16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

CBT 1499/11 Aralık 2015 ÖZGÜRLÜK DOĞAN KUBAN BOZKURT GÜVENÇ Çağdaşlık; Özgürlük, Demokrasi ve Bilim Demek! Türkiye Cumhuriyeti Kurtuluş Savaşı (Özgürlük Savaşı) ile kuruldu. Tarihte adı ilk kez Türkiye olan devleti, dünyanın Türk diye bildiği, Türkçe konuşan insanlar 1923 yılında, bütün İslam dünyası sömürge ve Osmanlı başkenti ile Anadolu ve Rumeli’nin pek çok yöresi işgal altında iken, emperyalistlere karşı savaşarak ve bir Cumhuriyet olarak kurdular. İnsan doğan insan olarak, hayvan doğan hayvan olarak büyür. Bu ülke Türkiye Cumhuriyeti olarak dünyaya geldi. Bunun doğasını değiştirmek olası değil. Kurulması bir özgürlük savaşı idi. Türkler özgürlük savaşını önce Osmanlı İmparatorluğunu yok eden emperyalist güçlere karşı yaptılar. Bizim devrimci cumhuriyetimiz, hem kendimize hem dünyaya karşı savaşan Türk insanları tarafından kuruldu. Bizim 1789’umuz 1923’dür. Bu tarihi olgu değişmez. Kaldı ki Kurtuluş Savaşı Fransız Devrimi’nden çok daha başarılıdır. Fransızlar krallığı devirdiler ama cumhuriyete ulaşamadılar. Demokrasiye de ulaşamadılar. Biz savaşımızı Fransızlardan 134 yıl sonra yaptık ve tek aşamada, Fransızların yüzyılda ulaştıkları amaca ulaştık, hem de Birinci Dünya Savaşı galiplerine karşı savaşarak ulaştık. Dünya tarihinde bunu eşi yok. Özgürlük ve demokrasi bu devletin doğduğunda, yani kuruluşunda damarlarında akan kandır. Bu bir metafordan fazla bir tanımlamadır. Bugün bunu, bütün gelişen dünyanın özgürlük ve demokrasi kavgasını çoktan vermiş olduğu bir çağda, neden konuşuyoruz? Dünyada varlığın her çeşidi hastalanabilir, hatta ölebilir. Buna devletler de dahildir. Dünya hasta. İslam hasta. Biz de ağır bir hastalık geçiriyoruz. Bunun tedavisi ne Hipokrat ne Galen ne de İbni Sina’nın yöntemleriyle olmuyor. Çağdaş tedavi yöntemleriyle olacak? Herhalde ortaçağın koca karı ilaçlarına dönerek değil. Çağdaş dünyanın sorunu insan beyninin evrimsel yapısından kaynaklanıyor. Geçen hafta CBT’deki yazımda buna değindim. Arthur Koestler’in (4 Kasım tarihli CBT’de yanlışlıkla A. Kroeber olarak basılmış) insanın eski beyin ile yeni beyinin (neokorteks) oluşturduğu beyin yapısı konusundaki gözlemlerinden geçen hafta söz etmiştim Birincisi hayvanlarla ortak, yaşamı sürdürecek içgüdüsel tepkileri ve algıları içeriyor. Neokorteks ise bizi hayvanlardan ayıran akıl kaynağı. Beyin ortak bir mekanizma. Birisine ‘Hayvan! dediğinizde, bilimsel olarak eski beynin egemen olduğu bir tepki gösterdin!’ demek istiyoruz. İnsanın kararlarına bazen akıl, bazen de içgüdü egemen oluyor. Otomobil kullanan herkes bunu anlar ve sonuçlarını da görmüştür. Bu kadar basit olmasa da toplumların yaşamında, kuşkusuz dış etkilerin bazen çok saptayıcı etkileriyle, örneğin Irak Savaşı, enerji savaşı, ekonomik egemenlik savaşı gibi ‘topyekun savaş’ yani ölesiye savaş koşullarında insan kendini korumak için, aklı ile değil, içgüdüleriyle karar veriyor. Bu devlet çapında da olabilir. İşin içine hayvan çağından kalan mekanizmalar karışıyor. Toplumların hastalıkları bundan kaynaklanıyor. Kuruluşa, insanlığa, özgürlüğe ve demokrasiye dönmek, bizi insan yapan neokorteksin çalışmasını sağlamak yani akıla dönmek demek. Gelişmemiş, cahil toplumlarda akıl yerine içgüdüler karar veriyor. Suç cehalette, çözüm akıl ve bilgidedir. Özgürlük akla bağlı bir tepki. Demokrasi ya da cumhuriyet halk egemenliği demek. Bilim ve teknoloji ile birlikte düşünme ve ifade etme özgürlüğü olmayan çağdaşlık, demokratik ve laik olmayan çağdaş devlet yok! Özgür ve çağdaş mısınız? ÖzgürlükÖzerklik Laiklik Bu sayfalardaki sohbetlerimizde insan varlığının uygarlık ve çağdaşlık sorunları üzerinde dönüp dolaşıp sözü özgürlüğe getirmekle yetinmiyor, özerklik ve laiklik kavramlarını da tartışmak gereğini duyuyoruz. Çünkü varlık sorunlarımız tek bir kavrama indirgenemeyecek kadar karmaşık. Daha doğrusu, üçlünün hangisinden yola çıkılsa öteki ikisine de değinmek kaçınılmaz oluyor. Bugün dünyamızı, ‘kültürel geri kalma’ya yol açan teknoloji yönlendiriyor. Oysa bir inanç, bilim ve yönetim üçgeni içinde yaşayan insanlar, barış, huzur ve mutluluk için, inanmak, düşünmek ve yurttaş olmak zorunda. Bu üçlüler, kendi içinde ve aralarında uyumlu olmadıkları gibi, çelişiyor, hatta çatışıyor. Tek tanrılı dinler bile birbiriyle savaş halinde. İnsan, hangisine sığınacağını bilemiyor, bunalıyor.. Aydınlanma çağının filozofu Rousseau, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nde, hür doğduğu ve hür yaşadığı söylenen İNSAN’ın her yerde zincire vurulduğunu savunmuştu. “Serbest rekabete, yalnız ticarette değil, fikirler dünyasında da gerek var” diyen filozof Russell şöyle devam ediyor: “Özgürlük olacaksa farklı görüşler arasında eşitlik olmalı. İnsan Hakları Bildirgesi’ni tasarlayıp uygulayan Fransız devrimciler, Kadın Hakları Bildirisi’ni tasarlayan kadını, Olympe Gouge’u idam etmişlerdi. Kadınları, insan veya eşit sayılmayan bir topluma egemen olan erkekler nasıl özgür olacaklardı ki? Özgürlük denince akla ilk gelen, düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Oysa, her zaman her yerde hür olan düşünce, yazılıp paylaşıldığı zaman sorun oluyor. Her düşüncenin ardında inanç, bilmek, öğrenmek, araştırmak, yaşayıp yaşatmak, yaratmak, kişisel görüşlerini paylaşmak, Özgür Sanatları öğrenip öğretmek özgürlükleri yatıyor. İnsan aklı, bu ve benzer özgürlüklerle ortaçağların baskısından kurtulup aydınlandı, aydınlanma çağını başlattı. Toplum yönetiminin inanç kurumlarının denetiminden kurtulup özgürleşmesi sürecine, “Çağdaşlık (sekülerizm) veya laiklik” deniyor. Şu farkla ki, din ve devletin yetkilerini ayırmakla yetinen sekülerizm övülürken; eşit haklara sahip olmayan zümre ve sınıfları eşitlemeye kalkan ve dini kurumları denetleyen laiklik, dinsizlikle itham edilmiştir. Dinci çevrelerin baskısı altında kalan siyasal güçler, bilimi ve laik eğitimi de denetlemeye kalkınca, akıl ve bilim, laik devleti de eleştirmeye başladı. Yapısal çözüm, bilim ve eğitimin özerkliği ilkesinde arandı ve bulundu. İslam şairi İkbal uzun bir şiirinde, “Ara, bulursun (Seek it you will find it!)” diyordu. İslam Âlemi tam tersini yaptığı için uygarlık yarışında geri kaldı. Bir kültür devrimi olan Türkiye Cumhuriyeti’ nde, “yeni demokrasi” adına, çağdışı bir bunalım yaşıyor. Bilim ve eğitimin özerkliği, diyanet ve siyasetten bağımsızlığı, devletin varlığını ve birliğini tehdit eden bir tehlike midir? Alman Humbolt Üniversitesi’ni esas alarak, Türkiye Cumhuriyeti’ne özerk bir üniversite modeli öneren hukukçu Ernest Hirsch, “Özerklik, akademik özgürlüğün tüzel güvencesidir. Devlet, üniversitesini kurar, destekler, bütçesini denetler ama işlerine karışmaz!” Yani, özgürlüğün iktidara tehdit oluşturması özerklikle önlenebilir,” görüşünü savunmuştur. Özetle, 1600 yılında Roma’da yakılan Bruno, “Tanrı, kendi egemenliği için erdemli insanları; kötü insanlar ise kendi çıkarları için Tanrı’yı kullanır,” dermiş. Mevlana, “Şimdi yeni şeyler söylemek gerek” diyordu, Tanzimat şairi Şinasi yeniyi şöyle dile getirmişti: “Ben benim sen de sen, ne Tanrı ne kul!. ”Tüketim ekonomisini eleştiren Galbraith ise Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve çağdaş “Koç” lardan yıllar önce, “Yeni bir dünya düzeni bulmak zamanı geldi,” diyordu. Özgürlük Laiklik Özerklik
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle