24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Son Araştırmalardan CBT 1499/11 Aralık 2015 Tarım, Avrupalıların genlerini değiştirmiş avantaj da sağlayabilirdi diyor uzmanlar. Tarımın keşfi insanlık tarihinde bir devrim olarak kabul edilir. Tarım ve hayvancılık yaklaşık 7500 yıl önce Orta Avrupa’da yayılmıştı. Bu gelişmelere bağlı olarak insan yeni çevre koşullarına, farklı besinlere ve evcil hayvanlarla yakın temasa ve hayvanlarda bulunan hastalık etkenlerine alışmak zorundaydı. MaxPlanck Enstitüsü’nden Wolfgang Haak ve Johannes Krause, bunlarla ilgili ayıklanma süreçlerinin günümüz Avrupalı genlerine yansıdığını söylüyor Nature dergisinde. Araştırmacılar günümüzden 6500300 yılına ait 230 kişinin katılımını inceleyerek, günümüzdeki 2300’ü aşkın Avrupalının kalıtımıyla karşılaştırmış. Bu araştırmaya ilk kez Türkiye’nin batısındaki taş devri çiftçilerine ait 26 kalıtım da dahil edilmiş. Doğrudan karşılaştırma sayesinde Anadolulu ve Orta Avrupalı taş devri çiftçileri arasında yakın bir akrabalık kanıtlanabilirdi. Ve bu da tarım ve hayvancıkla ilgili bilgilerin 8000 yıl kadar önce bir çiftçi halk ile Avrupa’nın diğer yerlerine yayıldığı anlamına gelirdi. Dahası yeni verilerle belli başlı özelliklerin ayıklanması da takip edilebiliyor. Buna göre Avrupa’da (yetişkin insanlara süt şekerini hazmetmelerine izin veren değişim) en fazla görülen genetik değişim ilk kez 4300 ila 4200 yıl önce ortaya çıkıyor. Araştırmacılara göre yine aynı tarihlerde D vitamini alımına işaret eden ve günümüzde özellikle de Kuzey Avrupa halk gruplarında görülen ilk genetik varyantlar da ortaya çıkıyor. Bu varyantlar günümüz Avrupalıların daha açık renkli cildiyle de ilişkilendirilmekte. Beyaz cilt daha yüksek ışık geçirgenliğiyle, güneş fakiri olan ülkelerdeki D vitamini ihtiyacının karşılanmasını garantiliyor. Anadolulu taş devri çiftçileri o devirdeki Avrupalı avcı ve toplayıcılara kıyasla daha açık tenliydiler. Daha iyi D vitamini alımı ve değişen yaşam biçimi sayesinde Avrupa’da açık ten rengi daha hızlı yayılabildi diyor uzmanlar. Tarım topluluklarının yerleşik yaşama uyum sağlamaları, bağışıklık sistemi için önemli olan diğer genlerde de kendini gösteriyor. Bunun artan nüfus yoğunluğu, koyun, keçi, inek ve domuz gibi evcil hayvanlarla birlikte yaşamayla ilgili olabileceği aslında tahmin ediliyordu. Asıl sürpriz olan, günümüzde daha çok Asyalılarda ve Amerika’nın yerli halkında görülen ve gür saç, yüksek ter bezi sayısı, dişlerin ve dişi meme biçimiyle ilişkilendiren EDAR gibi dış özellikleri belir Azot yaşaman en önemli yapıtaşıdır. Doğal dolaşımın en önemli kısmıysa azot döngüsüdür. Bilime göre farklı mikroorganizmalar amonyağı iki adımda nitrata dönüştürüyor. Fakat Avusturyalı araştırmacılar şimdi tüm bu süreci tek başına gerçekleştirebilen mikroplar keşfetti. Viyana Üniversitesi’nde Michael Wagner ile çalışan ekibe göre bulgu, mikrobiyolojide önemli bir kilometretaşı. Azot döngüsünün çıkış maddesi tarımsal alanlarda genelde gübre olarak kullanılan amonyumdur. Amonyum azot döngüsünün ilk adımında nitrit, ikinci adımda ise nitrat olarak oksitlendirilir. Yüz yıldan bu yana bu iki adımın iki farklı mikroorganizma grubu tarafından gerçekleştirildiği kabul ediliyordu: amonyağı oksitlendirenler ve nitriti oksitlendirenler. “Uzmanların” işbirliği sayesinde azot döngüsünün tamamlandığı sanılıyordu. Sonuçta iki adımı da yerine getirebilen bir mikrop, daha fazla enerji kazanır ve bundan Azot döngüsü için yepyeni bir bilgi leyen bazı genlerin varlığı olmuş. Uzmanlar beden boyunda da bir ayıklanmanın söz konusu olduğunu söylüyor. Buna göre iki farklı gelişme yaşanmış. İberyalı taş devri çiftçilerinin boyları Anadolu çiftçilerine kıyaslı 30004000 yıl içinde önemli ölçüde kısalırken, bozkır halklarının boyları uzamış . Mars’ta hayatta kalabilecek bazı mikroorganizmalar var Alman Hava ve Uzay Yolculukları Enstitüsü’nde yürütülen araştırmaya göre bazı mikroorganizmalar Mars’taki uç koşullarda hayatta kalabilir. Dört yıllık “Mase” (Mars Analogues for Space Exploration) projesiyle Mars’taki koşulların yaşam üzerindeki etkisi araştırılıyor. Uzmanlar bu amaçta Dünyamızdaki çok kurak ve oksijen fakiri bölgelerden örnekler alıyor. Anaerob mikroorganizmalar ayrıştırıldıktan sonra laboratuvarda inceleniyor. Mase projesinin odak noktasında “organizmaların belli başlı stres faktörlerine ne şekilde uyum sağladıkları ve Mars’ta bulunan diğer stres faktörlerine ne şekilde reaksiyon gösterdikleri” yer alıyor. Bu canlılardan bazıları örneğin aşırı kuraklık gibi faktörlere karşı olağanüstü bir dirençlik kazanmışlar. Ve bunlar bir dinlenme halinde kuraklık dönemlerini atlatabiliyor ve su bulduklarında metabolizmalarını çalıştırarak yeniden çoğalmaya devam ediyor. Kısa bir süre gösterilen su ayıları (Tardigrada) buna bir örnek. İşte bu yüzden Mars’ta bu tür canlıların hayatta kalabilecekleri sanılıyor. Sonuçta yeni araştırmalar Kızıl Gezegen’de en azından kısa süreli olsa da suyun bulunduğunu göstermişti. Tokluğumuz hakkında bedenimiz tek başına karar vermiyor. Hücre ve hayvan deney Tokluk hissinde bağırsak bakterileri de etkili leri, bağırsak bakterisi Escherichia coli’nin de yemekten bir müddet sonra, bedenimizin bir tokluk hissi uyandırmasına benzer bir şekilde bir sinyal verdiği anlaşıldı. Son yıllarda gerçekleştirilen birçok araştırma, sindirim sistemindeki bakterilerin, insan sağlığı üzerinde önemli etkiler yaptığı ortaya koymuştu. Mesela bazı bakteri türleri şişmanlığı tetiklerken, diğerleri kronik bağırsak enfeksiyonu, diyabet veya alerjiyle ilişkilendirilmişti. Rouen Ulusal Sağlık ve Tıp Araştırmaları Enstitüsü’nden (Fransa) Jonathan Breton, açlık hissi üzerinde de etkili olan bağırsak bakterilerinin hayatta kalmalarının konakçı organizmaya bağlı olup olmadığını araştırdı. Hücre deneyleri ilk önce düzenli olarak “beslenen” E.col bakterilerinin yiyeceklerin alınmasından yirmi dakika sonra durağan büyüme evresine geçtiklerini saptamışlar. Bakteri sayısının sabit kaldığı bu evrede, bakteriler, hızla çoğaldıkları bir önceki hareketli evreye kıyasla, farklı proteinler üretiyor. Özellikle de ClpB proteininin arttığı fark edilmiş. Bu protein doymayı tetikleyen ve açlığı baskılayan bir hormona benziyor. Araştırmacılar farklı bakteri büyüme evrelerinde üretilen protein karışımlarını fare bağırsağına aşıladıklarında, besin alımının ayarlanmasında etkisi olan belli başlı hormonların çoğaldığını görmüşler. Mesela durağan büyüme evresinde üretilen ve “doydum” sinyalini veren proteinler peptit YY’nin oranını artırıyor. Bu hormon tokluk hissiyle ilişkilendirilir. Örneğin bir hafta boyu günde iki kez “tokluk” sinyali veren protein aşılanan fareler, “açlık” sinyalini veren protein alanlara kıyasla daha küçük porsiyonlar yemişler. Ama buna karşın daha sık yemişler. Ekip ayrıca yine tokluk hissinin ayarlanmasıyla ilişkili olan belli başlı sinir hücrelerinin etkinliğini de fark etmiş. Nilgün Özbaşaran Dede nilodede@hotmail.com 2014 yılında Avrupa’da 142.000 yeni vaka tespit edildi ki bu bir önceki yıla göre 6000 daha fazla. Özellikle de Doğu Avrupa ülkelerinde durum vahim. Geçen yıl sadece Rusya’da 85.000 yeni enfeksiyon tanısı kondu. Bulgaristan, Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da 2005 yılından bu yana tespit edilen vakalar her yıl ikiye katlanmış. Doğru Avrupa raporuna göre HIvirüsü özelikle de heteroseksüel ilişkiler veya sterilize olmayan uyuşturucu araç gereçleriyle bulaşıyor. Avrupa Birliği’nde ise virüs daha çok erkekler arası cinsel ilişkiyle bulaşmakta. Erkeklerle cinsel ilişkiye giren erkeklerde HIV tanısı alarm verici bir hızla arttı. 2005 yılında yüzde 30 olan oran geçen yıl yüzde 42’ye fırladı. Bu tür enfeksiyon hastalıkla Avrupa’da HIV enfeksiyonunda rekor artış rında anlaşıldığı üzere sosyal sorunlar önemli bir rol oynamakta. Son on yılda Avrupa’daki sığınmacılar arasındaki HIV enfeksiyon oranı önemli ölçüde gerilemiş. Fakat sosyal sınırlamalar, sığınmacılar için HIV enfeksiyon riskini de beraberinde getiriyor deniyor raporda. HI virüsünün sığınmacılara Avrupa’ya geldikten sonra bulaştığını gösteren kanıtlar var. Dünya Sağlık Organizasyonu müdürü tüm Avrupa devletlerine tüm sığınmacılar için HIV testi yapılması ve sığınmacıların korunması ve tedavi edilmeleri konusunda baskı yapıyor. Birleşmiş milletler raporuna göre 2014 yılında 2 milyon kişiye AİDS virüsü bulaşmış. Ancak sayı azalıyor aslında. 2000 yılından bu yana ki tanılar yüzde 35 oranında azalmış. Şu sıralar 36,9 milyon kişi HIV virüsü taşıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle