nde yerini alabilmiş. Osman Hamdi Bey’in daha sonra ünlü Fransız arkeoloji uzmanı Gustav Mendel’i büyük çabalarla Müzei Hümayün bünyesinde tutabilmesi de müzeye büyük katkılar sağlamış. Hazırlağı üç cilt “Taş Eserler Kataloğu”nda İskender lahidine otuz, Ağlayan Kadınlar lahidine yirmibeş sayfa ayırarak kabartma bezemelerin detaylı görselliği arkeoloji dünyasına tanıtılmış. Bir çok ilke vesile olan lahitler mimaride de yeni bir tarz yaratmış. Sergilenme Ağlayan Kadınlar Lahti 18811910 süresince Müzei Hümayun müdürlüğünde yeni bir dönem başlatır. İlk Türk bilimsel arkeolojik kazıları başlatan, eski eserleri koruyan ve yurtiçinde tutabilmek amacıyla “1883 Asarı Atika Nizannamesi”ni çıkaran sanat ve kültür adamıdır. Sayda da yönettiği kazıda çıkan, arkeoloji dünyasının başyapıtlarından “İskender Lahiti”ni ülke sınırları içinde tutabilmesi ise başlı başına büyük başarıdır. 1887’de Sayda Netropolü’nün bulunuşu uluslararası alanda ilgi çeken ve arkeoloji dünyasında büyük yankı yaratan bir kazı olmuş. Kabartma bezemelerdeki işçilik, dönemi anlatan derinlik lahitin önemini arttırmış. Hatta zayıflamış Osmanlı İmparatorluğu döneminde borçlara karşılık İLK BİLİMSEL ARKEOLOJİK KAZILAR binasında dünyaca ünlü mimar Alexander Valaury “Ağlayan Kadınlar Lahdi”nin yan cephesinden esinlenerek müzenin ön cephesinin tasarlaması mimaride ilk neoklasik tarzı oluşturmuş. Nekropolün en değerlisi “İskender Lahidi”nin Sidon Kralı Abdalonymos’a ait olduğu belirtilir. Farklı görüşler olsa da Abdalonymos’un lahidini şükranlığını sunmak için İskender’e atıf ettiğinden bahsedilir. Lahidin iki yüzünde de yer alan İskender ön yüzünde solda atının üzerinde gösterilmiş. İskender, Herakles soyundan geldiğine inandığı için, başında Nemea aslanının postu ile tasvir edilmiş. Buna ek olarak, kulağının yanında, Mısır tanrılarından Ammon’un simgesi olan koç boynuzu görülüyor. Lahdin üzerindeki bu tasvirden dolayı da isminin İskender ile bütünleştiği belirtiliyor. Lahdin gövdesinin uzun yüzlerinden birinde Persler ve Yunanlılar arasındaki bir savaş sahnesi yer almakta. Yunanlılar ile Pers askerlerinin görünümleri ise farklı farklı bezenmiş. Yunanlılar kısa tunik veya pelerin giymiş. Pers askerlerinin ise geleneklerine göre yüz ve parmak uçları dışında be denleri açık gösterilmemiş. Pantolonlar birkaç kattan oluşan uzun kollu gömlekler ve başlarını saran tiaralar (başlık) göze çarpıyor. Savaş sahnesinin İskender’in MÖ 333 yılında kazandığı, ona Fenike ve Suriye kapısını açan Issus savaşını temsil ettiği düşünülmekte. Bu savaşın sonuçlarından bir diğeri de, Abdalonymos’un yazgısının değişerek Sidon krallığına getirildiğinden bahsediliyor. Lahdin ikinci uzun yüzünde iki av sahnesi canlandırılmış. At ve arabalarla avlanmanın Yakındoğu uygarlıklarına ait bir özellik olduğu, İskender’in de Fenike’de bu tür avlara katıldığı belirtiliyor. İskender’in İran’ı aldıktan sonra Doğu ve Helenistik kültürlerini bir araya getirerek bir YunanPers İmparatorluğu kurmayı amaçladığı vurgulanmş. Hayatının sonuna doğru bir Pers prensesiyle evlenmesi, Pers giysileri kullanarak, saray adetlerini benimsediği de belirtilmiş. Lahdin bir yüzünde dost olarak bir arada avlanan Persler ve Yunanlıları bu anlayışın ışığında düşünmek gerekir. İskender’in III. Darius’u Issus’ta yendikten sonra Amanos dağlarını aşıp Akdeniz kıyısını izleyerek Suriye’ye girdiği bilinir. Pers yönetiminden hoşnut olmayan Sidon halkı, zengin kentlerinin kapısını Makedonya ordusuna açmış ve İskender’den