26 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Bunları biliyor musunuz? CBT 1494/6 Kasım 2015 3 İnsan sesi konusunda bilmediklerimiz Bilim insanları onyıllar boyunca insan sesini üreten temel unsurlardan birinin, uçakların uçmasına ve havada herkesi şaşırtan ters dönüşler yapmasına olanak tanıyan hızdaki bir artışın aynı anda hava basıncında da bir azalmaya neden olduğunu savunan Bernoulli ilkesi adıyla bilinen aynı etkinin olduğuna inandılar. Gelgelelim, insanlarda ses üretiminin çok daha karmaşık bir olgu olduğu artık biliniyor. Ses tellerindeki kaslar akciğerlerdeki havaya direnç gösterirler. Soluk alıp verirken akciğerlerden dışarıya çıkan hava hızla açılıp kapanmakta olan ses tellerinin sıkışmasına yol açar. Ses tellerinin üzerindeki hava basıncı dönüşümlü olarak artıp azalır ve ses dalgalarının oluşmasına neden olur. ABD Ulusal Ses ve Konuşma Merkezi araştırmacıları şarkı söylemenin beynin daha çok sağ yarıküresiyle ilintili bir işlev olduğunu, öte yandan konuşmada ağırlıklı olarak sol yarıkürenin etkili olduğunu savunuyorlar. Felç geçiren kimi kişilerin, konuşamamalarına karşın, yine de şarkı söyleyebilmeleri beynin iki yarıküresi arasındaki bu farklılıktan kaynaklanıyor. Bu farklılık aynı zamanda Carly Simon, Mel Tillis ve Bill Withers gibi ünlü şarkıcıların mesleklerini sorunsuz bir biçimde yerine getirirlerken konuşmada neden tekledikleri konusuna da açıklık getiriyor. Konuşma sırasında insanlar yaklaşık 60 desibellik bir ses çıkartıyorlar. Ancak Guinness Dünya Rekorları kitabına göre, en yüksek insan sesine sahip olan kişi Britanya’lı öğretim görevlisi Jill Drake. Drake’in yaklaşık 129 desibellik çığlığının AC/DC grubunun bir konserindeki ses düz e y lerine eşit, bir kaya matka bının çıkarttı ğı sesten de yaklaşık 30 desibel daha yüksek olduğu belirtiliyor. Seslendirilmesi en karmaşık dil özellikle de bir Afrika ülkesi olan Botsvana’da konuşulan Xòı olsa gerek. Bu dilin 112 farklı sesi var. Bir kıyaslama yapmak gerekirse, İngilizce’nin yaklaşık 40 sesi var. • • • • • Tuva, adından da anlaşılacağı gibi, geleneksel Tuva gırtlak müziğinin ortaya çıktığı yer. Hömey (Khöömei) adı verilen bu müzik Orta Asya’nın pek çok bölgesinde bilinen bir “çok perdeli ses çıkarma” yöntemi. Belli değer ya da renkteki çok perdeli bir sesin içinde, temel perdedeki sesin yanında üst ya da alt perdelerden eşdeğerli yan sesler de bulunur. Bu yan sesler doğada da bulunmakla birlikte şiddetleri ana perdedeki sese göre düşük olduğu için genelde fark edilmezler. Göçebe bir topluluk olan Tuvalar insan sesinde doğal olarak bulunan yan seslerden bir ya da birkaç tanesinin, ses yolu ve gırtlağın alt kesimindeki kasları çalıştırmak suretiyle, aynı anda duyulmasına olanak tanıyabiliyorlar. Bir iddiaya göre, hayvancılıkla uğraşan göçebeler uzak mesafelerden haberleşmek amacıyla bu ses tekniğinden yararlanıyorlardı. (ek kaynak: Tikabasamuzik.com/Zekeriya S. Şen) Kimi gırtlak şarkıcıları aynı anda dört farklı perdeden ses çıkartabiliyorlar. Gırtlak müziğinin tekniğini daha iyi kavramak için gayda, ya da tulumu örnek alın. Gaydadan nasıl ki önce pes bir ses çıkıyor ve bunu farklı perdeden sesler izliyorsa, gırtlak şarkıcıları da ana perdedeki ses düşük bir şiddette devam ederken ses tellerini ve küçük dillerini (dilin tabanındaki kıkırdak kapak) devinime geçirerek üst perdeden yan sesleri de çıkartabiliyorlar. yöntemi de pes seslerden tiz seslere hızla geçilen yodel yöntemidir. İster gırtlak şarkıcılığı, ister yodel, ister yalnızca konuşma söz konusu olsun, erkekler arasında baritonlar gerek baslar gerekse tenorlardan çok daha fazla. Benzer biçimde, kadınlar arasında da mezzosopranolar çoğunlukta. Çocukların tümü, soprano ile aynı ses düzeyine sahip olan, tiz sesliler sınıfında yer alıyorlar. Erkek ve kız çocuklarının ses tonlarındaki değişim ancak ergenlik çağında ses tellerinin uzayıp kalınlaşması sonucunda meydana geliyor. Erkeklerde ses telleri dişilere kıyasla daha çok uzayıp kalınlaşıyor. • Hoş, her zaman öyle olmuyor. Kastratolar ergenlik çağına gelmeden hadım ediliyorlar. Bu kişiler erişkin bir erkeğin testosteron düzeylerinden yoksun olduklarından sesleri her dem doğal soprano özelliğini koruyor. Kastratolar çoğu zaman daha yüksek ücretler aldıklarından, karanlık çağlarda kimi anababaların para kazanmak umuduyla erkek çocuklarını hadım ettirdikleri oluyordu. 1904 yılında yapılan solo performans kaydı ile Alessandro Moreschi, “sesi kaydedilmiş tek kastrato” olma özelliğini taşıyor. Bu kayıtta Moreschi, görünüşe bakılırsa, günümüzdeki falsetto yıldızlarının çıkaramadıkları tiz notalara hiç zorlanmadan çıkabiliyor. Öte yandan, müzikal tayfın öteki ucunda, bugüne dek seslendirilen en bas ses G(7) (0,189 hertz) şarkıcı Tim Storms tarafından seslendirildi. Bir piyanonun en bas sesinden sekiz oktav daha düşük olan bu ses genelde insan kulağının duyabileceği sınırın ötesinde bir ses. Storms’un çıkardığı ses düşük frekanslı bir mikrofon yardımıyla kayda geçirildi ve ardından ses duyarlılık çözümlemesi yöntemiyle doğrulandı. Storms, 10 oktavlık sesiyle, aynı zamanda Guinness en geniş ses aralığına sahip kişi rekorunu da elinde tutuyor. Storms’un ses aralığı Mariah Carey’in yaklaşık iki katına eşit iken, ortalama ses aralığı topu topu 3 oktav olan sıradan bir şarkıcının üç katından fazla. 1860 yılında, EdouardLéon Scott de Martinville tarafından bulunan fonotograf tarihte insan sesinin tanımlanabilir ilk kaydını gerçekleştirdi. Tıpkı daha sonra Thomas Edison’un bulduğu fonograf gibi, Scott’un fonotografı da ses dalgalarını dönmekte olan bir silindirin üzerine aktarılan çizgilere dönüştürmekteydi. Gelgelelim, Edison’un tersine, Scott bu kayıtları sonradan dinlemek niyetiyle gerçekleştirmemişti. Onun amacı sesin görsel bir betimlemesini oluşturmaktı. Bir şarkıcının seslendirdiği Au Clair de la Lune adlı ezgiyi kayda geçiren Scott’un bu kayıtları ancak 2008 yılında dönemin gelişkin yazılımları sayesinde dinlenebildi. Rita Urgan, kaynak: Discover • Ç Aşırı övgü narsisizmi körüklüyor • • • • • • • • Tümden farklı bir şarkı söyleme • • • • • ocuklar üzerine ilk kez yapılan boylamasına bir araştırma çocuklarıyla ilgili gerçek dışı olumlu görüşler besleyen anababaların narsistik özellikleri körükledikleri yönündeki kuramı doğruluyor Küçük çocukların benmerkezci davranışları insanlara kimi zaman şirin gelebilir. Ne var ki, Amsterdam ve Utrecht üniversitelerinden ruhbilim uzmanları çocuklarda aşırı üstünlük duygusunun kaynaklarını ilk kez boylamasına araştırdıkları bir çalışmada anababaların çocuklarına davranış biçimlerinin özgüven sahibi, ya da karabasandan farksız narsisist bir kişiliğin belirleyici unsuru olduğu sonucuna ulaştılar. Narsisizmin nasıl oluştuğu konusunda öne çıkan, ancak birbirlerine hemen hemen tümden ters düşen, iki düşünce biçimi var. İlki, çocuklarda aşırı düzeyde kendini beğenmişliğin nedenini çocukların anababa sevgisinden yoksun kalmalarına bağlarken, öteki görüş bu durumun sorumlusunun çocuklarını övgü yağmuruna tutarak onları idolleştiren anababalar olduğunu savunuyor. Özgüven, narsisizm ve anababaların çocuklarına besledikleri sıcaklığı belirlemek amacıyla tasarlanan araştırma kapsamında yaşları 7 ile 11 arasında değişen 565 çocuğa 18 ay boyunca çeşitli deneyler uygulandı. Araştırmada çocuklardan “benim gibi çocuklar fazladan bir şeyi hak ediyor” türünde tümcelerle kendilerini ne denli özdeşleştirdikleriyle ilgili soruları da yanıtlamaları istendi. Çalışma kapsamında anababalardan da çocuklarını yetiştirirlerken nasıl bir yaklaşım sergiledikleri konusunda çift yönlü soru çizelgelerini yanıtlamaları istendi. Proceedings of the National Academy of Sciences dergisinin Mart sayısında yayımlanan raporda aşırı düzeyde övgüler yağdıran anababaların çocuklarında narsisist özellikler sergileme olasılığının çok daha yüksek olduğuna, buna karşılık söz konusu çocukların özgüvenden yoksun olduklarına dikkat çekiyorlar. Araştırma çocukların anababa sıcaklığından yoksun kalmaları ile narsisizm arasında böyle bir bağlantının olmadığını da ortaya koyuyor. 2008 yılında 85 farklı araştırmadan elde edilen verilerin topluca çözümlendiği bir çalışma da Batı’da genç erişkinler arasında narsisizmin giderek tırmanmakta olduğunu gösteriyor. Raporun yazarı Eddie Brummelman bunun bir bakıma özgüven duygusunun gelişmesi açısından övgünün gerekliliğine inanan bir kültürün sonucu olabileceğini, ancak böyle bir davranışın gerçekte ters tepebileceğini belirtiyor. Brummelman ve arkadaşları (beğenilme arzusu gibi) narsisist kişilik özelliklerinin, (gündelik işlevleri sekteye uğratması ile nitelenen) narsistik kişilik bozukluğu olarak ele alınmaması gerektiğine inanıyorlar ve bu gibi özelliklerin hangi yaşta tam anlamıyla gelişip ruhsal bir soruna dönüşeceğini kimse bilemeyeceğinden, küçük yaşta böyle bir tanı koymanın hiç de uygun bir davranış olmayacağını savunuyorlar. RU, Scientific American Online
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle