Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tarih CBT 1490/9 Ekim 2015 19 HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com Akademia ne kadar kullanılışlı? Prof. Dr. Süleyman Çelik (Emekli Öğreti Üyesi) (scelik44@gmail.com) 1 950’lerin sonuna doğru Atatürk Üniversitesi açıldığında, Erzurum Lisesi’nde öğrenciydim. Caddeden üniversite öğrencisi geçerken, dükkanının önünde taburede oturan esnaf, ayağa kalkar, ceketini ilikleyerek eğilip selam verirdi. Yani halkımız o yıllarda profesöre değil, üniversite öğrencisine bile saygıda kusur etmezdi. 50 sene kadar önce stajyerken, bir gün kantinde oturuyorduk. Masamızda elektrik teknisyeni genç bir işçi de vardı. İçeriye o zaman çok ünlü olan bir profesör girdi. Mesleği ile ilgili bir engelli derneği kurmuştu. Sık sık radyoda konuşuyor (o zaman televizyon yoktu), gazetelere demeçler veriyordu. İlk gören arkadaş, “R Hoca geldi” dedi. Eşi de profesördü. Başka bir arkadaş, belki onu daha yakından tanıdığını göstermek için, “B Hoca’nın eşi” dedi. “Eşi” sözünü duyunca, masamızda oturan genç işçi şaşırdı; “Nasıl yani! Abi şimdi bunlar da bizim gibi…yapıyorlar mı?” dedi. Genç işçi arkadaş gibi, halkımız da profesörleri insanüstü olarak görüyordu. *** Askerken 3. Ordu Komutanlığı Karargahı’nda (Erzincan) çalıştım. Bodrum katında bir mescit vardı. Bitişiğinde bulunan Hukuk Müşavirliği’nde çalışan yedek subay arkadaşımdı. Arada bir çayını içmek için yanına uğradığımda, mescit gözüme ilişirdi. Dindar bir savcı binbaşı vardı. Namaz vakitlerinde genellikle mescitte namaz kılardı. Onun yanında, bazen namaz kılan birkaç kişi görürdüm. Bir yıl sonra ordu komutanı değişti, Orgeneral Ali Fethi Esener komutan oldu. Esener Paşa’nın dindar olduğu biliniyor, vakit namazlarını kıldığı söyleniyordu. Cuma namazlarını mescitte kılmak istediğini bildirmiş. Mescit elden geçirildi. İmamlık yapabilecek biri bulundu. Ve ilk cuma namazında, cemaat mescide sığmadı, koridoru doldurdu. Ordu komutanı namaz kılınca tüm generaller ve subaylar/astsubaylar namaza başlamıştı. AKP iktidar olduğunda, “asker laikliğin güvencesidir, Cumhuriyet’i korur; şeriata geçit vermez” diyenlere, bu olayı anlatıyor, “askere güvenmemeleri gerektiğini” bildiriyordum. “Cumhuriyet’in yıkılmasını istemiyorsak, bizim çalışmamız gerekir” Ya da onu, diyelim futbol topu yapan çapı, basıncı ile kütlesirengi. 55 yıl önce projektif geometri okurken “has uzay/proper space” diye bir kavram öğrenmiştik.) Bunların İngilizce karşılıkları “propertyfeature”. Kitap basıldıktan sonra farkettim ki tüm “özeLik”lerim “özeLLik” olmuş! Âlemdünya: Yayınevi “âlem”i istemiyor. İngilizce’de “world” kelimesi, genellikle gezegenimizin adı olarak değil bunun için daha çok “Earth” kullanırlar, “evren”e yakın ama çoğu kez daha soyut bir anlamda kullanılır. Her ne kadar biz “dünya”ya böyle bir anlam yüklesek de, dilimizde gezegenimizin bütünü için başka bir ad (eskiden Arz, kürrei Arz denirdi) yok (“Yeryüzü” deriz ama bu bütünü belirtmiyor). Kitap hem “Earth” hem “world” hem de “universe” kullandığından, ben bunları “Dünya”, “âlem” ve “evren” kelimeleriyle karşılamak isterdim. Yayınevi ısrar ettiği için “world” yerine “dünya”, “Earth” yerine ise “Dünya” ya da “Gezegenimiz” kullandım. Görünen o ki baskıda bunlar karıştırılmış. Bu arada, kitabın özgün adı, “Life of the Universe” değil “Life of the Cosmos”! Dahası, İngilizce’de beş kelimeye (conjecture, as *** Toplumun tüm kesimleri böyledir. Bugün de var olmakla birlikte, özellikle RTE’nin güçlü (1725 Aralık öncesi) döneminde, güç karşısında tırsıp yalakalık yarışına giren gazeteciler, televizyoncular, yazarlar, sanatçılar, yargı mensupları, anlı şanlı patronlar vs. görmedik mi? Üniversiteye girdiğimde, Anadolu’da büyümüş bir halk çocuğu olarak ben de, profesörleri “insanüstü olmasa da, bilge kişi” olarak görüyordum. İkinci sınıfta hayal kırıklığına uğradım. İki arkadaşımız önemsiz bir dersten sınıfta kaldı. Nitekim o ders daha sonra kaldırıldı. Arkadaşlardan birinin babası dekanımızın sınıf arkadaşıydı. Babası devreye girdi, fakülte kurulu “tek dersten borçlu geçme” hakkı verdi. Fakülte’nin kararının üniversite senatosunda onanması vs. derken zaman geçti, dersler başladı, arkadaşların ders ve laboratuar kayıpları oldu. Ders kayıpları, notlar alınarak giderilebilinir ama laboratuvar uygulamalarının yapılması zorunlu. Bu kaybı gidermek için arkadaşlara, özel telafi laboratuvarı açıldı. O güne dek gözümde büyüttüğüm profesörler benim için sıradan insan oldular!.. *** Orhan Bursalı’nın 25 Eylül 2015 tarihli CBT’deki yazısını okuyunca bunları anımsadım. Açılışta tanıştığı üniversite rektörüyle yaptığı söyleşiden söz ediyor. Önceki rektör tarafından başlatılmış olan projeyi, kaynak yaratıp gerçekleştirdiği ve liyakata önem vererek merkezin başına değerli bir bilim insanını getirdiği için, teşekkür ediyor. Bu arada, ilk seferinde az oy almasına karşın atanmış olan rektörün, “ikinci rektörlük dönemine en çok oyu alarak başladığını” bildiriyor ve bu sonucu “üniversitenin rektörü benimsemiş” olmasıyla açıklıyor. 1992’den beri uygulanan bu çarpık rektörlük seçimlerinde, listeye güçlükle girebilecek kadar çok az oy almalarına karşın atanmış olan rektörlerin, çok beceriksiz birkaçı dışında, ikinci dönemde en çok oyu aldıkları görülmüştür. Bursalı CBT 1464, Gündem’de rektör atamalarında iradelerinin hiçe sayılmasına akademisyenlerin tepkisiz kalmasını eleştirerek, “akademianın ne kadar kullanılışlı olduğunu” soruyordu. diyordum. Devlet Olmak Hukuk İster! Prof. Dr. Rennan Pekünlü’ye... • Bilimi öğrenme özgürlüğü var da, bilim özgürlüğü yok mu? Bilim özgür olmazsa, öğrenecek bir bilim olur mu orta yerde?. Dogmayla, dinle bilim yapılmaz. Üniversitede bilim özgürlüğünü yaralayacak hiç bir şeye izin verilemez. Yargıçlar bunu biraz düşünsünler! • Camiye başörtüsüz girilmezse, üniversiteye de başörtülü girilmez. Bu başörtüsü yasağı erkekler için de geçerlidir. Başınızdaki tüm örtüleri açmak zorundasınız. • Bir öğrenci öğrenmek istediği bilim için özveride bulunamıyorsa öğrenebileceği bir bilim yoktur onun. Bilimin özgürlüğü ve kendi özgürlüğümüz için başımızın örtülerini çıkaramıyorsak bu bencilliğimiz bize yeter. Bilim bilmemize gerek yok. Yargıçlar siz de bol bol çanak tutun e mi bu cehalete! • İnançlarınızla girdiğiniz her yer bir tapınaktır. Bilimsel ve hukuksal yargıda inançlarınızı da yargılamak zorundasınız. Adliyeler ve üniversiteler bu yargının yetkin ve özgürce gerçekleştiği yerlerdir. Tapınaklar değildir. Buralarda yargılamayı zedeleyecek her tutum sakıncalıdır. • Her kurumda öncelikli bir özgürlük vardır. Diğerleri bunun gerçekleşmesine hizmet ederler. Üniversitede bu, bilim özgürlüğüdür. Hastanede yaşam hakkıdır. Camide inanç özgürlüğüdür. vs. Bunları birbirine karıştırırsan emperyalizme hizmet etmiş olursun. • Bilgi, inanç, para, yetki... Bunlara hakim olan, insan ruhuna hakim olur. Faşizm bu hakimiyetin adıdır. Sosyalizm insanı bu faşizmden kurtarmaktır. Her şey her zaman bu denli açık olmaz. • En değişmez kuralı en güçlü olan koyar ve değiştirir. Ulusal egemenlik, cumhuriyet ve demokrasi bunun için düşünülmüştü. Diktatörler ve kapitalistler tanrıyı put yaparak buna izin vermediler. • “Cumhuriyet İslamı”, Allah’ı put yapan yeni Cahiliye Devri’ne karşı gerçek ve gerçekçi bir inanışı başlattı. • Batı’yı yaratan iki başarı: Dini siyasetten ayırdı. Dini bilimden ayırdı. Dinin bunlara karışmasına acımasızca karşı koydu. Kimse de dininden olmadı. • Patlayıcısını, roketatarını, tüfeğini, her türlü savarını, el bombasını, mayınını vb. yap, ellerine ulaştır, sonra da terörle mücadele ediyorum diyerek tüm toplumu onulmaz bir paranoyanın içinde boğ, soluksuz bırak! Hepsinden yararlan, ölüsünden dirisinden, toprağından, devletinden, askerinden, madeninden, köyünden bağından bahçesinden... Gönlün neyi çekerse artık! Bu zulme, kıyıma, yıkıma karşı tek çare var. Bu gerçek bir çaredir: Ne uğruna olursa olsun, öldürmeyeceğiz! Bu irade yayıldıkça bu yangın sönmeye başlayacaktır. Çünkü bu silahları yapanlar, gereken kutsalları da üretip kafalarımıza sokmaktadırlar. Gelin bu çağrıyı sonsuza kadar herkese yapalım. Yılmayalım, susmayalım, söylemekten bıkmayalım: Ne uğruna olursa olsun öldürme! • Türkiye Cumhuriyeti aşağıdaki nedenlerle en ağır sınavını vermektedir. Yıkımına bu noktalardaki başarısızlığı yol açacaktır. 1. PKK’yla savaş hukuku çerçevesinde savaşmalıdır ve kökü kurutulmalıdır. Bunun barış yoluyla başarılması insani bir zorunluluktur. 2. PKK’ya aidiyet derhal yurttaşlıktan çıkarılma nedeni olmalıdır. 3. Bunun dışındaki tüm suç fiilleri ceza hukuku çerçevesinde takip edilmelidir. 4. “Düşman Ceza Hukuku” oluşumundan uzak durmalıdır. 5. Bu dört durum arasındaki sınırları çok iyi korumalıdır. • Demokrasiyi kuran, güvenceye alan tüm kurumları yıkın, ortadan kaldırın, zayıflatın, insanlara her türlü korkuyu salın, aç yoksul bırakın, sonra da gelin seçime gidiyoruz deyin. Sopa kimin elindeyse onu seçeceklerini bilmeye aptal olmak bile yeter. Bu ülkede ağır gizli bir faşizm vardır. Seçimler gizli plebisitlerdir. Muhalefet figürleri bunların değnekçileridir. Halk bu duruma karşı başka türlü muhalefet etmelidir. • Faşizm işe başlamadan önce serserilerini değil, bilimcilerini ve filozoflarını da hazır eder. • Devlet olmak zor. Emek ve hukuk ister. • Atatürk’ten başka kimsemiz yoktu. O’ndan başka kimsemiz kalmadı. sumption, presumption, supposition, presupposition) karşılık, hiç olmazsa iki kelime (varsayım, sayıltı) kullanabilmek yerine yalnızca “varsayım” la yetinmek zorunda bırakıldım. Culcu: Newtoncul kuram mı, Newtoncu kuram mı? Benden Newtoncu yazmam isteniyor. Oysa Türkçede bu gibi kullanımlarda “cu”nun bir benimseme, “cul”un ise bir tarz ya da bağlantı ifade ettiklerini anlamak pek zor olmasa gerek. “Newtoncu kişi” olur ama “Kuram” nasıl benimser ki? Her ikisinin de İngilizcesi “Newtonian”, ama dilimizin bu zenginliğinden de yararlanmamak için hiç bir makul sebep yok. Kuantal: Ağıza, örneğin kuantal görüş mü daha yatkın geliyor yoksa kuantum mekaniksel görüş mü? Yoksa kökeni “kuantum mekaniği” olduğuna göre kuantum mekaniğisel mi demeli? KütleçekiMKütleçekimİ: Kimi meslektaşlarım “Gravitasyon” karşılığı olarak birincisini kullansalar da Türkçe dilbilgisinin ilgili “tamlama” kuralları öyle gerektirdiği için ben ikincisini kullanırım, ancak yayıncı değiştirmiş! Siz karar verin!