kendilerine bir kral seçmesini istemişler. İskender, bu işi devrettiği Hephaestion’un seçtiği Abdalonymos ise Sidon krallık ailesiyle uzaktan akraba olup, kral seçilinceye kadar kentin dışında sakin hayat süren ve bahçesinin güzelliği ile bilinen kişiymiş. Adı, Farsça ‘Tanrıların Hizmetçisi’ anlamına gelen Abdalonymos’un, daha sonra kendi için hazırlattığı lahdin süslemelerinin arasına İskender’in ve Hephaestion’un tasvirlerinin konulmasını bu nedene bağlayan görüşler de bulunmaktadır. Akroterin üst sırasında yer yer sadece kanat parçaları kalmış kartallarla dönüşümlü olarak yerleştirilmiş kadın başları vardır. Eski Suriye de kartalların ölü ruhlarını cennete taşıdığına inanılması tasvir edilmiş. İki yanda en altta sıralanan daha küçük dokuzar kadın başı da Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinde tarih öncesi dönemlerden beri tapınılan ana tanrıçayı akla Germaner, Semra ve İnankur, Zeynep (Türkçe). Oryantalistlerin İstanbulu (2002 bas.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. http://www.istanbularkeoloji.gov.tr/ web/145111/muzetr/koleksiyonlar/arkeolojimuzesieserler/iskenderlahdi www.sosyalarastirmalar.com/cilt7/ sayı.129.pdf/arslanaytuğx.pdf www. definegizemi.com http://turkeireiseleiter.com/turkce/tag/lahid www.arch.ox.ac.uk/RRS.html • Prof. R R R Smith. Lincoln Professor of Classical Archaeology and Art. GUSTAVE MENDEL PASCAL SÉBAH MÜZEI HÜMAYUN’U ...www.aktuelarkeoloji.com.tr/ getirmekte. Her iki alınlığın tepe akroterleri Pers grifonları ve bitkisel bezemelerle süslenilmiş. Alınlığın köşelerine lahit koruyucusu olarak birer aslan oturtulmuş. Lahdin kapağı da gövdesiyle aynı cins mermerden yapılmış. Bezemeleri inceleyen uzmanlar, lahidi yontanların doğu süsleme sanatını çok iyi bildiğinin altını çiziyor. Sidon da yapıldığı düşünülürken heykeltıraş hakkında bir bilgiye rastlanmamış. Lahit bitirildiğinde gözler, kirpikler, dudaklar ve giysilerin mor, sarı, mavi, kırmızı ve menekşe rengiyle boyandığı, figürlerin tenine hafif vernik sürüldüğü uzmanlar tarafından belirtiliyor. Her şey tarihi oluşumun evreleriyle var oluyor. Zaman içindeki edinilmiş tecrübelerden referanslar çıkarmak, çeşitli yönelişlerin yapısını, dönemin şartlarının parametrelerini çözümleyebilmek önemli. Çünkü tarih tekdüze, homojen ve tek yönlü bir gelişme süreciyle oluşmuyor. Oluşum sürecinde gösterilen cesaret, politika ve güç erkini okuyabilmek mantığı geliştirebiliyor. Tarih bir şekilde “toplumsal bilimlerin” laboratuvarını oluşturuyor. Tarih dokusundan yoksunluk, kültür ve sanat değerlerini kavrayamamak, kök bağlarının incelmesine ve aidiyetsizlik olgusunu neden olabiliyor. Bunun için emeğin kıymeti, bir sanat eserinin oluşum süreci genç jenerasyonun farkındalığına yerleştirilmelidir. Kolay kazanılan başarıların kişisel şans ile asıl başarının emekle, yeteneğin geliştirilmesiyle ortaya cıktığı gençlere hissettirilmelidir. Bu bilinç ile kültür anahtarı müzelerimiz, eğitimin içinde daha fazla yer almalıdır. Dünyanın en zengin koleksiyonlarından birine sahip İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin modern bir bilim müzesi gibi altyapıya kavuşturulması gerekir. Böyle bir müze olanağı gelecek nesilleri teşvik edecek kültür miraslarımız üzerine daha geniş kapsamlı araştırmalar yapabilmelerini sağlayacaktır. İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Zeynep Kızıltan “RUZİN GERÇİN & ATTİLA GALATALI” Resim ve Seramik Sergisi 08 30 Nisan 2015 ATAKÖY YERLEŞKESİ www.iku.edu.tr / www.ikusag.com