Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 Son Araştırmalardan sinomu) incelemiş. Araştırma çerçevesinde Hollanda’da 19982011 yılları arasında gastrointestinal (sindirim sistemiyle ilgili) karsinomu teşhisi konan 13.715 hastanın verileri değerlendirildikten sonra yazılan ilaçlar, hastalığın seyriyle ilişkilendirilmiş. Burada düşük dozda asetilsalisilik asit/ASA (günde seksen ila yüz miligram) kullanımı dikkate alınmış. Hastaların yüzde 30,5 ‘u kanser teşhisinden önce aspirin kullanmaya başlamışken, yüzde 8,3’ü teşhisten sonra, yüzde 61,1’i ise hiç aspirin kullanmamış. Hastalar arasında görülen kanser türleri şöyle: % 42,8 kalınbağırsak, %25,5 göden bağırsağı ve %10,2 yemek borusu. Ortalama gözlem süresi 48,6 ay devam etmiş. Sonuçlara göre teşhisten sonra ilaç alan hastaların beş yıl daha hayatta kalma şansı yüzde 75 iken, hiç aspirin kullanmayanlarda bu oran yüzde 42’de kalmış. Bilim insanları aspirinin kansere karşı koruyucu etkisinin antipulcuk etkisine dayandığını düşünüyorlar. Kan pulcukları (trombosit) bir kanamayı, damarı büzerek ve tıkayarak engeller. Tahminlere göre dolaşım halinde olan tümör hücreleri etraflarındaki pulcuklarla savunma sisteminden saklanıyor. Aspirin pulcukların işlevini engelleyerek, tümör hücrelerini bağışıklık sisteminden koruyan koruyucu çevreyi de bozuyor. CBT 1490/9 Ekim 2015 Beyin ve karaciğer hücrelerinin incelenmesiyle, her organın farklı yaşlandığı ortaya kondu. Beynimiz bedenimizin bilgi merkezidir. Karaciğer ise metabolizmadan sorumludur ve besleyici maddeleri zehirden arındırdıktan sonra depolar. Karaciğerin görevini yapabilmesi için durmadan yeni hücreler ve proteinler ürer. Oysa beyinde durum biraz farklıdır. Yetişkin beyindeki nöronların çoğu yenilenmiyor, bu yüzden de var olan proteinlerin daha uzun işlemeleri gerekiyor. Leimniz Yaşlılık Araştırmaları Enstitüsü’nden Alessandro Ori, bu iki organın yaşlanma sürecini anlayabilmek için genç ve yaşlı fareleri karşılaştırmış. Çalışmada özellikle de hücredeki protein üretiminden sorumlu gen etkinliği dikkate alınmış. Bu şekilde genç ve yaşlı farelerde önemli farlılıkların olduğu görülmüş. Hem protein miktarında hem de hücredeki yaşa bağlı değişimlerde. Mesela yaşlı farelerin karaciğer hücrelerinin metabolizmalarında değişimler fark edilmiş. Beyinde ise yaşlılığa bağlı değişimler genelde, nöronlar arasındaki sinyal iletimi için önemli olan molekül kaybına dayanıyor. Bu da yaşlı farelerde yeni sinir bağlantısı oluşturma yetisinin azaldığını açıklıyor. Yaşlanma tüm protein ağlarını yavaşlatıyor. Beyinde karaciğere kıyasla yaşlılıktan etkilenecek daha fazla protein bulunduğu için iki organ farklı yaşlanıyor. Bilim insanları bundan sonra kalp gibi diğer organları da incelemek istiyorlar. Her organ farklı yaşlanıyor Herkesin kendine özgü bir mikrop bulutu var İnsanlar sadece objeler üzerinde değil, kendilerini çevreleyen havada da mikroskobik boyutta canlıların izlerini bırakır. Her insan çevresine her gün milyonlarca bakteri bırakıyor. Bunlardan çoğu boğazda barınan streptokoklar, propiyonik asit bakterileri veya ciltte bulunan korinebakteNorveç Hava Araştırmaları Enstitüsü’nden (NILU) Andreas Stohl şimdi Avrupa’nın ECLİPSE projesi çerçevesinde, kısa ömürlü maddelerin düşürülmesine yönelik önlemlerin hava kalitesi ve iklim için neler getireceğini araştırdı. Araştırmacıların önerisi petrol ve gaz endüstrisinden, atık su ve çöp işlemlerine kadar uzanan metan ve kurum emisyonunun düşürülmesine dayanıyor. Bu şekilde insana bağlı metan emisyonu yüzde elliye, kurum emisyonu ise yüzde seksene kadar düşürülebilir. Bilim insanları atmosferdeki metanın ve ozon üreten öncü maddelerin azaltılmasıyla özellikle de kuzeydeki kıtalardaki hava kalitesinin önemli ölçüde iyileştiğini tespit etmişler. Bu gelişme sadece sağlık için değil, daha verimli hasat için de olumlu sonuçlar doğurabilir. Önerilen önlemler öte yandan 2050’ye kadar beklenen küresel sıcaklık artışını yüzde 0,22 derece kadar düşürebilir. Bu etkinin Arktik bölgede bir 0,5 derece olabileceği sanılıyor. Ayrıca Güney Avrupa’daki yağış oranı yılda 15 mm yani yüzde dört oranında artabilir ki bu da Akdeniz’de beklenen kuraklık dönemlerini ve su kıtlığını azaltabilir. rileridir. Bu bakterilerin karışımı ise insandan, insana değişir. O r e g o n Üniversitesi’nde mikrobiyolog James Meadow ile çalışan ekip, deneyler sırasında on bir kişiyi teker teker mikropsuz bir odaya sokmuş. Araştırmacılar bakterileri belirleyebilmek için tüm mikroplarda aynı gen bölümlerini analiz etmişler. Bu parça, türden türe çok küçük bir ayrıntıda farklılık gösteriyor. Meadow ve ekibi sadece bir buçuk ila dört saat içerisinde, neredeyse tüm mikrop bulutlarını her katılımcıya göre ayırt edebilecek malzeme toplamış. Bu fenomen artık adli suçlarda da kullanılmaya çalışılıyor. Ozon, metan veya minik partiküller (havada asılı parçacıklar) atmosferde, karbondioksite kıyasla daha kısa bir süre kalıyor. Fakat bu kısa ömürlü maddeler hava kalitesini kötüleştirmekle kalmayıp, iklim üzerinde de etkili. Kısa ömürlü zararlı maddeler iklimi değiştiriyor Aspirin, hayatta kalma süresini ikiye mi katlıyor? 7 Ağustos 1908’de Willendorf’ta yapılan demiryolu inşası sırasında bulunan İ.Ö.25.000 yılına ait 11 cm yüksekliğindeki Willendorf Venüsü, Avusturya’nın Paleolitik devire ait en ünlü buluntusudur. Kireçtaşından yontulan minik heykel günümüze dek neredeyse hiç hasar görmeden ulaşmıştır. Büyük göğüsleri, dikkat çekici bir Venüs tepesi ve geniş kalçalarıyla bu çıplak kadın heykeli, verimliliği temsil eder. Bu ünlü heykelcik şimdi Viyana Doğa Tarihi Müzesi’nde Galgenberg Venüsü’yle birlikte özel bir salona yerleştirildi. On iki metrekare büyüklüğündeki bir oda içindeki iki vitrinden birinde yer alan Willendorf Venüsü, özel bir ışık tekniği sayesinde havada salınıyor gibi görünüyor. Cambridge Willendorf Venüs’ü yeni evinde En eski kafa kesme geleneği Bilim insanları bugüne kadar Amerika’nın en eski sakinlerinin 3000 yıl kadar önce kafa kesme geleneğini başlattığını düşünüyor. And Dağlarında bu konuyla ilgili çok sayıda kalıntı bulunmuştu ve bunlar Inka, Nazca, Moche, Wari ve Tiwanaco kültürleriyle ilişkilendirilmişti. Leipzig MaxPlanck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden Andre Strauss, birkaç yıl önce Orta Brezilya’daki kaya sığınağında taş aletler ve Güney Amerika’nın en eski duvar kalıntıları dışında buraya gömülen 16 insanın fosilini bulmuştu. Bunlar sığ mezarlara yatar pozisyonda yerleştirilmişti. Fakat daha sonra bulunan 9000 yıllık kalıntılarda ölümden sonra uzuvların bedenden koparıldıkları veya dişlerin söküldüğü, hatta bazı cesetlerin geriye sadece kemiklerin kalacağı şekilde yakıldıkları da ortaya çıkmıştı. Bunlar daha sonra özel kurallara göre yeniden gömülmüşler. Fakat bir “mezarda” farklı bir gömme geleneği dikkat çe Gömütün üzeri levha biçiminde kireçtaşıyla örtülmüş 1897 yılında ağrı kesici olarak satışa sunulan Aspirin’in 1980’li yıllarda enfarktüs ve inmeden koruyucu etkisi olduğu da öğrenilmişti. Daha sonra ise kanserden de koruduğu anlaşıldı, hatta kalınbağırsak kanserinden koruduğu da tespit edildi. Leiden Üniversitesi’nden Martine Frouws son araştırmasında tüm sindirim sistemini (kalın ve göden bağırsağı, yemek borusu kar kiyor. Bura da sadece C6 (boyun) Dil kemiği eksik kafaomurunda Gömüt yüzeyin kesme izleri t a s ı , 55cm altında ilk altı bulunmuştur Koldan kesilerek ayrılan eller, yüzü örtecek şekilde zıt yönlerde yerleştirilmiş Radius kemiğinde kesme izi boyun omuru ve iki el bulunmuş. Burada ilginç olan ellerin, ölünün yüzünü örtecek şekilde birbirine zıt yönlerde yerleştirilmiş olması. El kemikleri ve boyun omurlarında ise kesme izleri var. Bu da elleri koldan ayırmak için bir alet kullanıldığının bir kanıtı. Kafa için de aynı şey geçerli. Buluntu böylece Güney Amerika’daki kafa kesme geleneğini 4.500 yıl geriye taşıyor.